English    Türkçe    فارسی   

3
280-329

  • لرز لرزان و بترس و احتیاط ** می‌نهد پا تا نیفتد در خباط 280
  • Kör, bir kazaya uğramayayım diye titreye, titreye korkar ve ihtiyatlı adım atar.
  • ای ز دودی جسته در ناری شده ** لقمه جسته لقمه‌ی ماری شده
  • Ey dumandan kaçıp ateşe düşen… Lokma ararken yılana lokma olan,
  • قصه‌ی اهل سبا و طاغی کردن نعمت ایشان را و در رسیدن شومی طغیان و کفران در ایشان و بیان فضیلت شکر و وفا
  • Seba’lılar ve nimetten azmaları
  • تو نخواندی قصه‌ی اهل سبا ** یا بخواندی و ندیدی جز صدا
  • Seba halkının macerasını okumadın mı? Belki de okudun... Okudun ama sesten başka bir şey duymadın.
  • از صدا آن کوه خود آگاه نیست ** سوی معنی هوش که را راه نیست
  • O dağ, sesi anlamaz ki... Dağın aklı manaya gidemez ki.
  • او همی بانگی کند بی گوش و هوش ** چون خمش کردی تو او هم شد خموش
  • Dağ, akılsız, kulaksız ses verir durur. Fakat sen sustun mu o da susar.
  • داد حق اهل سبا را بس فراغ ** صد هزاران قصر و ایوانها و باغ 285
  • Allah Seba’lılara pek büyük bir genişlik ve rahatlık verdi, yüz binlerce köşk, hayvan ve bağ ihsan etti.
  • شکر آن نگزاردند آن بد رگان ** در وفا بودند کمتر از سگان
  • O kötü yaradılışlı adamlar buna şükretmediler. Vefada köpekten de aşağı oldular.
  • مر سگی را لقمه‌ی نانی ز در ** چون رسد بر در همی‌بندد کمر
  • Köpeğe bir kapıdan bir lokma ekmek verilse o kapıya bağlanır, hizmetkâr olur.
  • پاسبان و حارس در می‌شود ** گرچه بر وی جور و سختی می‌رود
  • Kapıya bekçi kesilir. Ona eziyet edilse yiyeceği lâyıkıyla verilmese bile o kapıyı bırakmaz.
  • هم بر آن در باشدش باش و قرار ** کفر دارد کرد غیری اختیار
  • Orada karar eder, başka bir kapıya gitmez.
  • ور سگی آید غریبی روز و شب ** آن سگانش می‌کنند آن دم ادب 290
  • Oraya bir garip köpek gelse oradaki köpekler, onu gece gündüz tedibederler.
  • که برو آنجا که اول منزلست ** حق آن نعمت گروگان دلست
  • İlk konağına git. Oradan nimetlendin, o nimetin hakkı, gönlünü oraya rehin etmendir derler.
  • می‌گزندش که برو بر جای خویش ** حق آن نعمت فرو مگذار بیش
  • Yerine git, o nimetin hakkını bundan fazla terk etme diye onu ısırırlar.
  • از در دل و اهل دل آب حیات ** چند نوشیدی و وا شد چشمهات
  • Sen de gönül ve gönül ehlinin kapısından bir hayli âbıhayat içtin, gözlerin açıldı.
  • بس غذای سکر و وجد و بی‌خودی ** از در اهل دلان بر جان زدی
  • Canın, ehlin diller gönlünden nice şükür, vecit ve kendinden geçiş gıdaları yedi.
  • باز این در را رها کردی ز حرص ** گرد هر دکان همی‌گردی ز حرص 295
  • Sonra da yine hırs yüzünden bu kapıyı bıraktın, hırs yüzünden her dükkânın etrafında dönüp dolaşmadasın.
  • بر در آن منعمان چرب‌دیگ ** می‌دوی بهر ثرید مردریگ
  • O çömleği yağlı ihsan sahiplerinin kapısına, arda kalasıca bir tirit için koşup duruyorsun.
  • چربش اینجا دان که جان فربه شود ** کار نااومید اینجا به شود
  • Bil ki can, asıl burada yağlanır, ümitsiz bir hâle düşenin işi burada düzelir.
  • جمع آمدن اهل آفت هر صباحی بر در صومعه‌ی عیسی علیه السلام جهت طلب شفا به دعای او
  • Hastaların, duasıyla şifa dilemek, şifa bulmak için her sabah İsa aleyhisselam’ın ibadet ettiği yerin kapısına toplanmaları
  • صومعه‌ی عیسیست خوان اهل دل ** هان و هان ای مبتلا این در مهل
  • İsa’nın ibadet yeri, gönül ehlinin sofrasıdır. Kendine gel, kendine ey derde müptelâ, sakın bu kapıyı bırakma.
  • جمع گشتندی ز هر اطراف خلق ** از ضریر و لنگ و شل و اهل دلق
  • Halk her taraftan toplanır, kör, çolak, kötürüm, topal… Hepsi.
  • بر در آن صومعه‌ی عیسی صباح ** تا بدم اوشان رهاند از جناح 300
  • Sabahleyin İsa’nın ibadet ettiği yerin kapısına gelir, onun nefesiyle illetten kurtulmayı umarak bekleşirdi.
  • او چو فارغ گشتی از اوراد خویش ** چاشتگه بیرون شدی آن خوب‌کیش
  • İsa, o güzel gidişli, evradını bitirince kuşluk çağı dışarı çıkar.
  • جوق جوقی مبتلا دیدی نزار ** شسته بر در در امید و انتظار
  • Zayıf, perişan birçok dertlinin şifa ümidiyle kapıya oturup bekleştiğini görür.
  • گفتی ای اصحاب آفت از خدا ** حاجت این جملگانتان شد روا
  • Dua ederde “Allah, hepinizin muradını verdi, maksatlarınıza eriştiniz.
  • هین روان گردید بی رنج و عنا ** سوی غفاری و اکرام خدا
  • Şimdilik illetsiz zahmetsiz yürüyün, Allah’ın yargılama ve kerem etmesine doğrulun” der.
  • جملگان چون اشتران بسته‌پای ** که گشایی زانوی ایشان برای 305
  • Hepsi ayaklara bağlı develere benzerken himmet edip bağlarını çözer.
  • خوش دوان و شادمانه سوی خان ** از دعای او شدندی پا دوان
  • Onlar da hemencecik sıhhat bulup onun duasıyla neşelenerek yürür giderlerdi.
  • آزمودی تو بسی آفات خویش ** یافتی صحت ازین شاهان کیش
  • Sen de bunca âfetlere uğradın, hepsinden tecrübeler gördün… Padişah meşrepli erlerden sıhhat buldun.
  • چند آن لنگی تو رهوار شد ** چند جانت بی غم و آزار شد
  • Topallığın kaç kere düzeldi, canın kaç defa gamdan, mihnetten kurtuldu.
  • ای مغفل رشته‌ای بر پای بند ** تا ز خود هم گم نگردی ای لوند
  • Sense gâfilcesine kendini de kaybetmemek için ayağına bir ip bağlamış durmaktasın be herif!
  • ناسپاسی و فراموشی تو ** یاد ناورد آن عسل‌نوشی تو 310
  • Şükretmiyorsun, nail olduğun nimetleri unutmuşsun. Bu unutuş, o bal yediğin zamanları hatırına bile getirmiyor.
  • لاجرم آن راه بر تو بسته شد ** چون دل اهل دل از تو خسته شد
  • Hulâsa o yol, sana bağlandı. Çünkü gönül ehlinin gönlü, senden incindi, sana darıldı.
  • زودشان در یاب و استغفار کن ** همچو ابری گریه‌های زار کن
  • Çabuk onları bul, kusur dile, tövbe et. Bulut gibi ağla, inle.
  • تا گلستانشان سوی تو بشکفد ** میوه‌های پخته بر خود وا کفد
  • De sana onların gül bahçeleri açılsın, sana olgun meyveler saçılsın.
  • هم بر آن در گرد کم از سگ مباش ** با سگ کهف ار شدستی خواجه‌تاش
  • O kapıda dön, dolaş Eshabı Kehf’in köpeğiyle kapı yoldaşıysan köpekten aşağı olma.
  • چون سگان هم مر سگان را ناصح‌اند ** که دل اندر خانه‌ی اول ببند 315
  • Köpekler bile, gönlünü ilk eve bağla diye köpeklere nasihat ederler.
  • آن در اول که خوردی استخوان ** سخت گیر و حق گزار آن را ممان
  • Kemik yediğin ilk kapıya sıkı bağlan, hak gözetmeyi terk etme derler.
  • می‌گزندش تا ز ادب آنجا رود ** وز مقام اولین مفلح شود
  • Edeplensin de oraya gitsin, kurtuluşu o ilk kapıda bulsun diye onu ısırırlar.
  • می‌گزندش کای سگ طاغی برو ** با ولی نعمتت یاغی مشو
  • Isırırken şöyle derler "A azgın köpek, velinimetine isyan etme.
  • بر همان در همچو حلقه بسته باش ** پاسبان و چابک و برجسته باش
  • Halka gibi o kapıya bağlan. O kapıda bekçilik et, o kapıda çevik davran, o kapıda sıçra.
  • صورت نقض وفای ما مباش ** بی‌وفایی را مکن بیهوده فاش 320
  • Vefasızlığını apaçık gösterme, beyhude yere vefasızlığı fâş etme.
  • مر سگان را چون وفا آمد شعار ** رو سگان را ننگ و بدنامی میار
  • Köpeklerin âdeti vefakârlıktır. Yürü be, bari köpeklerin adını kötüye çıkarma."
  • بی‌وفایی چون سگان را عار بود ** بی‌وفایی چون روا داری نمود
  • Ulu Allah bile vefakârlıkla öğündü de “ Bizden gayrı ahdine kim vefa eder ki?” dedi.
  • حق تعالی فخر آورد از وفا ** گفت من اوفی بعهد غیرنا
  • Hakları reddettikten, saymadıktan sonra isteğin kadar vefakâr ol. Bil ki bu vefa, vefasızlığın ta kendisidir.
  • بی‌وفایی دان وفا با رد حق ** بر حقوق حق ندارد کس سبق
  • Çünkü hiç kimse Allah hakkından daha ziyade hak sahibi değildir ki.
  • حق مادر بعد از آن شد کان کریم ** کرد او را از جنین تو غریم 325
  • Ana hakkı bile Allah hakkından sonra gelir. Çünkü Allah, anayı senin ana karnındaki şekline borçlu etmiştir.
  • صورتی کردت درون جسم او ** داد در حملش ورا آرام و خو
  • Allah, seni onun cisminde bir surete bürümüş, gebelik halinde ona seninle istirahat ve huzur vermiş, onu sana alıştırmış.
  • همچو جزو متصل دید او ترا ** متصل را کرد تدبیرش جدا
  • O da seni kendisinin bir cüz’ü görmüştür. Allah’ın tedbiri anaya ilişik olan o cüz’ü ayırmıştır.
  • حق هزاران صنعت و فن ساختست ** تا که مادر بر تو مهر انداختست
  • Allah, binlerce sanat ve fen düzdü de ana, sana sevgi bağladı, şefkat gösterdi.
  • پس حق حق سابق از مادر بود ** هر که آن حق را نداند خر بود
  • Şu halde Allah hakkı, ana hakkından öncedir, Allah hakkını bilmeyen eşektir.