-
چون ز دستت زخم بر مظلوم رست ** آن درختی گشت ازو زقوم رست
- Bir mazluma karşı elinden bir zulüm çıktımı o zulüm bir ağaç olur, o ağaçtan zakkum biter.
-
چون ز خشم آتش تو در دلها زدی ** مایهی نار جهنم آمدی
- Kızgınlıkla gönüllere ateş saldın mı cehennem ateşinin aslı oldun gitti.
-
آتشت اینجا چو آدم سوز بود ** آنچ از وی زاد مرد افروز بود
- Ateşin burada nasıl adamları yakarsa ondan meydana gelen eser de orada seni yakar.
-
آتش تو قصد مردم میکند ** نار کز وی زاد بر مردم زند
- Kızgınlığın ateşin adamlara saldırmakta ya… Ondan meydana gelen ateş de adamlara saldırır.
-
آن سخنهای چو مار و کزدمت ** مار و کزدم گشت و میگیرد دمت 3475
- O yılana, akrebe benzeyen sözlerin yılan ve akrep olur da seni kuyruğundan yakalar.
-
اولیا را داشتی در انتظار ** انتظار رستخیزت گشت یار
- Velîlere uymadın, onları bekletip durdun, orada da kıyamet gününün beklenmesi san yâr olur, bekler durursun.
-
وعدهی فردا و پسفردای تو ** انتظار حشرت آمد وای تو
- Hele yarın, hele öbür gün diye vaat eder, Allah’a dönmeyi sallar durursun ya… İşte bu bekleyiş, mahşerdeki beklemendir, vay sana!
-
منتظر مانی در آن روز دراز ** در حساب و آفتاب جانگداز
- O uzun günde hesap için, canlar yakan güneşin altında bekler kalırsın…
-
کسمان را منتظر میداشتی ** تخم فردا ره روم میکاشتی
- Çünkü sen dünyada göğü de, göktekileri de elbette yola girerim tohumunu eke eke beklemiştin!
-
خشم تو تخم سعیر دوزخست ** هین بکش این دوزخت را کین فخست 3480
- Kızgınlığın, cehennem ateşinin tohumudur. Kendine gel de şu cehennemini söndür, çünkü o bir tuzaktır.
-
کشتن این نار نبود جز به نور ** نورک اطفا نارنا نحن الشکور
- Bu ateşi ancak nur söndürebilir. Cehennem mümine “Nurun ateşimizi söndürdü“ der… Allah’a şükürler olsun!
-
گر تو بی نوری کنی حلمی بدست ** آتشت زندهست و در خاکسترست
- Nura sahip olmadığın halde yavaşlık, mülayimlik gösterirsen bu kötü bir şeydir. Çünkü ateşin sönmemiştir, küllenmiştir.
-
آن تکلف باشد و روپوش هین ** نار را نکشد به غیر نور دین
- Bu hal, bir tekellüftür. Aklını başına al, ateşi din nurundan başka bir şey söndürmez.
-
تا نبینی نور دین آمن مباش ** کاتش پنهان شود یک روز فاش
- Din nurunu görmedikçe emin olma… Çünkü gizli ateş, bir gün olur ortaya çıkar.
-
نور آبی دان و هم در آب چفس ** چونک داری آب از آتش مترس 3485
- Nuru bir su bil, suya yapış… Suyu elde ettin mi ateşten korkma!
-
آب آتش را کشد کتش بخو ** میبسوزد نسل و فرزندان او
- Ateşi su söndürür. Çünkü ateş, huyu muktezası suyun soyunu, sopunu, oğullarını, (yani ağaçları, otları) yakar, yandırır!
-
سوی آن مرغابیان رو روز چند ** تا ترا در آب حیوانی کشند
- Birkaç günceğiz o su kuşlarının yanına git de seni Abıhayata ulaştırsınlar.
-
مرغ خاکی مرغ آبی همتنند ** لیک ضدانند آب و روغنند
- Karakuşuyla su kuşu, suret bakımından birdir ama suyla yağ gibi hakikatte birbirine zıttır,
-
هر یکی مر اصل خود را بندهاند ** احتیاطی کن بهم مانندهاند
- Bunlar, birbirlerine benzerler ama her biri, kendi aslına kuldur, köledir. Dikkat ve ihtiyatla hareket et.
-
همچنانک وسوسه و وحی الست ** هر دو معقولند لیکن فرق هست 3490
- Nitekim vesveseyle Elest deminin vahyi… Her ikisi de duyguyla değil, akılla anlaşılır; fakat aralarında fark var.
-
هر دو دلالان بازار ضمیر ** رختها را میستایند ای امیر
- Her ikisi de gönül pazarının tellâlıdır, her ikisi de matahlarını över, durur.
-
گر تو صراف دلی فکرت شناس ** فرق کن سر دو فکر چون نخاس
- Gönül sarrafıysan fikrini anla, gönlüne geleni bil de esir tellâlı gibi bu iki fikri birbirinden ayırt et.
-
ور ندانی این دو فکرت از گمان ** لا خلابه گوی و مشتاب و مران
- Eğer şüpheye düşüyor ve iki fikri ayırt edemiyorsan “Aldatmaca yok“ de; acele etme, koşma!
-
حیله دفع مغبون شدن در بیع و شرا
- Alışverişte aldanmamanın çaresi
-
آن یکی یاری پیمبر را بگفت ** که منم در بیعها با غبن جفت
- Bir dost, Peygamber’e “Ben alışverişte daima aldanıyorum.
-
مکر هر کس کو فروشد یا خرد ** همچو سحرست و ز راهم میبرد 3495
- Bir şey satan yahut alan kişinin hilesi sanki sihir… Gelip benim yolumu kesiyor“ dedi.
-
گفت در بیعی که ترسی از غرار ** شرط کن سه روز خود را اختیار
- Peygamber dedi ki: “Alışverişte aldanmaktan korkuyorsan alacağın şeyi üç gün muhayyer olarak al.
-
که تانی هست از رحمان یقین ** هست تعجیلت ز شیطان لعین
- Çünkü şüphe yok, yavaş iş Rahman’dandır. Acele edşinse melûn Şeytan’dan.“
-
پیش سگ چون لقمه نان افکنی ** بو کند آنگه خورد ای معتنی
- Önüne bir lokma atsan köpek bile köpekliğiyle önce koklar da sonra yer a ihtiyatlı adam!
-
او ببینی بو کند ما با خرد ** هم ببوییمش به عقل منتقد
- O burnuyla koklar, biz aklımızla koklarız. Hele bir bak, demek ki biz de her şeyi inceleyen aklımızla kokluyoruz.
-
با تانی گشت موجود از خدا ** تابه شش روز این زمین و چرخها 3500
- Allah bile bu yerlerle gökleri yavaşlıkla ve tam altı günde yarattı.
-
ورنه قادر بود کو کن فیکون ** صد زمین و چرخ آوردی برون
- Yoksa “Kün” der demez yerler de olurdu, gökler de; Allah, buna kadirdi. Hatta bir emreder etmez yüzlerce yer gök yaratabilirdi.
-
آدمی را اندک اندک آن همام ** تا چهل سالش کند مرد تمام
- Allah bütün kudretiyle beraber insanı, yavaş yavaş ve tam kırk yılda kemal sahibi eder.
-
گرچه قادر بود کاندر یک نفس ** از عدم پران کند پنجاه کس
- Bir anda yokluktan elli kişiyi uçurup bu âleme getirmeye kadirdi ama.
-
عیسی قادر بود کو از یک دعا ** بی توقف بر جهاند مرده را
- İsa, bir dua ile hemencecik ölüyü diriltir de
-
خالق عیسی بنتواند که او ** بی توقف مردم آرد تو بتو 3505
- İsa’yı yaratan, insanları bir anda yaratmaya kadir değil midir? İsa’ya nazaran kudreti, kat kat üstün mü değil mi?
-
این تانی از پی تعلیم تست ** که طلب آهسته باید بی سکست
- Dilediğin şeyi yavaş yavaş, fakat sağlam bir halde yapman lâzım… İşte bu yavaşlık, sana bunu öğretmek içindir.
-
جو یکی کوچک که دایم میرود ** نه نجس گردد نه گنده میشود
- Daima akıp duran küçük bir dere ne pislenir, ne kokar.
-
زین تانی زاید اقبال و سرور ** این تانی بیضه دولت چون طیور
- Bu yavaşlıkla insan, ikbale, devlete erişir. Yavaşlık, yumurtadır, devlet de kuşlara benzer.
-
مرغ کی ماند به بیضهای عنید ** گرچه از بیضه همی آید پدید
- A inatçı adam, kuş hiç yumurtaya benzer mi? Ama yumurtadan çıkar ya!
-
باش تا اجزای تو چون بیضهها ** مرغها زایند اندر انتها 3510
- Sen de davran da cüz’ülerin, yumurtalarından kuşlar çıkarsın.
-
بیضهی مار ارچه ماند در شبه ** بیضه گنجشک را دورست ره
- Yılan yumurtası da serçe kuşu yumurtasına benzer, fakat aralarında ne fark var?
-
دانهی آبی به دانه سیب نیز ** گرچه ماند فرقها دان ای عزیز
- Armut da elmaya benzer, benzer ama aralarında farkları bil ey yüce kişi!
-
برگها همرنگ باشد در نظر ** میوهها هر یک بود نوعی دگر
- Yapraklar da bakılınca bir renktedir. Fakat meyveleri çeşit çeşittir.
-
برگهای جسمها مانندهاند ** لیک هر جانی بریعی زندهاند
- Yapraklara benzeyen bedenler de birbirine benzer… Benzer ama herkes bir iş için yaratılmıştır.
-
خلق در بازار یکسان میروند ** آن یکی در ذوق و دیگر دردمند 3515
- Halk yolda her bir tarzda yürür durur; fakat birisi zevk içinde, öbürü dertli, kederli!
-
همچنان در مرگ یکسان میرویم ** نیم در خسران و نیمی خسرویم
- İşte tıpkı bunun gibi ölürken de aynı çeşit ölürüz ama yarımız ziyan içindedir, yarımız padişah!
-
وفات یافتن بلال رضی الله عنه با شادی
- Allah razı olsun, Bilâl’in neşeyle ölümü
-
چون بلال از ضعف شد همچون هلال ** رنگ مرگ افتاد بر روی بلال
- Bilâl; zayıflıktan hilâle dönmüş, yüzüne ölüm rengi çökmüştü.
-
جفت او دیدش بگفتا وا حرب ** پس بلالش گفت نه نه وا طرب
- Karısı görüp “Ah, bu ne elem, bu ne keder” dedi. Bilâl, “Hayır hayır… Bu ne zevk ve ne neşe,
-
تا کنون اندر حرب بودم ز زیست ** تو چه دانی مرگ چون عیشست و چیست
- Şimdiye kadar hayattan elem duymaktaydım, ölüm nasıl bir zevktir, nedir, nedir? Sen bunu ne bileceksin?”
-
این همی گفت و رخش در عین گفت ** نرگس و گلبرگ و لاله میشکفت 3520
- Demekte, bu sözleri söylerken de yüzünde nerkisler, güller, lâleler açılmaktaydı!