English    Türkçe    فارسی   

3
3327-3376

  • تا زبان مرغ و سگ آموختم ** دیده‌ی س القضا را دوختم
  • Kümes hayvanlarıyla köpeklerin dillerini öğrendim de kötü takdirlerden kendimi kurtardım demekteydi.
  • روز دیگر آن سگ محروم گفت ** کای خروس ژاژخا کو طاق و جفت
  • Ekmekten mahrum kalan köpek, üçüncü gün “Ey tek, çift atıp duran herzevekil ve yalancı horoz!
  • خجل گشتن خروس پیش سگ به سبب دروغ شدن در آن سه وعده
  • Köpeğe vaat ettiği üç şeyde de yalanı çıkmış olan horozun utanması
  • چند چند آخر دروغ و مکر تو ** خود نپرد جز دروغ از وکر تو
  • Yalanın, düzenin niceye bir sürecek? Sen yalandan başka bir söz söylemez misin?” dedi.
  • گفت حاشا از من و از جنس من ** که بگردیم از دروغی ممتحن 3330
  • Horoz dedi ki: “Haşa… Ne ben yalan söylerim, ne benim cinsimden olan öbür horozlar. Biz yalandan yunmuş, arınmışız!
  • ما خروسان چون مذن راست‌گوی ** هم رقیب آفتاب و وقت‌جوی
  • Biz horozlar, müezzinler gibi doğru söyler, güneşi gözetler, vakit geldi mi ki diye bekler dururuz!
  • پاسبان آفتابیم از درون ** گر کنی بالای ما طشتی نگون
  • Bizi bir leğen altına kapatsalar yine içten içe güneşi gözler, onun nerede olduğunu anlarız.
  • پاسبان آفتابند اولیا ** در بشر واقف ز اسرار خدا
  • Velîler, güneşin bekçileridir. İnsanlar içinde Allah sırlarını bilir, anlar onlar.
  • اصل ما را حق پی بانگ نماز ** داد هدیه آدمی را در جهاز
  • Allah, bizi namaz vaktini bildirmek üzere Âdemoğluna hediye etmiştir.
  • گر بناهنگام سهوی‌مان رود ** در اذان آن مقتل ما می‌شود 3335
  • İçimizden biri yanılır da vakitsiz öterse o ötüşü ölümüne sebep olur.
  • گفت ناهنگام حی عل فلاح ** خون ما را می‌کند خوار و مباح
  • Vakitsiz “Haydin namaza” dememiz, kanımızı mubah eder.
  • آنک معصوم آمد و پاک از غلط ** آن خروس جان وحی آمد فقط
  • Masum olan, yanılmayansa ancak vahye mahzar olan can horozudur.
  • آن غلامش مرد پیش مشتری ** شد زیان مشتری آن یکسری
  • Kölesini de sattı. Köle satılır satılmaz öldü, alan da iki kat ziyana girdi.
  • او گریزانید مالش را ولیک ** خون خود را ریخت اندر یاب نیک
  • Malını kaçırdı ama iyi bil ki kendi kanına girdi.
  • یک زیان دفع زیانها می‌شدی ** جسم و مال ماست جانها را فدا 3340
  • Bir ziyana uğramak, birçok ziyanları defedecekti. Cismimiz, malımız, canlarımıza fedadır; canımıza gelecek belâ, cismimize, malımıza gelir.
  • پیش شاهان در سیاست‌گستری ** می‌دهی تو مال و سر را می‌خری
  • Gazaba uğradın mı padişahlara malını verir, başını kurtarırsın.
  • اعجمی چون گشته‌ای اندر قضا ** می‌گریزانی ز داور مال را
  • Fakat iş bilmez cahil misin? Kazaya düşünce padişahtan malını kaçırmaya kalkışırsın.
  • خبر کردن خروس از مرگ خواجه
  • Horozun ev sahibinin ölümünü haber vermesi
  • لیک فردا خواهد او مردن یقین ** گاو خواهد کشت وارث در حنین
  • Fakat şimdi de yarınki gün ev sahibi ölecek. Mirasına konan feryat ve figan ederek bir öküz kesecek.
  • صاحب خانه بخواهد مرد رفت ** روز فردا نک رسیدت لوت زفت
  • Yarın, adam ölünce sana epeyce yemek düşecek.
  • پاره‌های نان و لالنگ و طعام ** در میان کوی یابد خاص و عام 3345
  • Köyde halk da, ileri gelenler de kurban etleri, lalangalar, yemekler yiyecekler.
  • گاو قربانی و نانهای تنک ** بر سگان و سایلان ریزد سبک
  • Yoksullara, köpeklere bir hayli öküz eti, koca koca ekmekler dağıtılacak.
  • مرگ اسپ و استر و مرگ غلام ** بد قضا گردان این مغرور خام
  • Atın, eşeğin, kölenin ölümü, bu ham mağrura gelecek kazayı defedecekti.
  • از زیان مال و درد آن گریخت ** مال افزون کرد و خون خویش ریخت
  • Fakat o, malının ziyan olmasından ve bu yüzden derde düşmesinden kaçtı, malını çoğalttı… Çoğalttı ama kendi kanına girdi!
  • این ریاضتهای درویشان چراست ** کان بلا بر تن بقای جانهاست
  • Dervişlerin bu riyazatları neden? Çünkü cisme verilen o eziyetler, canların bakasına sebep olur.
  • تا بقای خود نیابد سالکی ** چون کند تن را سقیم و هالکی 3350
  • Salik, ebediliğe erişmese nasıl olur da tenini hastalıklara uğratır, helâk eder?
  • دست کی جنبد به ایثار و عمل ** تا نبیند داده را جانش بدل
  • Ruhu, karşılığında elde edeceği şeyleri görmese insan, elini açar da cömertlik eder, ibadette bulunur mu?
  • آنک بدهد بی امید سودها ** آن خدایست آن خدایست آن خدا
  • Kâr ummaksızın veren ancak Allah’tır, Allah’tır, Allah!
  • یا ولی حق که خوی حق گرفت ** نور گشت و تابش مطلق گرفت
  • Yahut da Allah huylarıyla huylanmış olan, nur olan, Allah parıltısını elde eden Allah velisi.
  • کو غنی است و جز او جمله فقیر ** کی فقیری بی عوض گوید که گیر
  • Çünkü o ganidir, ondan başka herkes yoksul. Bir yoksul, karşılık ummadan al diyebilir, mal verebilir mi?
  • تا نبیند کودکی که سیب هست ** او پیاز گنده را ندهد ز دست 3355
  • Çocuk, elmayı görmedikçe kokmuş soğanı elinden bırakır mı hiç?
  • این همه بازار بهر این غرض ** بر دکانها شسته بر بوی عوض
  • Bütün alışverişlerde maksat var. Herkes, bir şey elde etmek için dükkânına geçmiş, kurulmuştur.
  • صد متاع خوب عرضه می‌کنند ** واندرون دل عوضها می‌تنند
  • Yüzlerce güzel matahlar gösterir, gönlünden elde edeceği karşılığı düşünür durur.
  • یک سلامی نشنوی ای مرد دین ** که نگیرد آخرت آن آستین
  • Ey din ulusu, bir selâm bile duymazsın ki selâm veren, sonunda yenini, yakanı yakalamasın.
  • بی طمع نشنیده‌ام از خاص و عام ** من سلامی ای برادر والسلام
  • Kardeş, ben halkın ileri gelenlerinden de, geri kalanlarından da tamahsız bir selâm bile işitmedim vesselâm!
  • جز سلام حق هین آن را بجو ** خانه خانه جا بجا و کو بکو 3360
  • Yalnız Allah’ın selâmında bir tamah yoktur… İşte o kadar. Sen ev ev, yer yer onu ara, gaflet etme!
  • از دهان آدمی خوش‌مشام ** هم پیام حق شنودم هم سلام
  • Ben ağzı güzel kokan adamın ağzından hem Allah haberini duydum, hem Allah selâmını!
  • وین سلام باقیان بر بوی آن ** من همی‌نوشم به دل خوشتر ز جان
  • Bu Allah erlerinin selâmını da canla, gönülle kabul eder; Allah selâmını onların selâmından duyar, içerim.
  • زان سلام او سلام حق شدست ** کتش اندر دودمان خود زدست
  • Çünkü onun selâmı da Allah selâmı olmuştur. Çünkü o, kendi varlığını ateşlere atmış, yakmıştır.
  • مرده است از خود شده زنده برب ** زان بود اسرار حقش در دو لب
  • Kendi varlığından ölmüş, Allah’ıyla dirilmiştir. Onun için Allah sırları, iki dudağının arasından çıkıp durmadadır.
  • مردن تن در ریاضت زندگیست ** رنج این تن روح را پایندگیست 3365
  • Riyazatta tenin ölümü diriliktir. Bu bedenin eziyet çekmesi ruha ebedîlik verir.
  • گوش بنهاده بد آن مرد خبیث ** می‌شنود او از خروسش آن حدیث
  • O habis herif de horoz ne diyecek diye kulak vermiş dinliyordu.
  • دویدن آن شخص به سوی موسی به زنهار چون از خروس خبر مرگ خود شنید
  • O adamın, horozdan ölüm haberini duyunca Musa’ya koşması
  • چون شنید اینها دوان شد تیز و تفت ** بر در موسی کلیم الله رفت
  • Bunları duyunca ateşlenip koşa koşa Musa Kelimullah’ın kapısına dayandı.
  • رو همی‌مالید در خاک او ز بیم ** که مرا فریاد رس زین ای کلیم
  • Korkudan kapısının toprağına yüz sürmekte, Ey Kelîm, feryadıma yetiş demekteydi.
  • گفت رو بفروش خود را و بره ** چونک استا گشته‌ای بر جه ز چه
  • Musa, “Yürü, yüzünü yerlere döşe de kurtul. Mademki usta oldun, kuyudan sıçra, çık!
  • بر مسلمانان زیان انداز تو ** کیسه و همیانها را کن دوتو 3370
  • Hadi Müslümanlara ziyan ver, keseni, dağarcığını iki kat doldur.
  • من درون خشت دیدم این قضا ** که در آیینه عیان شد مر ترا
  • Ben, sana aynada görünen bu kaza ve kaderi kerpiçte gördüm.
  • عاقل اول بیند آخر را بدل ** اندر آخر بیند از دانش مقل
  • Akıllı kişiye, sonda görülecek şey önceden görünür, gönlüne doğar; bilgisi az kişiye sonunda!” dedi.
  • باز زاری کرد کای نیکوخصال ** مر مرا در سر مزن در رو ممال
  • Adam tekrar feryat edip dedi ki: “Ey iyi ahlâklı, lütfet. Başıma kakma yüzüme vurma.
  • از من آن آمد که بودم ناسزا ** ناسزایم را تو ده حسن الجزا
  • Ben, iyiliğe lâyık bir adam değilim, ancak öyle hareket edebilirdim… Ettim de. Sen, benim liyakatsızlığıma iyi bir karşılık ver, lütfet.”
  • گفت تیری جست از شست ای پسر ** نیست سنت کید آن واپس به سر 3375
  • Musa, “Oğul, şastten bir oktur fırladı, geri gelmesi âdet değildir ki.
  • لیک در خواهم ز نیکوداوری ** تا که ایمان آن زمان با خود بری
  • Fakat bir iyilikte bulunmak isterim; ölüm zamanı imansız kalmayasın, imanlı ölesin.