-
قوم گفته شکر ما را برد غول ** ما شدیم از شکر و از نعمت ملول
- Sebâlılar dediler ki: “Bizim şükretme kabiliyetimizi Şeytan aldı götürdü! Şükürden de usandık, nimetten de.
-
ما چنان پژمرده گشتیم ازعطا ** که نه طاعتمان خوش آید نه خطا 2675
- Bu nimetlerden bize öyle usanç geldi ki ne ibadet hoşumuza gidiyor, ne kabahat!
-
ما نمیخواهیم نعمتها و باغ ** ما نمیخواهیم اسباب و فراغ
- Nimetleri de istemiyoruz, bahçeleri de… Zevk sebeplerini de dilemiyoruz, safa vesilelerini de!
-
انبیا گفتند در دل علتیست ** که از آن در حقشناسی آفتیست
- Peygamberler dediler ki: “ Gönülde bir illet yüzünden insan, doğruyu anlamaz, sapıtır.
-
نعمت از وی جملگی علت شود ** طعمه در بیمار کی قوت شود
- O yüzden nimetler, umumiyetle illet olur. Hastalıkta yenen yemek insana hiç kuvvet verir mi?
-
چند خوش پیش تو آمد ای مصر ** جمله ناخوش گشت و صاف او کدر
- Ey inatçı, önüne nice güzelim nimetler geldi de hepsi kötüleşti, saf olanlar bile bulandı gitti!
-
تو عدو این خوشیها آمدی ** گشت ناخوش هر چه بر وی کف زدی 2680
- Bu güzelliklerin düşmanı sensin… Neye elini vurdunsa kötü oldu.
-
هر که اوشد آشنا و یار تو ** شد حقیر و خوار در دیدار تو
- Senin dostun; senin âşinan olan, sence hor, hakir sayıldı.
-
هر که او بیگانه باشد با تو هم ** پیش تو او بس مهاست و محترم
- Sana yabancı olan, seninle uzlaştı. Sence o büyük ve yüce oldu.
-
این هم از تاثیر آن بیماریست ** زهر او در جمله جفتان ساریست
- Bu da o, hastalığın tesirinden… O illetin zehri bütün canlara sirayet eder.
-
دفع آن علت بباید کرد زود ** که شکر با آن حدث خواهد نمود
- O illeti derhal geçirmeye çalışmak gerek. O illet durdukça şeker bile zehir kesilir.
-
هر خوشی کاید به تو ناخوش شود ** آب حیوان گر رسد آتش شود 2685
- Her güzel ve tatlı şey, insana kötü ve acı gelir. İnsan Âbıhayat içse ateş sanır.
-
کیمیای مرگ و جسکست آن صفت ** مرگ گردد زان حیاتت عاقبت
- O huy, ölüm kimyasıdır, dert kimyasıdır. Sen de o huy var mı? Nihayet hayatın bile o yüzden ölüm olur!
-
بس غدایی که ز وی دل زنده شد ** چون بیامد در تن تو گنده شد
- O huy, sendeyken gönlü dirilten gıda bile senin vücudunda kokar, leş kesilir.
-
بس عزیزی که بناز اشکار شد ** چون شکارت شد بر تو خوار شد
- Nâz-u naimle avlanan nice aziz kişiler vardır ki sana av olsalar sence bayağı görünürler.
-
آشنایی عقل با عقل از صفا ** چون شود هر دم فزون باشد ولا
- Bir akıl, gararsız, maksatsız başka bir akılla bağdaşırsa sevgi, gün gittikçe artar.
-
آشنایی نفس با هر نفس پست ** تو یقین میدان که دم دم کمترست 2690
- Fakat nefis, aşağılık bir nefisle tanışır, dost olursa şüphesiz olarak bil ki bu dostluk, zaman geçtikçe azalır.
-
زانک نفسش گرد علت میتند ** معرفت را زود فاسد میکند
- Çünkü nefsin daima bir illet, bir maksat etrafında döner, dolaşır… Dostluğu, bilişiği de çabucacık bozar!
-
گر نخواهی دوست را فردا نفیر ** دوستی با عاقل و با عقل گیر
- Yarın dostunun senden nefret etmesini istemiyorsan bir akıllıysa dost ol, akla yâr ol!
-
از سموم نفس چون با علتی ** هر چه گیری تو مرض را آلتی
- Nefis zehirleriyle hastalanmış, hastalığa tutulmuşsan eline ne alır, elini nereye atar, neye sahip olursan hastalığa alet olur, onu da berbat edersin!
-
گر بگیری گوهری سنگی شود ** ور بگیری مهر دل جنگی شود
- Eline mücevher alsan, taş olur, gönül sevgisine yapışsan savaş olur.
-
ور بگیری نکتهی بکری لطیف ** بعد درکت گشت بیذوق و کثیف 2695
- Kimse tarafından söylenmemiş, kimse tarafından dokunulmamış bâkir ve lâtif ir nükte duysan anlayınca sence zevksiz ve kötü bir hal alır.
-
که من این را بس شنیدم کهنه شد ** چیز دیگر گو بجز آن ای عضد
- Ben bunu çok duydum, dinledim… Eskidi bu artık. Ey yiğit, sen, bundan başka bir şey söyle dersin.
-
چیز دیگر تازه و نو گفته گیر ** باز فردا زان شوی سیر و نفیر
- Hatta yepyeni ve söylenmemiş bir nükte duyduğunu farz et, yarın ona da doyar, ondan da nefret edersin.
-
دفع علت کن چو علت خو شود ** هرحدیثی کهنه پیشت نو شود
- Sen sendeki illeti gider… İllet geçti mi, sence her eskimiş, söylenmiş söz, yeni olur.
-
تا که از کهنه برآرد برگ نو ** بشکفاند کهنه صد خوشه ز گو
- O eski söz, yepyeni dallar, budaklar verir, yüzlerce meyve hevenkleri bitirir, yetiştirir!
-
ما طبیبانیم شاگردان حق ** بحر قلزم دید ما را فانفلق 2700
- Biz böyle hekimleriz, öyle Allah şakirtleriyiz ki bahrimuhit bile bizi gördü de yarıldı.
-
آن طبیبان طبیعت دیگرند ** که به دل از راه نبضی بنگرند
- Biz başkayız; insanın hastalığını, nabzına bakarak anlayan hekimler başka!
-
ما به دل بی واسطه خوش بنگریم ** کز فراست ما به عالی منظریم
- Biz gönle vasıtasız bakarız, bizim görüşümüz, anlayışımız yüzünden pek yücedir.
-
آن طبیبان غذااند و ثمار ** جان حیوانی بدیشان استوار
- Onlar, insanı gıdalarla, meyvelerle doyuran kuvvetlendiren doktorlardır… hayvanî can, onların tedavisiyle kuvvet bulur, yaşar.
-
ما طبیبان فعالیم و مقال ** ملهم ما پرتو نور جلال
- Bizse iş ve söz doktorlarıyız. Bize ululuk nurunun ışığı ilham vermektedir.
-
کین چنین فعلی ترا نافع بود ** و آنچنان فعلی ز ره قاطع بود 2705
- Meselâ bu çeşit bir iş sana faydalıdır, öbürünün yolunu keser.
-
اینچنین قولی ترا پیش آورد ** و آنچنان قولی ترا نیش آورد
- Bu çeşit bir söz sana faydalıdır, başka çeşit bir sözse seni yaralar!
-
آن طبیبان را بود بولی دلیل ** وین دلیل ما بود وحی جلیل
- O doktorlar, hastanın sidiğine bakar, hastalığını öyle anlar… Bizim delilimizse ulu Allah’ın vahyidir, hastalığı vahiyle anlarız.
-
دستمزدی می نخواهیم از کسی ** دستمزد ما رسد از حق بسی
- Kimseden ücret istemeyiz, ücretimiz, noksanlardan ari olan Allah’tan gelir.
-
هین صلا بیماری ناسور را ** داروی ما یک بیک رنجور را
- İlleti unulmaz hastalara sâlâ, ilâcımız, hastalara birebirdir.
-
معجزه خواستن قوم از پیغامبران
- Peygamberlerden mucize istemeleri
-
قوم گفتند ای گروه مدعی ** کو گواه علم طب و نافعی 2710
- Sebâlılar, “Ey dâvaya girişenler, doktorluğu bildiğinize, bize fayda vereceğinize deliliniz nerede,
-
چون شما بسته همین خواب و خورید ** همچو ما باشید در ده میچرید
- Siz de bizim gibi uyku uyumakta, siz de bizim gibi yemek yemektesiniz. Köylerde, şehirlerde bizim gibi oturup duruyorsunuz.
-
چون شما در دام این آب و گلید ** کی شما صیاد سیمرغ دلید
- Bu su, toprak tuzağındayken nasıl olur da gönül simurgunu avlayabilirsiniz?
-
حب جاه و سروری دارد بر آن ** که شمارد خویش از پیغامبران
- Fakat mevki ve reislik sevdası, sizi peygamberlik dâvasına salmış, bu yüzden kendinizi peygamber sanıyorsunuz.
-
ما نخواهیم این چنین لاف و دروغ ** کردن اندر گوش و افتادن بدوغ
- Bu çeşit lâflara, bu çeşit yalanlara kulak bile asmak istemeyiz, ayran kâsesine düşmek dilemeyiz.” dediler.
-
انبیا گفتند کین زان علتست ** مایهی کوری حجاب ریتست 2715
- Peygamberler dediler ki: “Bu da o illetten, körlüğünüzden, söylediğimiz sözlerin hakikatini göremiyorsunuz.
-
دعوی ما را شنیدیت و شما ** مینبینید این گهر در دست ما
- Dâvamızı duyuruyorsunuz da elimizdeki mücevheri görmüyorsunuz.
-
امتحانست این گهر مر خلق را ** ماش گردانیم گرد چشمها
- Elimizdeki bu mücevher, halka bir imtihandır. Onu gözlerin önünde dolandırıp durmaktayız.
-
هر که گوید کو گوا گفتش گواست ** کو نمیبیند گهر حبس عماست
- Kim, nerede mücevher, derse bu sözü, körlüğüne, mücevherleri görmediğine şahittir.
-
آفتابی در سخن آمد که خیز ** که بر آمد روز بر جه کم ستیز
- Güneş söze gelse de “Kalk, gündüz oldu, yatıp durma.”
-
تو بگویی آفتابا کو گواه ** گویدت ای کور از حق دیده خواه 2720
- Dese, sen de, “A güneş, şahidin nerede?” desen güneş “Kör herif, Allah’tan kendine göz iste!
-
روز روشن هر که او جوید چراغ ** عین جستن کوریش دارد بلاغ
- Apaydın gündüz vakti birisi mum arasa onun bu araması körlüğüne tam bir delildir.
-
ور نمیبینی گمانی بردهای ** که صباحست و تو اندر پردهای
- Bari görmüyorsan, gündüz olduğundan şüphen varsa, daha sabah olmadı sanıyorsan,
-
کوری خود را مکن زین گفت فاش ** خامش و در انتظار فضل باش
- Sus, bir şey söyleme de kör olduğunu meydana vurma, Allah ihsanını bekle!” der.