-
جملگان چون اشتران بستهپای ** که گشایی زانوی ایشان برای 305
- Hepsi ayaklara bağlı develere benzerken himmet edip bağlarını çözer.
-
خوش دوان و شادمانه سوی خان ** از دعای او شدندی پا دوان
- Onlar da hemencecik sıhhat bulup onun duasıyla neşelenerek yürür giderlerdi.
-
آزمودی تو بسی آفات خویش ** یافتی صحت ازین شاهان کیش
- Sen de bunca âfetlere uğradın, hepsinden tecrübeler gördün… Padişah meşrepli erlerden sıhhat buldun.
-
چند آن لنگی تو رهوار شد ** چند جانت بی غم و آزار شد
- Topallığın kaç kere düzeldi, canın kaç defa gamdan, mihnetten kurtuldu.
-
ای مغفل رشتهای بر پای بند ** تا ز خود هم گم نگردی ای لوند
- Sense gâfilcesine kendini de kaybetmemek için ayağına bir ip bağlamış durmaktasın be herif!
-
ناسپاسی و فراموشی تو ** یاد ناورد آن عسلنوشی تو 310
- Şükretmiyorsun, nail olduğun nimetleri unutmuşsun. Bu unutuş, o bal yediğin zamanları hatırına bile getirmiyor.
-
لاجرم آن راه بر تو بسته شد ** چون دل اهل دل از تو خسته شد
- Hulâsa o yol, sana bağlandı. Çünkü gönül ehlinin gönlü, senden incindi, sana darıldı.
-
زودشان در یاب و استغفار کن ** همچو ابری گریههای زار کن
- Çabuk onları bul, kusur dile, tövbe et. Bulut gibi ağla, inle.
-
تا گلستانشان سوی تو بشکفد ** میوههای پخته بر خود وا کفد
- De sana onların gül bahçeleri açılsın, sana olgun meyveler saçılsın.
-
هم بر آن در گرد کم از سگ مباش ** با سگ کهف ار شدستی خواجهتاش
- O kapıda dön, dolaş Eshabı Kehf’in köpeğiyle kapı yoldaşıysan köpekten aşağı olma.
-
چون سگان هم مر سگان را ناصحاند ** که دل اندر خانهی اول ببند 315
- Köpekler bile, gönlünü ilk eve bağla diye köpeklere nasihat ederler.
-
آن در اول که خوردی استخوان ** سخت گیر و حق گزار آن را ممان
- Kemik yediğin ilk kapıya sıkı bağlan, hak gözetmeyi terk etme derler.
-
میگزندش تا ز ادب آنجا رود ** وز مقام اولین مفلح شود
- Edeplensin de oraya gitsin, kurtuluşu o ilk kapıda bulsun diye onu ısırırlar.
-
میگزندش کای سگ طاغی برو ** با ولی نعمتت یاغی مشو
- Isırırken şöyle derler "A azgın köpek, velinimetine isyan etme.
-
بر همان در همچو حلقه بسته باش ** پاسبان و چابک و برجسته باش
- Halka gibi o kapıya bağlan. O kapıda bekçilik et, o kapıda çevik davran, o kapıda sıçra.
-
صورت نقض وفای ما مباش ** بیوفایی را مکن بیهوده فاش 320
- Vefasızlığını apaçık gösterme, beyhude yere vefasızlığı fâş etme.
-
مر سگان را چون وفا آمد شعار ** رو سگان را ننگ و بدنامی میار
- Köpeklerin âdeti vefakârlıktır. Yürü be, bari köpeklerin adını kötüye çıkarma."
-
بیوفایی چون سگان را عار بود ** بیوفایی چون روا داری نمود
- Ulu Allah bile vefakârlıkla öğündü de “ Bizden gayrı ahdine kim vefa eder ki?” dedi.
-
حق تعالی فخر آورد از وفا ** گفت من اوفی بعهد غیرنا
- Hakları reddettikten, saymadıktan sonra isteğin kadar vefakâr ol. Bil ki bu vefa, vefasızlığın ta kendisidir.
-
بیوفایی دان وفا با رد حق ** بر حقوق حق ندارد کس سبق
- Çünkü hiç kimse Allah hakkından daha ziyade hak sahibi değildir ki.
-
حق مادر بعد از آن شد کان کریم ** کرد او را از جنین تو غریم 325
- Ana hakkı bile Allah hakkından sonra gelir. Çünkü Allah, anayı senin ana karnındaki şekline borçlu etmiştir.
-
صورتی کردت درون جسم او ** داد در حملش ورا آرام و خو
- Allah, seni onun cisminde bir surete bürümüş, gebelik halinde ona seninle istirahat ve huzur vermiş, onu sana alıştırmış.
-
همچو جزو متصل دید او ترا ** متصل را کرد تدبیرش جدا
- O da seni kendisinin bir cüz’ü görmüştür. Allah’ın tedbiri anaya ilişik olan o cüz’ü ayırmıştır.
-
حق هزاران صنعت و فن ساختست ** تا که مادر بر تو مهر انداختست
- Allah, binlerce sanat ve fen düzdü de ana, sana sevgi bağladı, şefkat gösterdi.
-
پس حق حق سابق از مادر بود ** هر که آن حق را نداند خر بود
- Şu halde Allah hakkı, ana hakkından öncedir, Allah hakkını bilmeyen eşektir.
-
آنک مادر آفرید و ضرع و شیر ** با پدر کردش قرین آن خود مگیر 330
- Anayı, ananın memesini, sütünü yaratan, onu babayla çift eden O’dur, O’na serkeş olma.
-
ای خداوند ای قدیم احسان تو ** آنک دانم وانک نه هم آن تو
- Ey Allah, ey ihsanı kadîm olan, bildiğim de senindir, bilmediğim de.
-
تو بفرمودی که حق را یاد کن ** زانک حق من نمیگردد کهن
- Sen, Allah’ı an, çünkü benim hakkım hiç eskimez.
-
یاد کن لطفی که کردم آن صبوح ** با شما از حفظ در کشتی نوح
- O sabah çağında, sizin Nuh’un gemisinde koruduğumuzu, bu suretle lütuflarda bulunduğumu an.
-
پیله بابایانتان را آن زمان ** دادم از طوفان و از موجش امان
- O zaman sizin aslınızı, atalarınızı tufandan, tufan dalgasından korudum, onlara aman verdim.
-
آب آتش خو زمین بگرفته بود ** موج او مر اوج که را میربود 335
- Ateş huylu su, yeryüzünü kaplamıştı. Dalgası, dağların tepelerine kadar çıkıyordu.
-
حفظ کردم من نکردم ردتان ** در وجود جد جد جدتان
- Sizi reddetmedim, atanızın atasının atasının varlığında sizi korudum.
-
چون شدی سر پشت پایت چون زنم ** کارگاه خویش ضایع چون کنم
- Mademki baş oldun, sana nasıl ayağımla vururum, kendi iş yurdumu nasıl ziyan ederim?
-
چون فدای بیوفایان میشوی ** از گمان بد بدان سو میروی
- Vefasızlara kendini feda ediyor, kötü bir zan yüzünden o tarafa doğru gidiyorsun.
-
من ز سهو و بیوفاییها بری ** سوی من آیی گمان بد بری
- Bense unutmadan, vefasızlıktan berîyim. Benim yanıma gelsen bile kötü bir zanla gelirsin.
-
این گمان بد بر آنجا بر که تو ** میشوی در پیش همچون خود دوتو 340
- Sen, hani kendine benzeyenlerin önünde iki kat olursun ya… İşte onlar hakkında kötü zanda bulun.
-
بس گرفتی یار و همراهان زفت ** گر ترا پرسم که کو گویی که زفت
- Nice ulu ulu dostlar, yoldaşlar edindin. Sana, nerede onlar diye sorsam gittiler dersin.
-
یار نیکت رفت بر چرخ برین ** یار فسقت رفت در قعر زمین
- İyi dostun yüce göklere gitti kötülük dostunsa yerin dibine geçti.
-
تو بماندی در میانه آنچنان ** بیمدد چون آتشی از کاروان
- Ara yerde sen kalakaldın, yardımsız, yardımcısız kervandan arta kalan ve sönmeye mahkûm ateşe döndün.
-
دامن او گیر ای یار دلیر ** کو منزه باشد از بالا و زیر
- Ey baba yiğit dost, yukardan, aşağıdan münezzeh olanın eteğini tut.
-
نه چو عیسی سوی گردون بر شود ** نه چو قارون در زمین اندر رود 345
- O, ne İsa gibi göklere ağar, ne Karun gibi yerlere geçer.
-
با تو باشد در مکان و بیمکان ** چون بمانی از سرا و از دکان
- Sen yerden, yurttan alımdan, satımdan kaldın mı o, mekân âleminde de seninle beraberdir, Lâmekân âleminde de.
-
او بر آرد از کدورتها صفا ** مر جفاهای ترا گیرد وفا
- Bulanıklardan, duruluklar çıkarır, cefalarını vefa yerine tutar.
-
چون جفا آری فرستد گوشمال ** تا ز نقصان وا روی سوی کمال
- Cefakârlıkta bulunursan noksandan kurtulup kemâle erişesin diye kulağını burar.
-
چون تو وردی ترک کردی در روش ** بر تو قبضی آید از رنج و تبش
- Sülûkte virdini terk edersen zahmete, mihnete düşer, sıkıntıya uğrarsın ya.
-
آن ادب کردن بود یعنی مکن ** هیچ تحویلی از آن عهد کهن 350
- İşte o tediptir. Yapma, o eski ahdi hiç değiştirme demektir.
-
پیش از آن کین قبض زنجیری شود ** این که دلگیریست پاگیری شود
- Bu iç sıkıntısı bir zincir şeklini almadan, bu gönlünü sıkan şey, ayağını bağlamadan önce.
-
رنج معقولت شود محسوس و فاش ** تا نگیری این اشارت را بلاش
- Bu işareti, beyhude zan etmemen için uğradığın o makul zahmet, duyguna hitap eder bir hâle gelir ve meydana çıkar.
-
در معاصی قبضها دلگیر شد ** قبضها بعد از اجل زنجیر شد
- Suç işlediğin zaman iç sıkıntıları gönlünü kaplar, bu sıkıntılar, ecelden sonra ist zincir şekline bürünür.
-
نعط من اعرض هنا عن ذکرنا ** عیشة ضنک و نجزی بالعمی
- Burada bizi anmaktan çekinen kişiye dar bir yaşayış verilir ve körlükle cezalanır.