English    Türkçe    فارسی   

3
324-373

  • بی‌وفایی دان وفا با رد حق ** بر حقوق حق ندارد کس سبق
  • Çünkü hiç kimse Allah hakkından daha ziyade hak sahibi değildir ki.
  • حق مادر بعد از آن شد کان کریم ** کرد او را از جنین تو غریم 325
  • Ana hakkı bile Allah hakkından sonra gelir. Çünkü Allah, anayı senin ana karnındaki şekline borçlu etmiştir.
  • صورتی کردت درون جسم او ** داد در حملش ورا آرام و خو
  • Allah, seni onun cisminde bir surete bürümüş, gebelik halinde ona seninle istirahat ve huzur vermiş, onu sana alıştırmış.
  • همچو جزو متصل دید او ترا ** متصل را کرد تدبیرش جدا
  • O da seni kendisinin bir cüz’ü görmüştür. Allah’ın tedbiri anaya ilişik olan o cüz’ü ayırmıştır.
  • حق هزاران صنعت و فن ساختست ** تا که مادر بر تو مهر انداختست
  • Allah, binlerce sanat ve fen düzdü de ana, sana sevgi bağladı, şefkat gösterdi.
  • پس حق حق سابق از مادر بود ** هر که آن حق را نداند خر بود
  • Şu halde Allah hakkı, ana hakkından öncedir, Allah hakkını bilmeyen eşektir.
  • آنک مادر آفرید و ضرع و شیر ** با پدر کردش قرین آن خود مگیر 330
  • Anayı, ananın memesini, sütünü yaratan, onu babayla çift eden O’dur, O’na serkeş olma.
  • ای خداوند ای قدیم احسان تو ** آنک دانم وانک نه هم آن تو
  • Ey Allah, ey ihsanı kadîm olan, bildiğim de senindir, bilmediğim de.
  • تو بفرمودی که حق را یاد کن ** زانک حق من نمی‌گردد کهن
  • Sen, Allah’ı an, çünkü benim hakkım hiç eskimez.
  • یاد کن لطفی که کردم آن صبوح ** با شما از حفظ در کشتی نوح
  • O sabah çağında, sizin Nuh’un gemisinde koruduğumuzu, bu suretle lütuflarda bulunduğumu an.
  • پیله بابایانتان را آن زمان ** دادم از طوفان و از موجش امان
  • O zaman sizin aslınızı, atalarınızı tufandan, tufan dalgasından korudum, onlara aman verdim.
  • آب آتش خو زمین بگرفته بود ** موج او مر اوج که را می‌ربود 335
  • Ateş huylu su, yeryüzünü kaplamıştı. Dalgası, dağların tepelerine kadar çıkıyordu.
  • حفظ کردم من نکردم ردتان ** در وجود جد جد جدتان
  • Sizi reddetmedim, atanızın atasının atasının varlığında sizi korudum.
  • چون شدی سر پشت پایت چون زنم ** کارگاه خویش ضایع چون کنم
  • Mademki baş oldun, sana nasıl ayağımla vururum, kendi iş yurdumu nasıl ziyan ederim?
  • چون فدای بی‌وفایان می‌شوی ** از گمان بد بدان سو می‌روی
  • Vefasızlara kendini feda ediyor, kötü bir zan yüzünden o tarafa doğru gidiyorsun.
  • من ز سهو و بی‌وفاییها بری ** سوی من آیی گمان بد بری
  • Bense unutmadan, vefasızlıktan berîyim. Benim yanıma gelsen bile kötü bir zanla gelirsin.
  • این گمان بد بر آنجا بر که تو ** می‌شوی در پیش همچون خود دوتو 340
  • Sen, hani kendine benzeyenlerin önünde iki kat olursun ya… İşte onlar hakkında kötü zanda bulun.
  • بس گرفتی یار و همراهان زفت ** گر ترا پرسم که کو گویی که زفت
  • Nice ulu ulu dostlar, yoldaşlar edindin. Sana, nerede onlar diye sorsam gittiler dersin.
  • یار نیکت رفت بر چرخ برین ** یار فسقت رفت در قعر زمین
  • İyi dostun yüce göklere gitti kötülük dostunsa yerin dibine geçti.
  • تو بماندی در میانه آنچنان ** بی‌مدد چون آتشی از کاروان
  • Ara yerde sen kalakaldın, yardımsız, yardımcısız kervandan arta kalan ve sönmeye mahkûm ateşe döndün.
  • دامن او گیر ای یار دلیر ** کو منزه باشد از بالا و زیر
  • Ey baba yiğit dost, yukardan, aşağıdan münezzeh olanın eteğini tut.
  • نه چو عیسی سوی گردون بر شود ** نه چو قارون در زمین اندر رود 345
  • O, ne İsa gibi göklere ağar, ne Karun gibi yerlere geçer.
  • با تو باشد در مکان و بی‌مکان ** چون بمانی از سرا و از دکان
  • Sen yerden, yurttan alımdan, satımdan kaldın mı o, mekân âleminde de seninle beraberdir, Lâmekân âleminde de.
  • او بر آرد از کدورتها صفا ** مر جفاهای ترا گیرد وفا
  • Bulanıklardan, duruluklar çıkarır, cefalarını vefa yerine tutar.
  • چون جفا آری فرستد گوشمال ** تا ز نقصان وا روی سوی کمال
  • Cefakârlıkta bulunursan noksandan kurtulup kemâle erişesin diye kulağını burar.
  • چون تو وردی ترک کردی در روش ** بر تو قبضی آید از رنج و تبش
  • Sülûkte virdini terk edersen zahmete, mihnete düşer, sıkıntıya uğrarsın ya.
  • آن ادب کردن بود یعنی مکن ** هیچ تحویلی از آن عهد کهن 350
  • İşte o tediptir. Yapma, o eski ahdi hiç değiştirme demektir.
  • پیش از آن کین قبض زنجیری شود ** این که دلگیریست پاگیری شود
  • Bu iç sıkıntısı bir zincir şeklini almadan, bu gönlünü sıkan şey, ayağını bağlamadan önce.
  • رنج معقولت شود محسوس و فاش ** تا نگیری این اشارت را بلاش
  • Bu işareti, beyhude zan etmemen için uğradığın o makul zahmet, duyguna hitap eder bir hâle gelir ve meydana çıkar.
  • در معاصی قبضها دلگیر شد ** قبضها بعد از اجل زنجیر شد
  • Suç işlediğin zaman iç sıkıntıları gönlünü kaplar, bu sıkıntılar, ecelden sonra ist zincir şekline bürünür.
  • نعط من اعرض هنا عن ذکرنا ** عیشة ضنک و نجزی بالعمی
  • Burada bizi anmaktan çekinen kişiye dar bir yaşayış verilir ve körlükle cezalanır.
  • دزد چون مال کسان را می‌برد ** قبض و دلتنگی دلش را می‌خلد 355
  • Hırsız, insanların mallarını çaldı mı bir iç sıkıntısı, bir darlık gönlünü tırmalamaya başlar.
  • او همی‌گوید عجب این قبض چیست ** قبض آن مظلوم کز شرت گریست
  • O, bu sıkıntı, bu darlık nedir ki, der. Şerrinden ağlayan mazlum yok mu? İşte onun sıkıntısı, onun darlığı.
  • چون بدین قبض التفاتی کم کند ** باد اصرار آتشش را دم کند
  • Bu darlığa, bu sıkıntıya pek aldırış etmezse bu inadının rüzgârı ateşini üfler.
  • قبض دل قبض عوان شد لاجرم ** گشت محسوس آن معانی زد علم
  • Hulâsa gönül sıkıntısı, memurların sıkıştırması hâline gelir, o manalar, duyulur, görülür bir hâle gelip meydana çıkar.
  • غصه‌ها زندان شدست و چارمیخ ** غصه بیخست و بروید شاخ بیخ
  • Dertler, zindan ve çarmıh olur. Dert; köktür, kök; dal budak verir.
  • بیخ پنهان بود هم شد آشکار ** قبض و بسط اندرون بیخی شمار 360
  • Kök gizliydi, meydana çıktı. Sen de darlığını, ferahlığını bir kök bil.
  • چونک بیخ بد بود زودش بزن ** تا نروید زشت‌خاری در چمن
  • Kötü kökse hemencecik, çabucak onu sök ki çimenlikte çirkin bir diken çıkmasın.
  • قبض دیدی چاره‌ی آن قبض کن ** زانک سرها جمله می‌روید ز بن
  • İç sıkıntısı görünce ona bir çare bul. Çünkü dallar, hep kökten meydana gelir.
  • بسط دیدی بسط خود را آب ده ** چون بر آید میوه با اصحاب ده
  • Genişlik gördün mü de onu sula, yetişip meyve verince dostlara dağıt.
  • باقی قصه‌ی اهل سبا
  • Seba’lılar hikâyesi
  • آن سبا ز اهل صبا بودند و خام ** کارشان کفران نعمت با کرام
  • Seba’lılar, heveslerine uymuş ham kişilerdi. İşleri, güçleri büyüklerin nimetlerine karşı nankörlükte bulunmaktı.
  • باشد آن کفران نعمت در مثال ** که کنی با محسن خود تو جدال 365
  • Bu nankörlük, âdeta sana ihsan eden adama karşı kötülükte bulunmana, onunla savaşmana benzer.
  • که نمی‌باید مرا این نیکوی ** من برنجم زین چه رنجم می‌شوی
  • Meselâ, o iyilik edene, ben bu iyiliği istemiyorum, bundan inciniyorum, neden beni incitiyorsun?
  • لطف کن این نیکوی را دور کن ** من نخواهم چشم زودم کور کن
  • Lütfet de bu iyiliği yapma. Ben, göz istemiyorum, beni kör et, dersin, işte bunun gibi.
  • پس سبا گفتند باعد بیننا ** شیننا خیر لنا خذ زیننا
  • Seba’lılar da “Şehirlerimiz birbirine çok yakın, onları uzaklaştır. Kötülük, çirkinlik bize daha iyi, bizim ziynetimizi güzelliğimizi al.
  • ما نمی‌خواهیم این ایوان و باغ ** نه زنان خوب و نه امن و فراغ
  • Biz, bu köşkleri, bağları, bahçeleri istemiyoruz. Ne güzel kadınlarla işimiz var, ne emniyet ve huzurla.
  • شهرها نزدیک همدیگر بدست ** آن بیابانست خوش کانجا ددست 370
  • Şehirler, birbirine pek yakın. Hâlbuki orada ne boş bir çöl, ne güzel bir ova var. Orada yırtıcı hayvanlar, canavarlar vardır” dediler.
  • یطلب الانسان فی الصیف الشتا ** فاذا جاء الشتا انکر ذا
  • İnsan yazın kışı ister, fakat kış geldi mi bundan da vazgeçer, istemez.
  • فهو لا یرضی بحال ابدا ** لا بضیق لا بعیش رغدا
  • Bir hâle katiyen razı olmaz. Ne darlıktan hoşlanır, ne genişlikten, boşluktan.
  • قتل الانسان ما اکفره ** کلما نال هدی انکره
  • Geberesi insan, efendisine ne de kâfirdir ya… Hidayete nail oldu mu tutar, inkâra sapar.