-
او ببینی بو کند ما با خرد ** هم ببوییمش به عقل منتقد
- O burnuyla koklar, biz aklımızla koklarız. Hele bir bak, demek ki biz de her şeyi inceleyen aklımızla kokluyoruz.
-
با تانی گشت موجود از خدا ** تابه شش روز این زمین و چرخها 3500
- Allah bile bu yerlerle gökleri yavaşlıkla ve tam altı günde yarattı.
-
ورنه قادر بود کو کن فیکون ** صد زمین و چرخ آوردی برون
- Yoksa “Kün” der demez yerler de olurdu, gökler de; Allah, buna kadirdi. Hatta bir emreder etmez yüzlerce yer gök yaratabilirdi.
-
آدمی را اندک اندک آن همام ** تا چهل سالش کند مرد تمام
- Allah bütün kudretiyle beraber insanı, yavaş yavaş ve tam kırk yılda kemal sahibi eder.
-
گرچه قادر بود کاندر یک نفس ** از عدم پران کند پنجاه کس
- Bir anda yokluktan elli kişiyi uçurup bu âleme getirmeye kadirdi ama.
-
عیسی قادر بود کو از یک دعا ** بی توقف بر جهاند مرده را
- İsa, bir dua ile hemencecik ölüyü diriltir de
-
خالق عیسی بنتواند که او ** بی توقف مردم آرد تو بتو 3505
- İsa’yı yaratan, insanları bir anda yaratmaya kadir değil midir? İsa’ya nazaran kudreti, kat kat üstün mü değil mi?
-
این تانی از پی تعلیم تست ** که طلب آهسته باید بی سکست
- Dilediğin şeyi yavaş yavaş, fakat sağlam bir halde yapman lâzım… İşte bu yavaşlık, sana bunu öğretmek içindir.
-
جو یکی کوچک که دایم میرود ** نه نجس گردد نه گنده میشود
- Daima akıp duran küçük bir dere ne pislenir, ne kokar.
-
زین تانی زاید اقبال و سرور ** این تانی بیضه دولت چون طیور
- Bu yavaşlıkla insan, ikbale, devlete erişir. Yavaşlık, yumurtadır, devlet de kuşlara benzer.
-
مرغ کی ماند به بیضهای عنید ** گرچه از بیضه همی آید پدید
- A inatçı adam, kuş hiç yumurtaya benzer mi? Ama yumurtadan çıkar ya!
-
باش تا اجزای تو چون بیضهها ** مرغها زایند اندر انتها 3510
- Sen de davran da cüz’ülerin, yumurtalarından kuşlar çıkarsın.
-
بیضهی مار ارچه ماند در شبه ** بیضه گنجشک را دورست ره
- Yılan yumurtası da serçe kuşu yumurtasına benzer, fakat aralarında ne fark var?
-
دانهی آبی به دانه سیب نیز ** گرچه ماند فرقها دان ای عزیز
- Armut da elmaya benzer, benzer ama aralarında farkları bil ey yüce kişi!
-
برگها همرنگ باشد در نظر ** میوهها هر یک بود نوعی دگر
- Yapraklar da bakılınca bir renktedir. Fakat meyveleri çeşit çeşittir.
-
برگهای جسمها مانندهاند ** لیک هر جانی بریعی زندهاند
- Yapraklara benzeyen bedenler de birbirine benzer… Benzer ama herkes bir iş için yaratılmıştır.
-
خلق در بازار یکسان میروند ** آن یکی در ذوق و دیگر دردمند 3515
- Halk yolda her bir tarzda yürür durur; fakat birisi zevk içinde, öbürü dertli, kederli!
-
همچنان در مرگ یکسان میرویم ** نیم در خسران و نیمی خسرویم
- İşte tıpkı bunun gibi ölürken de aynı çeşit ölürüz ama yarımız ziyan içindedir, yarımız padişah!
-
وفات یافتن بلال رضی الله عنه با شادی
- Allah razı olsun, Bilâl’in neşeyle ölümü
-
چون بلال از ضعف شد همچون هلال ** رنگ مرگ افتاد بر روی بلال
- Bilâl; zayıflıktan hilâle dönmüş, yüzüne ölüm rengi çökmüştü.
-
جفت او دیدش بگفتا وا حرب ** پس بلالش گفت نه نه وا طرب
- Karısı görüp “Ah, bu ne elem, bu ne keder” dedi. Bilâl, “Hayır hayır… Bu ne zevk ve ne neşe,
-
تا کنون اندر حرب بودم ز زیست ** تو چه دانی مرگ چون عیشست و چیست
- Şimdiye kadar hayattan elem duymaktaydım, ölüm nasıl bir zevktir, nedir, nedir? Sen bunu ne bileceksin?”
-
این همی گفت و رخش در عین گفت ** نرگس و گلبرگ و لاله میشکفت 3520
- Demekte, bu sözleri söylerken de yüzünde nerkisler, güller, lâleler açılmaktaydı!
-
تاب رو و چشم پر انوار او ** می گواهی داد بر گفتار او
- Yüzünün parlaklığıyla nurlu gözleri, sözünün doğruluğuna şehadet ediyordu.
-
هر سیه دل می سیه دیدی ورا ** مردم دیده سیاه آمد چرا
- Her gönlü kara adam onun yüzünü simsiyah görürdü ama o, insanların gözbebeğiydi, neden gözbebeği de siyah?
-
مردم نادیده باشد رو سیاه ** مردم دیده بود مرآت ماه
- Yüzü kara olanlar, hakikati görmeyenlerdir. İnsanların gözbebeği olan adam ise ayın aynasıdır.
-
خود کی بیند مردم دیدهی ترا ** در جهان جز مردم دیدهفزا
- Zaten dünyada can gözüne sahip olanlardan başka, senin gözbebeğini kim görebilir ki?
-
چون به غیر مردم دیدهش ندید ** پس به غیر او کی در رنگش رسید 3525
- Onu, gözbebeği haline gelenlerden başka kimse göremeyince artık ondan başka kim, onun rengini görüp anlar?
-
پس جز او جمله مقلد آمدند ** در صفات مردم دیده بلند
- İnsanların gözbebeği olan kişiden başka herkes, mertebesi yüce insanın sıfatlarını taklit eder. Hakikati bilmez.
-
گفت جفتش الفراق ای خوشخصال ** گفت نه نه الوصالست الوصال
- Karısı “Ah ayrılık, ah ayrılık” deyince Bilâl, “Hayır, hayır… Vuslat, vuslat!” dedi.
-
گفت جفت امشب غریبی میروی ** از تبار و خویش غایب میشوی
- Karısı “Bu gece gurbete gidiyorsun… Soyunun sopunun gözlerinden kaybolacaksın” dedi.
-
گفت نه نه بلک امشب جان من ** میرسد خود از غریبی در وطن
- Bilâl dedi ki: “Hayır, hayır… Bu gece ruhum, gurbet elinden vatanına ulaşacak!”
-
گفت رویت را کجا بینیم ما ** گفت اندر حلقهی خاص خدا 3530
- Karısı, “Gayri senin yüzünü nerede göreceğiz biz?” dedi. Bilâl dedi ki: “Allah haslarının halkasında!
-
حلقهی خاصش به تو پیوسته است ** گر نظر بالا کنی نه سوی پست
- Başını kaldırır da –aşağıya değil- yukarıya bakarsan Allah haslarının halkasını görürsün.
-
اندر آن حلقه ز رب العالمین ** نور میتابد چو در حلقه نگین
- Yüzük taşının yüzüğe nur saçtığı gibi Âlemlerin Rabbi de o halkayı nurlandırıp durmaktadır!”
-
گفت ویران گشت این خانه دریغ ** گفت اندر مه نگر منگر به میغ
- Karısı, “Yazıklar olsun, bu ev yıkıldı artık “ dedi. Bilâl dedi ki: “ Buluta bakma, aya bak! “
-
کرد ویران تا کند معمورتر ** قومم انبه بود و خانه مختصر
- Akrabam kalabalık, ev de küçük… Allah, daha mamur bir hale getirmek için yıktı!
-
حکمت ویران شدن تن به مرگ
- Bedenin ölümle harap olmasındaki hikmet
-
من چو آدم بودم اول حبس کرب ** پر شد اکنون نسل جانم شرق و غرب 3535
- Ben evvelce sıkıntılar içinde hapis olmuş adama benzerdim, şimdi ruhumun nesli doğuyu da kapladı, batıyı da.
-
من گدا بودم درین خانه چو چاه ** شاه گشتم قصر باید بهر شاه
- Bu kuyuya benzeyen evde bir yoksuldum, şimdi padişah oldum, padişaha bir köşk, bir saray lâzım!
-
قصرها خود مر شهان را مانسست ** مرده را خانه و مکان گوری بسست
- Padişahlar, köşklerde, saraylarda otururlar, ölüye yurt olarak bir mezar kâfi!
-
انبیا را تنگ آمد این جهان ** چون شهان رفتند اندر لامکان
- Peygamberlere bu dünya dar geldi de padişahlar gibi Lâmekân âlemine gittiler.
-
مردگان را این جهان بنمود فر ** ظاهرش زفت و به معنی تنگ بر
- Kalbi ölmüş kişilereyse bu dünya nurlu göründü. Görünüşü büyük, geniş… Fakat hakikatte dar!
-
گر نبودی تنگ این افغان ز چیست ** چون دو تا شد هر که در وی بیش زیست 3540
- Dar olmasaydı bu feryat neden? Baksana… Daha evvel doğup bu âleme gelenlerin hepsi iki büklüm oldu!
-
در زمان خواب چون آزاد شد ** زان مکان بنگر که جان چون شاد شد
- İnsan, uyku zamanında bak, nasıl azat olmakta… Ruh, o vardığı, ulaştığı mekândan nasıl neşelenmekte.
-
ظالم از ظلم طبیعت باز رست ** مرد زندانی ز فکر حبس جست
- Zalim, zulüm tabiatından kurtuluyor, zindandaki mahpus, hapse düştüğünü, hapiste bulunduğunu unutuyor.
-
این زمین و آسمان بس فراخ ** سخت تنگ آمد به هنگام مناخ
- Pek geniş olan bu yer, bu gök devenin çökeceği zaman pek daralmakta.
-
جسم بند آمد فراخ وسخت تنگ ** خندهی او گریه فخرش جمله ننگ
- Bu dünyanın genişliği, bir gözbağı… Oysaki pek dar. Gülmesi ağlamaktan ibaret, övünmesi ardan, ayıptan başka bir şey değil.
-
تشبیه دنیا کی بظاهر فراخست و بمعنی تنگ و تشبیه خواب کی خلاص است ازین تنگی
- Dünya, görünüşte geniş, hakikatte dardır, uyku da bu darlıktan kurtulmaya benzer
-
همچو گرمابه که تفسیده بود ** تنگ آیی جانت پخسیده شود 3545
- Hamam kızıştı, ısındı mı daralırsın, için sıkılır.
-
گرچه گرمابه عریضست و طویل ** زان تبش تنگ آیدت جان و کلیل
- Oysaki hamam geniştir, uzundur. O hararetten sana dar gelir, ruhun sıkılır, usanırsın.
-
تا برون نایی بنگشاید دلت ** پس چه سود آمد فراخی منزلت
- Dışarı çıkmadıkça gönlün açılmaz peki… Mekânın genişmiş ne fayda?
-
یا که کفش تنگ پوشی ای غوی ** در بیابان فراخی میروی
- Yahut da meselâ dar bir ayakkabı giyersin de geniş bir ovada yürürsün.