-
چون فدای بیوفایان میشوی ** از گمان بد بدان سو میروی
- Vefasızlara kendini feda ediyor, kötü bir zan yüzünden o tarafa doğru gidiyorsun.
-
من ز سهو و بیوفاییها بری ** سوی من آیی گمان بد بری
- Bense unutmadan, vefasızlıktan berîyim. Benim yanıma gelsen bile kötü bir zanla gelirsin.
-
این گمان بد بر آنجا بر که تو ** میشوی در پیش همچون خود دوتو 340
- Sen, hani kendine benzeyenlerin önünde iki kat olursun ya… İşte onlar hakkında kötü zanda bulun.
-
بس گرفتی یار و همراهان زفت ** گر ترا پرسم که کو گویی که زفت
- Nice ulu ulu dostlar, yoldaşlar edindin. Sana, nerede onlar diye sorsam gittiler dersin.
-
یار نیکت رفت بر چرخ برین ** یار فسقت رفت در قعر زمین
- İyi dostun yüce göklere gitti kötülük dostunsa yerin dibine geçti.
-
تو بماندی در میانه آنچنان ** بیمدد چون آتشی از کاروان
- Ara yerde sen kalakaldın, yardımsız, yardımcısız kervandan arta kalan ve sönmeye mahkûm ateşe döndün.
-
دامن او گیر ای یار دلیر ** کو منزه باشد از بالا و زیر
- Ey baba yiğit dost, yukardan, aşağıdan münezzeh olanın eteğini tut.
-
نه چو عیسی سوی گردون بر شود ** نه چو قارون در زمین اندر رود 345
- O, ne İsa gibi göklere ağar, ne Karun gibi yerlere geçer.
-
با تو باشد در مکان و بیمکان ** چون بمانی از سرا و از دکان
- Sen yerden, yurttan alımdan, satımdan kaldın mı o, mekân âleminde de seninle beraberdir, Lâmekân âleminde de.
-
او بر آرد از کدورتها صفا ** مر جفاهای ترا گیرد وفا
- Bulanıklardan, duruluklar çıkarır, cefalarını vefa yerine tutar.
-
چون جفا آری فرستد گوشمال ** تا ز نقصان وا روی سوی کمال
- Cefakârlıkta bulunursan noksandan kurtulup kemâle erişesin diye kulağını burar.
-
چون تو وردی ترک کردی در روش ** بر تو قبضی آید از رنج و تبش
- Sülûkte virdini terk edersen zahmete, mihnete düşer, sıkıntıya uğrarsın ya.
-
آن ادب کردن بود یعنی مکن ** هیچ تحویلی از آن عهد کهن 350
- İşte o tediptir. Yapma, o eski ahdi hiç değiştirme demektir.
-
پیش از آن کین قبض زنجیری شود ** این که دلگیریست پاگیری شود
- Bu iç sıkıntısı bir zincir şeklini almadan, bu gönlünü sıkan şey, ayağını bağlamadan önce.
-
رنج معقولت شود محسوس و فاش ** تا نگیری این اشارت را بلاش
- Bu işareti, beyhude zan etmemen için uğradığın o makul zahmet, duyguna hitap eder bir hâle gelir ve meydana çıkar.
-
در معاصی قبضها دلگیر شد ** قبضها بعد از اجل زنجیر شد
- Suç işlediğin zaman iç sıkıntıları gönlünü kaplar, bu sıkıntılar, ecelden sonra ist zincir şekline bürünür.
-
نعط من اعرض هنا عن ذکرنا ** عیشة ضنک و نجزی بالعمی
- Burada bizi anmaktan çekinen kişiye dar bir yaşayış verilir ve körlükle cezalanır.
-
دزد چون مال کسان را میبرد ** قبض و دلتنگی دلش را میخلد 355
- Hırsız, insanların mallarını çaldı mı bir iç sıkıntısı, bir darlık gönlünü tırmalamaya başlar.
-
او همیگوید عجب این قبض چیست ** قبض آن مظلوم کز شرت گریست
- O, bu sıkıntı, bu darlık nedir ki, der. Şerrinden ağlayan mazlum yok mu? İşte onun sıkıntısı, onun darlığı.
-
چون بدین قبض التفاتی کم کند ** باد اصرار آتشش را دم کند
- Bu darlığa, bu sıkıntıya pek aldırış etmezse bu inadının rüzgârı ateşini üfler.
-
قبض دل قبض عوان شد لاجرم ** گشت محسوس آن معانی زد علم
- Hulâsa gönül sıkıntısı, memurların sıkıştırması hâline gelir, o manalar, duyulur, görülür bir hâle gelip meydana çıkar.
-
غصهها زندان شدست و چارمیخ ** غصه بیخست و بروید شاخ بیخ
- Dertler, zindan ve çarmıh olur. Dert; köktür, kök; dal budak verir.
-
بیخ پنهان بود هم شد آشکار ** قبض و بسط اندرون بیخی شمار 360
- Kök gizliydi, meydana çıktı. Sen de darlığını, ferahlığını bir kök bil.
-
چونک بیخ بد بود زودش بزن ** تا نروید زشتخاری در چمن
- Kötü kökse hemencecik, çabucak onu sök ki çimenlikte çirkin bir diken çıkmasın.
-
قبض دیدی چارهی آن قبض کن ** زانک سرها جمله میروید ز بن
- İç sıkıntısı görünce ona bir çare bul. Çünkü dallar, hep kökten meydana gelir.
-
بسط دیدی بسط خود را آب ده ** چون بر آید میوه با اصحاب ده
- Genişlik gördün mü de onu sula, yetişip meyve verince dostlara dağıt.
-
باقی قصهی اهل سبا
- Seba’lılar hikâyesi
-
آن سبا ز اهل صبا بودند و خام ** کارشان کفران نعمت با کرام
- Seba’lılar, heveslerine uymuş ham kişilerdi. İşleri, güçleri büyüklerin nimetlerine karşı nankörlükte bulunmaktı.
-
باشد آن کفران نعمت در مثال ** که کنی با محسن خود تو جدال 365
- Bu nankörlük, âdeta sana ihsan eden adama karşı kötülükte bulunmana, onunla savaşmana benzer.
-
که نمیباید مرا این نیکوی ** من برنجم زین چه رنجم میشوی
- Meselâ, o iyilik edene, ben bu iyiliği istemiyorum, bundan inciniyorum, neden beni incitiyorsun?
-
لطف کن این نیکوی را دور کن ** من نخواهم چشم زودم کور کن
- Lütfet de bu iyiliği yapma. Ben, göz istemiyorum, beni kör et, dersin, işte bunun gibi.
-
پس سبا گفتند باعد بیننا ** شیننا خیر لنا خذ زیننا
- Seba’lılar da “Şehirlerimiz birbirine çok yakın, onları uzaklaştır. Kötülük, çirkinlik bize daha iyi, bizim ziynetimizi güzelliğimizi al.
-
ما نمیخواهیم این ایوان و باغ ** نه زنان خوب و نه امن و فراغ
- Biz, bu köşkleri, bağları, bahçeleri istemiyoruz. Ne güzel kadınlarla işimiz var, ne emniyet ve huzurla.
-
شهرها نزدیک همدیگر بدست ** آن بیابانست خوش کانجا ددست 370
- Şehirler, birbirine pek yakın. Hâlbuki orada ne boş bir çöl, ne güzel bir ova var. Orada yırtıcı hayvanlar, canavarlar vardır” dediler.
-
یطلب الانسان فی الصیف الشتا ** فاذا جاء الشتا انکر ذا
- İnsan yazın kışı ister, fakat kış geldi mi bundan da vazgeçer, istemez.
-
فهو لا یرضی بحال ابدا ** لا بضیق لا بعیش رغدا
- Bir hâle katiyen razı olmaz. Ne darlıktan hoşlanır, ne genişlikten, boşluktan.
-
قتل الانسان ما اکفره ** کلما نال هدی انکره
- Geberesi insan, efendisine ne de kâfirdir ya… Hidayete nail oldu mu tutar, inkâra sapar.
-
نفس زین سانست زان شد کشتنی ** اقتلوا انفسکم گفت آن سنی
- Nefis, bu çeşit mahlûklardandır da onun için gebertilmeye lâyıktır… onun için ulu Allah “Öldürün nefislerinizi” demiştir.
-
خار سه سویست هر چون کش نهی ** در خلد وز زخم او تو کی جهی 375
- Nefis, üç köşeli dikendir, ne çeşit koysan sana batar, ondan kurtulmana imkân mı var?
-
آتش ترک هوا در خار زن ** دست اندر یار نیکوکار زن
- Heva ve hevesi terk etme ateşini vur şu dikene… İyi işli dosta uzat elini, sarıl ona!
-
چون ز حد بردند اصحاب سبا ** که بپیش ما وبا به از صبا
- Seba’lılar, haddi aşınca bize veba, seher yelinden daha iyi diyecek derecede taşkınlık gösterince,
-
ناصحانشان در نصیحت آمدند ** از فسوق و کفر مانع میشدند
- Öğütçüler, onlara öğüt verdiler, kötülüklerine, küfürlerine mâni olmaya çalıştılar.
-
قصد خون ناصحان میداشتند ** تخم فسق و کافری میکاشتند
- Fakat onlar öğütçülerin kanlarına kastediyorlar, kötülük ve kâfirlik tohumu ekiyorlardı.
-
چون قضا آید شود تنگ این جهان ** از قضا حلوا شود رنج دهان 380
- Kaza geldi mi bu cihan daralır, tatlı helva bile ağzında zehir kesilir demişler.
-
گفت اذا جاء القضا ضاق الفضا ** تحجب الابصار اذ جاء القضا
- eksik
-
چشم بسته میشود وقت قضا ** تا نبیند چشم کحل چشم را
- Kaza gelince göz kapanır da göz gözü görmez olur.
-
مکر آن فارس چو انگیزید گرد ** آن غبارت ز استغاثت دور کرد
- O atlının hilesi, bir toz kopardı mı o toz, seni yardım dilemeden bile uzaklaştırır.
-
سوی فارس رو مرو سوی غبار ** ورنه بر تو کوبد آن مکر سوار
- Atlıya doğru yürü, toza doğru değil. Yoksa atlının tozu, seni ezer, bitirir.
-
گفت حق آن را که این گرگش بخورد ** دید گرد گرگ چون زاری نکرد 385
- Allah bu kurdun yediği adama “Kurdun tozunu gördü de neden feryat etmedi?
-
او نمیدانست گرد گرگ را ** با چنین دانش چرا کرد او چرا
- Kurdun kopardığı tozu bilemedi. Bunca bilgisiyle, bunca hüneriyle neden yayılıp otlamağa koyuldu?
-
گوسفندان بوی گرگ با گزند ** میبدانند و بهر سو میخزند
- Koyunlar bile kendilerine zarar verecek olan kurdun kokusunu duyar, ondan taraf taraf kaçarlar.