English    Türkçe    فارسی   

3
2655-2704

  • آن اصول دین بدانستی ولیک ** بنگر اندر اصل خود گر هست نیک 2655
  • Din usulünü bildin ama kendi aslın, kendi mayan iyiyse bir de ona bak, onu bil!
  • از اصولینت اصول خویش به ** که بدانی اصل خود ای مرد مه
  • Seni için bu iki usulden kendi aslını bilmen daha iyidir ey ulu kişi!
  • صفت خرمی شهر اهل سبا و ناشکری ایشان
  • Sebâlılar’ın şehirlerinin güzelliği ve onların buna şükretmemeleri
  • اصلشان بد بود آن اهل سبا ** می‌رمیدندی ز اسباب لقا
  • Sebâlılar’ın asılları kötüydü, mayaları pisti. Allah’a ulaşma sebeplerinden kaçarlardı.
  • دادشان چندان ضیاع و باغ و راغ ** از چپ و از راست از بهر فراغ
  • Allah, onlara bunca matah, bunca bağ, bunca bostan vermiş, sağlarından, sollarından onlara zevk ve huzur için bunca nimetler ihsan etmişti.
  • بس که می‌افتاد از پری ثمار ** تنگ می‌شد معبر ره بر گذار
  • Ağaçlardan dökülen meyvelerin bolluğundan yol daralır, geçenler, geçemez olurlardı.
  • آن نثار میوه ره را می‌گرفت ** از پری میوه ره‌رو در شگفت 2660
  • Yerlere dökülen meyveler, yolu kapar, yolcu, nereden geçeyim diye şaşırır kalırdı.
  • سله بر سر در درختستانشان ** پر شدی ناخواست از میوه‌فشان
  • Birisi, başına bir sepet alıp ağaçlıklardan geçse sepet silkmeden meyvelerle dolardı.
  • باد آن میوه فشاندی نه کسی ** پر شدی زان میوه دامنها بسی
  • Meyveleri kimse silkmez, düşürmez, meyveler, rüzgârla düşer, nicelerin etekleri, meyvelerle dolar, boşalırdı.
  • خوشه‌های زفت تا زیر آمده ** بر سر و روی رونده می‌زده
  • Meyve hevenkleri, dallardan aşağılara kadar sarkar, gelip geçenlerin başlarına, yüzlerine sürtünürdü.
  • مرد گلخن‌تاب از پری زر ** بسته بودی در میان زرین کمر
  • Külhan hizmetinde çalışan aşağılık bir adam bile o kadar zengindi ki altın kemer kuşanırdı.
  • سگ کلیچه کوفتی در زیر پا ** تخمه بودی گرگ صحرا از نوا 2665
  • Köpek, ekmekleri ayağıyla çiğner, ezerdi… Kurt, yiyecek bolluğundan imtilâ illetine tutulmuştu.
  • گشته آمن شهر و ده از دزد و گرگ ** بز نترسیدی هم از گرگ سترگ
  • Şehir de hırsızdan kurttan emindi, köy de. Keçi bile, büyük büyük kurtlardan korkmaz olmuştu.
  • گر بگویم شرح نعمتهای قوم ** که زیادت می‌شد آن یوما بیوم
  • Onların günden güne artan nimetlerini, onların nail oldukları şeyleri anlatsam,
  • مانع آید از سخنهای مهم ** انبیا بردند امر فاستقم
  • Mühim sözler geri kalır. Peygamberler, bunlara “Doğru olun, doğruluk yapın!” demişti!
  • آمدن پیغامبران حق به نصیحت اهل سبا
  • Sebâlılar’a nasihat için peygamber gelmesi, Peygamberlerden mucize istemeleri
  • سیزده پیغامبر آنجا آمدند ** گم‌رهان را جمله رهبر می‌شدند
  • Oraya tam on üç peygamber gelmiş, sapıklara yol göstermiş istemişlerdi.
  • که هله نعمت فزون شد شکر کو ** مرکب شکر ار بخسپد حرکوا 2670
  • “Nimetleriniz çoğalıp durmakta, fakat şükür nerede? Şükrü merkebi yatıp uyusa bile siz onu uyandırın, kaldırın!
  • شکر منعم واجب آید در خرد ** ورنه بگشاید در خشم ابد
  • Nimet verene şükretmek aklen de lâzım. Şükretmeyen, kendisine ebedî hışım kapısını açar.
  • هین کرم بینید وین خود کس کند ** کز چنین نعمت به شکری بس کند
  • Kendinize gelin de şu kereme bakın! Bir şükre bedel bu kadar nimeti kim verir?
  • سر ببخشد شکر خواهد سجده‌ای ** پا ببخشد شکر خواهد قعده‌ای
  • Allah insana baş verir, şükür için de bir secde ister… Ayak bağışlar şükür için bir oturma diler” dediler.
  • قوم گفته شکر ما را برد غول ** ما شدیم از شکر و از نعمت ملول
  • Sebâlılar dediler ki: “Bizim şükretme kabiliyetimizi Şeytan aldı götürdü! Şükürden de usandık, nimetten de.
  • ما چنان پژمرده گشتیم ازعطا ** که نه طاعتمان خوش آید نه خطا 2675
  • Bu nimetlerden bize öyle usanç geldi ki ne ibadet hoşumuza gidiyor, ne kabahat!
  • ما نمی‌خواهیم نعمتها و باغ ** ما نمی‌خواهیم اسباب و فراغ
  • Nimetleri de istemiyoruz, bahçeleri de… Zevk sebeplerini de dilemiyoruz, safa vesilelerini de!
  • انبیا گفتند در دل علتیست ** که از آن در حق‌شناسی آفتیست
  • Peygamberler dediler ki: “ Gönülde bir illet yüzünden insan, doğruyu anlamaz, sapıtır.
  • نعمت از وی جملگی علت شود ** طعمه در بیمار کی قوت شود
  • O yüzden nimetler, umumiyetle illet olur. Hastalıkta yenen yemek insana hiç kuvvet verir mi?
  • چند خوش پیش تو آمد ای مصر ** جمله ناخوش گشت و صاف او کدر
  • Ey inatçı, önüne nice güzelim nimetler geldi de hepsi kötüleşti, saf olanlar bile bulandı gitti!
  • تو عدو این خوشیها آمدی ** گشت ناخوش هر چه بر وی کف زدی 2680
  • Bu güzelliklerin düşmanı sensin… Neye elini vurdunsa kötü oldu.
  • هر که اوشد آشنا و یار تو ** شد حقیر و خوار در دیدار تو
  • Senin dostun; senin âşinan olan, sence hor, hakir sayıldı.
  • هر که او بیگانه باشد با تو هم ** پیش تو او بس مه‌است و محترم
  • Sana yabancı olan, seninle uzlaştı. Sence o büyük ve yüce oldu.
  • این هم از تاثیر آن بیماریست ** زهر او در جمله جفتان ساریست
  • Bu da o, hastalığın tesirinden… O illetin zehri bütün canlara sirayet eder.
  • دفع آن علت بباید کرد زود ** که شکر با آن حدث خواهد نمود
  • O illeti derhal geçirmeye çalışmak gerek. O illet durdukça şeker bile zehir kesilir.
  • هر خوشی کاید به تو ناخوش شود ** آب حیوان گر رسد آتش شود 2685
  • Her güzel ve tatlı şey, insana kötü ve acı gelir. İnsan Âbıhayat içse ateş sanır.
  • کیمیای مرگ و جسکست آن صفت ** مرگ گردد زان حیاتت عاقبت
  • O huy, ölüm kimyasıdır, dert kimyasıdır. Sen de o huy var mı? Nihayet hayatın bile o yüzden ölüm olur!
  • بس غدایی که ز وی دل زنده شد ** چون بیامد در تن تو گنده شد
  • O huy, sendeyken gönlü dirilten gıda bile senin vücudunda kokar, leş kesilir.
  • بس عزیزی که بناز اشکار شد ** چون شکارت شد بر تو خوار شد
  • Nâz-u naimle avlanan nice aziz kişiler vardır ki sana av olsalar sence bayağı görünürler.
  • آشنایی عقل با عقل از صفا ** چون شود هر دم فزون باشد ولا
  • Bir akıl, gararsız, maksatsız başka bir akılla bağdaşırsa sevgi, gün gittikçe artar.
  • آشنایی نفس با هر نفس پست ** تو یقین می‌دان که دم دم کمترست 2690
  • Fakat nefis, aşağılık bir nefisle tanışır, dost olursa şüphesiz olarak bil ki bu dostluk, zaman geçtikçe azalır.
  • زانک نفسش گرد علت می‌تند ** معرفت را زود فاسد می‌کند
  • Çünkü nefsin daima bir illet, bir maksat etrafında döner, dolaşır… Dostluğu, bilişiği de çabucacık bozar!
  • گر نخواهی دوست را فردا نفیر ** دوستی با عاقل و با عقل گیر
  • Yarın dostunun senden nefret etmesini istemiyorsan bir akıllıysa dost ol, akla yâr ol!
  • از سموم نفس چون با علتی ** هر چه گیری تو مرض را آلتی
  • Nefis zehirleriyle hastalanmış, hastalığa tutulmuşsan eline ne alır, elini nereye atar, neye sahip olursan hastalığa alet olur, onu da berbat edersin!
  • گر بگیری گوهری سنگی شود ** ور بگیری مهر دل جنگی شود
  • Eline mücevher alsan, taş olur, gönül sevgisine yapışsan savaş olur.
  • ور بگیری نکته‌ی بکری لطیف ** بعد درکت گشت بی‌ذوق و کثیف 2695
  • Kimse tarafından söylenmemiş, kimse tarafından dokunulmamış bâkir ve lâtif ir nükte duysan anlayınca sence zevksiz ve kötü bir hal alır.
  • که من این را بس شنیدم کهنه شد ** چیز دیگر گو بجز آن ای عضد
  • Ben bunu çok duydum, dinledim… Eskidi bu artık. Ey yiğit, sen, bundan başka bir şey söyle dersin.
  • چیز دیگر تازه و نو گفته گیر ** باز فردا زان شوی سیر و نفیر
  • Hatta yepyeni ve söylenmemiş bir nükte duyduğunu farz et, yarın ona da doyar, ondan da nefret edersin.
  • دفع علت کن چو علت خو شود ** هرحدیثی کهنه پیشت نو شود
  • Sen sendeki illeti gider… İllet geçti mi, sence her eskimiş, söylenmiş söz, yeni olur.
  • تا که از کهنه برآرد برگ نو ** بشکفاند کهنه صد خوشه ز گو
  • O eski söz, yepyeni dallar, budaklar verir, yüzlerce meyve hevenkleri bitirir, yetiştirir!
  • ما طبیبانیم شاگردان حق ** بحر قلزم دید ما را فانفلق 2700
  • Biz böyle hekimleriz, öyle Allah şakirtleriyiz ki bahrimuhit bile bizi gördü de yarıldı.
  • آن طبیبان طبیعت دیگرند ** که به دل از راه نبضی بنگرند
  • Biz başkayız; insanın hastalığını, nabzına bakarak anlayan hekimler başka!
  • ما به دل بی واسطه خوش بنگریم ** کز فراست ما به عالی منظریم
  • Biz gönle vasıtasız bakarız, bizim görüşümüz, anlayışımız yüzünden pek yücedir.
  • آن طبیبان غذااند و ثمار ** جان حیوانی بدیشان استوار
  • Onlar, insanı gıdalarla, meyvelerle doyuran kuvvetlendiren doktorlardır… hayvanî can, onların tedavisiyle kuvvet bulur, yaşar.
  • ما طبیبان فعالیم و مقال ** ملهم ما پرتو نور جلال
  • Bizse iş ve söz doktorlarıyız. Bize ululuk nurunun ışığı ilham vermektedir.