English    Türkçe    فارسی   

3
3385-3434

  • گفتمش این علم نه درخورد تست ** دفع پندارید گفتم را و سست 3385
  • Bu bilgi, senin harcın değil dedim ama sözümü anlamadı. Başımdan savıyorum sandı.
  • دست را بر اژدها آنکس زند ** که عصا را دستش اژدرها کند
  • Sopasını ejderha yapabilen kişi ejderhaya el atabilir.
  • سر غیب آن را سزد آموختن ** که ز گفتن لب تواند دوختن
  • Dudağını yumup söylemeyen, sırrı gizleyebilen, gayb sırrını öğrenebilir.
  • درخور دریا نشد جز مرغ آب ** فهم کن والله اعلم بالصواب
  • Su kuşundan başka kuş denize atılmaz, artık anlayıver… Doğrusunu Allah daha iyi bilir.
  • او به دریا رفت و مرغ‌آبی نبود ** گشت غرقه دست گیرش ای ودود
  • O da suda yaşayan kuş olmadığı halde denize atıldı, boğuluyor… Ey merhametli Allah, sen elini tut! “
  • اجابت کردن حق تعالی دعای موسی را علیه السلام
  • Ulu Allah’ın Musa aleyhisselâm’ın duasını kabul etmesi
  • گفت بخشیدم بدو ایمان نعم ** ور تو خواهی این زمان زنده‌ش کنم 3390
  • Allah dedi ki: “Peki… İmanını bağışladım. Hatta dilersen şimdi dirilteyim de…
  • بلک جمله مردگان خاک را ** این زمان زنده کنم بهر ترا
  • Değil yalnız onu, hatırın için bütün ölüp gömülmüş olanları dirilteyim.
  • گفت موسی این جهان مردنست ** آن جهان انگیز کانجا روشنست
  • Musa, “Yarabbi, bu dünya ölümlü dünyadır. Sen, onu aydınlık âlemde dirilt.
  • این فناجا چون جهان بود نیست ** بازگشت عاریت بس سود نیست
  • Bu fena dünya, varlık dünyası değil. Sonunda yine ölecek değil mi… âriyet dirilmede ne fayda var?
  • رحمتی افشان بر ایشان هم کنون ** در نهان‌خانه‌ی لدینا محضرون
  • Sen, şimdi onlara, gözlerden gizli olan “Ledeyna muhdarun“ yurdunda rahmet saç!“ dedi.
  • تابدانی که زیان جسم و مال ** سود جان باشد رهاند از وبال 3395
  • Ey insan, cisim ve mal ziyanı, cana faydadır canı vebalden kurtarır.
  • پس ریاضت را به جان شو مشتری ** چون سپردی تن به خدمت جان بری
  • Sen de riyazata canla, başla müşteri ol. Tenini riyazata verdin mi canını kurtardın demektir.
  • ور ریاضت آیدت بی اختیار ** سر بنه شکرانه ده ای کامیار
  • Ey bahtı yaver kişi, gönlüne ihtiyatsız riyazat isteği gelirse secdeye baş koy, şükranelikler ver.
  • چون حقت داد آن ریاضت شکر کن ** تو نکردی او کشیدت ز امر کن
  • Mademki Allah, o riyazat isteğini verdi, şükürler et. O istek, sana kendiliğinden gelmedi, seni “Kün“ emriyle riyazata çekti.
  • حکایت آن زنی کی فرزندش نمی‌زیست بنالید جواب آمد کی آن عوض ریاضت تست و به جای جهاد مجاهدانست ترا
  • Çocuğu yaşamayan kadının ağlayıp inlemesi, “Bu, senin riyazatına karşılıktır, senin için, mücahitlerin cihadına mukabildir” diye cevap gelmesi
  • آن زنی هر سال زاییدی پسر ** بیش از شش مه نبودی عمرور
  • Bir kadın vardı, her yıl bir çocuk doğururdu. Fakat çocuk, altı aydan fazla yaşamazdı.
  • یاسه مه یا چار مه گشتی تباه ** ناله کرد آن زن که افغان ای اله 3400
  • Üç aylıkken yahut dört aylıkken ölür giderdi. Kadın feryat ederek dedi ki: Yarabbi,
  • نه مهم بارست و سه ماهم فرح ** نعمتم زوتر رو از قوس قزح
  • Bu çocuklar, bana dokuz ay yük oluyor, üç aycağız da ferahlık veriyor. Bana verdiğin nimet eleği sağmadan da tez geçip gidiveriyor!“
  • پیش مردان خدا کردی نفیر ** زین شکایت آن زن از درد نذیر
  • Allah erlerine ağlayıp yalvarmakta, çocuklarının ölümünden şikâyet etmekteydi.
  • بیست فرزند این‌چنین در گور رفت ** آتشی در جانشان افتاد تفت
  • Bu suretle tam yirmi oğlu öldü, ciğerine bir yaman ateştir düştü.
  • تا شبی بنمود او را جنتی ** باقیی سبزی خوشی بی ضنتی
  • Nihayet bir gece o kadına rüyasında yemyeşil güze, kusursuz, ebediyet yurdunu, cenneti gösterdiler.
  • باغ گفتم نعمت بی‌کیف را ** کاصل نعمتهاست و مجمع باغها 3405
  • Keyfiyete sığmayan nimete cennet dedim. Bağ bahçe dedim. Çünkü orası, nimetlerin de aslıdır, bağların, bahçelerin de toplandığı yer.
  • ورنه لا عین رات چه جای باغ ** گفت نور غیب را یزدان چراغ
  • Yoksa ne bağı? Orada öyle şeyler var ki gözler görmemiştir.
  • مثل نبود آن مثال آن بود ** تا برد بوی آنک او حیران بود
  • Bu ancak misaldir, onun misli değil. Bu misal de anlamaktan âciz olan bir koku alsın, anlasın diye getirilir.
  • حاصل آن زن دید آن را مست شد ** زان تجلی آن ضعیف از دست شد
  • Hulâsa kadıncağız, cenneti görüp mest oldu. O teselliye uğrayınca elden çıktı, kendinden geçti!
  • دید در قصری نبشته نام خویش ** آن خود دانستش آن محبوب‌کیش
  • Köşkün birinde adının yazılı olduğunu gördü, o âşık orasını kendinin sandı.
  • بعد از آن گفتند کین نعمت وراست ** کو بجان بازی بجز صادق نخاست 3410
  • Sonra ona dediler ki: “Bu nimet, canını feda etmede doğru olan ve bu fedakârlıkta doğruluktan ayrılmayan kişinindir.
  • خدمت بسیار می‌بایست کرد ** مر ترا تا بر خوری زین چاشت‌خورد
  • Bir hayli hizmet etmek gerek ki sen de bu kuşluk kahvaltısından yiyesin!
  • چون تو کاهل بودی اندر التجا ** آن مصیبتها عوض دادت خدا
  • Fakat sen, Allah’a sığınmada tembellik ediyorsun. Allah da ona karşılık olarak sana o musibetleri verdi.“
  • گفت یا رب تا به صد سال و فزون ** این چنینم ده بریز از من تو خون
  • Kadın, “Yarabbi, yüzyıl, hatta daha fazla bir müddet benden kan dök, evlâtlarımı öldür… Razıyım “
  • اندر آن باغ او چو آمد پیش پیش ** دید در وی جمله فرزندان خویش
  • Yavaş yavaş, adım adım o bahçeye girince bütün çocuklarını orada gördü de,
  • گفت از من کم شد از تو گم نشد ** بی دو چشم غیب کس مردم نشد 3415
  • Dedi ki: “Yarabbi, ben kaybettim ama sen kaybetmemişsin! “Evet… İnsan, gaybi gören göze malik olmadıkça insan olamaz.
  • تو نکردی فصد و از بینی دوید ** خون افزون تا ز تب جانت رهید
  • Sen istemezsin, sebep olamazsın ama burnun kanar, bir hayli de kan akar… Derken ateşin geçer, kurtulursun.
  • مغز هر میوه بهست از پوستش ** پوست دان تن را و مغز آن دوستش
  • Her meyvanın içi, kabuğundan iyidir. Teni de kabuk, sevgiliyi iç bil!
  • مغز نغزی دارد آخر آدمی ** یکدمی آن را طلب گر زان دمی
  • İnsan, pek lâtif bir içe maliktir. İnsansan bir an olsun onu ara!
  • در آمدن حمزه رضی الله عنه در جنگ بی زره
  • Allah razı olsun, Hamza’nın savaşa zırhsız girmesi
  • اندر آخر حمزه چون در صف شدی ** بی زره سرمست در غزو آمدی
  • Son zamanlarındaysa savaş saflarına zırhsız olarak katılır, sarhoşça savaşa atılırdı.
  • سینه باز و تن برهنه پیش پیش ** در فکندی در صف شمشیر خویش 3420
  • Göğsü açık, vücudu çıplak olarak kendini kılıçlara atardı.
  • خلق پرسیدند کای عم رسول ** ای هزبر صف‌شکن شاه فحول
  • Halk, “Ey Peygamber’in amcası, ey saflar yaran aslan, ey erlerin padişahı.
  • نه تو لا تلقوا بایدیکم الی ** تهلکه خواندی ز پیغام خدا
  • Allah buyruğunda“ Nefislerinizi, kendi ellerinizle tehlikeye atmayın“ emrini okumadın mı ki?
  • پس چرا تو خویش را در تهلکه ** می در اندازی چنین در معرکه
  • Peki, neden kendini böyle bir savaş esnasında tehlikeye atıyorsun?
  • چون جوان بودی و زفت و سخت‌زه ** تو نمی‌رفتی سوی صف بی زره
  • Gençken, iri yapılı ve kuvvetliyken saflara zırhsız katılmazdın.
  • چون شدی پیر و ضعیف و منحنی ** پرده‌های لا ابالی می‌زنی 3425
  • Şimdi ihtiyarladın, zayıfladın, belin büküldü… öyle olduğu halde hiçbir şeye aldırış etmez oldun.
  • لا ابالی‌وار با تیغ و سنان ** می‌نمایی دار و گیر و امتحان
  • Her şeye boş veriyor; bir kılıç ve bir mızrakla savaşa atılıyor, âdeta kendini sınıyorsun.
  • تیغ حرمت می‌ندارد پیر را ** کی بود تمییز تیغ و تیر را
  • Kılıç, ihtiyara hürmet etmez. Hiç kılıçla okun aklı, temyizi olur mu? “ dediler.
  • زین نسق غمخوارگان بی‌خبر ** پند می‌دادند او را از غیر
  • O bîhaberler, Hamza’nın kaydına düşüyorlar, gayretlerinden ona bu çeşit öğütler veriyorlardı.
  • جواب حمزه مر خلق را
  • Hamza’nın halka cevap vermesi
  • گفت حمزه چونک بودم من جوان ** مرگ می‌دیدم وداع این جهان
  • Hazma dedi ki. “Gençken ölümü, bu dünyaya veda etme tarzında görürdüm.
  • سوی مردن کس برغبت کی رود ** پیش اژدرها برهنه کی شود 3430
  • Kim ölüme isteyerek gider? Kim ejderhanın karşısında soyunur?
  • لیک از نور محمد من کنون ** نیستم این شهر فانی را زبون
  • Fakat şimdi Muhammed’in nuruyla bu fâni şehre zebun değilim ki.
  • از برون حس لشکرگاه شاه ** پر همی‌بینم ز نور حق سپاه
  • Duygudan hariç olan ve halk nuru askeriyle dolu bulunan padişah ordugâhını görmekteyim,
  • خیمه در خیمه طناب اندر طناب ** شکر آنک کرد بیدارم ز خواب
  • Çadırlar, çadırlara geçmiş, çadır direklerinin ipleri, iplere sarılmış… Şükürler olsun ki Allah, beni uykudan uyandırdı.
  • آنک مردن پیش چشمش تهلکه‌ست ** امر لا تلقوا بگیرد او به دست
  • Ölüm, kimin nazarında tehlikeyse “Tehlikeye atılmayın“ emri de onadır.