Yoksa sizin gözünüzü kör ederim. Ben, onun sözünü söyledim, boynumdan vebali attım.
ترک این چشمه بگویید و روید ** تا ز زخم تیغ مه آمن شوید
Bu kaynağı bırakıp gidin de ayın kılıncından emin olun.
نک نشان آنست کاندر چشمه ماه ** مضطرب گردد ز پیل آبخواه
Sözümün doğruluğuna nişan de şu: Filler, su içmek için kaynağa geldiler mi ay harekete gelir.
آن فلان شب حاضر آ ای شاهپیل ** تا درون چشمه یابی زین دلیل
Fil padişahı, filân gece gel de kaynakta bu dediğimi gör!
چونک هفت و هشت از مه بگذرید ** شاهپیل آمد ز چشمه میچرید
Ayın yedisi, sekizi olunca fil padişahı su içmek için kaynağa geldi.
چونک زد خرطوم پیل آن شب درآب ** مضطرب شد آب ومه کرد اضطراب2750
O gece vakti hortumunu suya salınca su harekete geldi, ay da hareket etti.
پیل باور کرد از وی آن خطاب ** چون درون چشمه مه کرد اضطراب
Fil, suyun içinde ayın titrediğini, harekete geldiğini görünce tavşanın sözüne inandı.
مانه زان پیلان گولیم ای گروه ** که اضطراب ماه آردمان شکوه
Fakat “Filler, biz o ahmak fillerden değiliz ki ayın hareketi bizi korkutsun” dedi.
انبیا گفتند آوه پند جان ** سختتر کرد ای سفیهان بندتان
Peygamberlerse “Ah akılsız adamlar ah, size canla, başla verdiğimiz nasihatler, sizin bağınızı kuvvetlendirdi. Vah yazıklar olsun vah!” dediler.
جواب گفتن انبیا طعن ایشان را و مثل زدن ایشان را
Onların kınamasına Peygamberlerin cevap vermeleri ve misal getirmeleri
ای دریغا که دوا در رنجتان ** گشت زهر قهر جان آهنجتان
Ne yazık… Derdinize verilen ilâç, can alıca kahır zehir kesildi.
ظلمت افزود این چراغ آن چشم را ** چون خدا بگماشت پردهی خشم را2755
Bir göze Allah, hışım perdesini salınca mum bile aydınlatmaz, karanlığını çoğaltır.
چه رئیسی جست خواهیم از شما ** که ریاستمان فزونست از سما
Sizden ne reisliği arayacak, ne gibi bir ululuk isteyeceğiz? Bizim ululuğumuz göklerden bile üstün!
چه شرف یابد ز کشتی بحر در ** خاصه کشتیی ز سرگین گشته پر
İncilerle dolu olan deniz, gemiden ne şeref bulabilir? Hele o gemi, fışkıyla dolu olursa!
ای دریغ آن دیدهی کور و کبود ** آفتابی اندرو ذره نمود
Yazıklar olsun ki o bozarmış kör göze güneş bile bir zerre göründü.
ز آدمی که بود بی مثل و ندید ** دیده ابلیس جز طینی ندید
İblis’in gözü, eşsiz, örneksiz Âdem’i topraktan başka bir şey görmedi.
چشم دیوانه بهارش دی نمود ** زان طرف جنبید کو را خانه بود2760
O iblis’e lâyık göz, yurdu olan yerden baktı, kendisine lâyık görüşle gördü de sahibine Âdem’in baharını kış gösterdi.
ای بسا دولت که آید گاه گاه ** پیش بیدولت بگردد او ز راه
Nice devletler vardır ki bazen devletsiz kişiye isabet eder de mal olmaz, geri döner!
ای بسا معشوق کاید ناشناخت ** پیش بدبختی نداند عشق باخت
Nice sevgili vardır ki bir bahtsızın yanına gelir de o, sevgiliyi tanımaz, onunla aşk oyununu oynamaya girişmez.
این غلطده دیده را حرمان ماست ** وین مقلب قلب را س القضاست
Gözü yanıltan da bizim ezelî nasipsizliğimiz. Kalbi çeviren de kötü kaza ve kader!
چون بت سنگین شما را قبله شد ** لعنت و کوری شما را ظله شد
Taştan yontulup yapılan put, size kıble olduğundan lânetin, körlüğün gölgesine sığındınız, orada yurt edindiniz.
چون بشاید سنگتان انباز حق ** چون نشاید عقل و جان همراز حق2765
Zannınızca taştan yapılma putlarınız Allah’a eş oluyor da akılla, can nasıl Allah sırrına sahip olmuyor?
پشهی مرده هما را شد شریک ** چون نشاید زنده همراز ملیک
Demek ki bir ölü sinek Allah’a eş oluyor sizce… Peki, o halde diri olan insan neden o padişahlar padişahına sırdaş olmasın?
یا مگر مرده تراشیدهی شماست ** پشهی زنده تراشیدهی خداست
Yoksa ölü sineğe benzeyen put, sizin tarafınızdan yapıldığı için mi Allah’a eş olmaya lâyık? Diri insan, Allah mahlûku olduğundan mı Allah sırrın mahrem olamıyor?
عاشق خویشید و صنعتکرد خویش ** دم ماران را سر مارست کیش
Siz, kendinize, kendi sanatınıza âşıksınız. Yılanların kuyruklarına lâyık olan elbette yılanbaşıdır.
نه در آن دم دولتی و نعمتی ** نه در آن سر راحتی و لذتی
Ne o kuyrukta bir devlet, bir nimet vardır, ne o başta bir rahat, bir lezzet!
گرد سر گردان بود آن دم مار ** لایقاند و درخورند آن هر دو یار2770
Yılanın kuyruğu, başının etrafında dönüp dolaşır, kıvrılıp düzelir. Kuyruk ve baş… O iki dost birbirine tam lâyıktır, tam münasiptir!
آنچنان گوید حکیم غزنوی ** در الهینامه گر خوش بشنوی
İlahi nâmeyi bir güzelce dinlesen görürsün; Hâkim-i Gaznevî öyle der:
کم فضولی کن تو در حکم قدر ** درخور آمد شخص خر با گوش خر
Takdirin hükmüne itiraz edip de boş boğazlıkta bulunma. Tavşana tavşankulağı münasiptir.
شد مناسب عضوها و ابدانها ** شد مناسب وصفها با جانها
Uzuvlarla bedenler tam uygundur… Huylarla canlar, tam birbirine denktir.
وصف هر جانی تناسب باشدش ** بی گمان با جان که حق بتراشدش
Ruha münasip olan her vasfı, şüphe yok ki tam yerli yerinde, tam uygun olarak halk eden Allah’tır.
چون صفت با جان قرین کردست او ** پس مناسب دانش همچون چشم و رو2775
Allah, mademki huyu, cana uygun ve eş olarak yarattı, o halde onu gözle kaş gibi yerinde ve birbirine münasip bil!
شد مناسب وصفها در خوب و زشت ** شد مناسب حرفها که حق نبشت
Güzeldeki huylar da uygun ve yerinde, çirkindeki huylar da. Allah’ın yazdığı harfler birbirine tam münasip!
دیده و دل هست بین اصبعین ** چون قلم در دست کاتب ای حسین
Ey Hasancık, yazı yazanın elindeki kalem gibi gözle gönül de Allah’ın iki parmağı arasında!
اصبع لطفست و قهر و در میان ** کلک دل با قبض و بسطی زین بنان
Gönül kalemi, lütuf ve kahır parmakları arasında gâh sıkıntıya düşer, gâh feraha çıkar.
ای قلم بنگر گر اجلالیستی ** که میان اصبعین کیستی
Ey kalem, ululuğa lâyıksan kimin parmakları arasındasın, bak da gör!
جمله قصد و جنبشت زین اصبعست ** فرق تو بر چار راه مجمعست2780
Senin bütün kastin, bütün hareketin bu parmaklardan meydana geliyor. Başın, dört yol ağzında; kahrın, lütfun, doğru yolla sapıklığın birleştiği yeridir.
این حروف حالهات از نسخ اوست ** عزم و فسخت هم ز عزم و فسخ اوست
Bu halden hale giriş harflerin, onun yazıp bozmasından meydana gelmekte… bir işe niyetin, yahut bir şeyden vazgeçmen de onun iradesiyle, onun takdiriyle!
جز نیاز و جز تضرع راه نیست ** زین تقلب هر قلم آگاه نیست
Niyazdan, yalvarıp yakarmadan başka yol yok… bu değişmeyi, bu halden hale girmeyi her kalem bilmez.
این قلم داند ولی بر قدر خود ** قدر خود پیدا کند در نیک و بد
Bilsen bile kendi miktarınca, kendi haddince bilir… iyi de kendi kadrini izhar eder, kötüde de!
آنچ در خرگوش و پیل آویختند ** تا ازل را با حیل آمیختند
Sebâlılar, tavşanla fil hikâyesini misal getirmeye kalkıştılar ama ezelî sırrı hilelerle karıştırmaya yeltendiler.
بیان آنک هر کس را نرسد مثل آوردن خاصه در کار الهی
Herkes, misal getiremez, hele bu misal, Allah işine ait olursa
کی رسدتان این مثلها ساختن ** سوی آن درگاه پاک انداختن2785
Bu misalleri düzüp koşmak, o tertemiz tapıya affetmeye kalkışmak sizin haddiniz mi,
آن مثل آوردن آن حضرتست ** که بعلم سر و جهر او آیتست
Misal getirmek, Allah’ın, bir de onun gizli ve aşikâr bilgisine bir delil olan kişinin hakkıdır.
تو چه دانی سر چیزی تا تو کل ** یا به زلفی یا به رخ آری مثل
Sen herhangi bir şeyin sırrını ne bilirin? Kafan kel iken saça, yüze ait nasıl misal getirebilirsin?
موسیی آن را عصا دید و نبود ** اژدها بد سر او لب میگشود
Musa bile sopayı, alelâde bir sopa gördü ama değildi ki… o, bir ejderhaydı; sırrı, dudağını açtı da hakikatini söyledi.
چون چنان شاهی نداند سر چوب ** تو چه دانی سر این دام و حبوب
Öyle bir padişah bile bir sopanın sırrını bilemezse sen, bu tuzakla tanelerin sırrını ne bileceksin?
چون غلط شد چشم موسی در مثل ** چون کند موشی فضولی مدخل2790
Musa’nın gözü bile misal hususunda yanılırsa bir fare nasıl olur da hakikate ulaşmaya yol bulur.
آن مثالت را چو اژدرها کند ** تا به پاسخ جزو جزوت بر کند
O misal bir ejderha kesilir de cevabıyla seni paramparça eder!
این مثال آورد ابلیس لعین ** تا که شد ملعون حق تا یوم دین
İblis de bu misali getirdi de kıyamete kadar melun oldu.
این مثال آورد قارون از لجاج ** تا فرو شد در زمین با تخت و تاج
Karun da inat etti, bu misali getirdi de tacıyla, tahtıyla yere geçti.
این مثالت را چو زاغ و بوم دان ** که ازیشان پست شد صد خاندان
Sen bu getirdiğin misali kuzgun ve baykuş bil… Onların yüzünden yüzlerce ev bark yıkıldı, yerle yeksan oldu!
مثلها زدن قوم نوح باستهزا در زمان کشتی ساختن
Nuh, gemi yaparken kavminin misaller getirerek alay etmesi