از وجودم میگریزی در عدم ** در عدم من شاهم و صاحب علم
Melek diyordu ki: “Sen, benim varlığımdan yokluğa kaçıyorsun ama ben yokluktan bir padişahım, bir bayrak sahibiyim.
خود بنه و بنگاه من در نیستیست ** یکسواره نقش من پیش ستیست
Zaten yurdum orası, ağırlığım da orada… Sana görünen bir suretimden ibaret.
مریما بنگر که نقش مشکلم ** هم هلالم هم خیال اندر دلم
Ey Meryem, bir bak hele… Ben, anlaşılması müşkül bir nakşım, hem hilâlim, hem gönüllerde ki hayal!
چون خیالی در دلت آمد نشست ** هر کجا که میگریزی با توست
Gönlüne bir hayal geldi de yerleşti mi nereye kaçsan o seninledir.
جز خیالی عارضی باطلی ** کو بود چون صبح کاذب آفلی 3775
Ancak gelip geçici bir aslı olmayan hayal müstesna… O çeşit hayal yalancı sabah gibi gözden kayboluverir.
من چو صبح صادقم از نور رب ** که نگردد گرد روزم هیچ شب
Bensen Allah nurundan doğmuş düpedüz sabahım… Gündüzümün etrafında gece, hiç dönüp dolaşamaz.
هین مکن لاحول عمران زادهام ** که ز لاحول این طرف افتادهام
Kendine gel… Lâhavle deyip durma ey İmran’ın kızı… Ben zaten buraya Lâhavle makamından gelip düştüm.
مر مرا اصل و غذا لاحول بود ** نور لاحولی که پیش از قول بود
Daha Lâhavle denmeden önce Lâhavlenin nuru benim aslımdı, benim gıdamdı.
تو همیگیری پناه ازمن به حق ** من نگاریدهی پناهم در سبق
Sen, benden Allah’a sığınmadasın ama ben o sığındığın Allah’ın ezelde düzüp koştuğu bir suretim zaten.
آن پناهم من که مخلصهات بوذ ** تو اعوذ آری و من خود آن اعوذ 3780
Seni defalarca kurtaran o sığındığın makam, benim makamım… Allah’a sığınırım diyorsun ya; o sığınmak yok mu? Ben ta kendisiyim zaten.
آفتی نبود بتر از ناشناخت ** تو بر یار و ندانی عشق باخت
Tanımazlıktan beter bir afet yoktur. Sen, sevgilinin yanındasın da aşkbazlığı bilmiyorsun.
یار را اغیار پنداری همی ** شادیی را نام بنهادی غمی
Yâri, ağyar sanmada, neşeye gam adını takmaktasın.
اینچنین نخلی که لطف یار ماست ** چونک ما دزدیم نخلش دار ماست
eksik
اینچنین مشکین که زلف میر ماست ** چونک بیعقلیم این زنجیر ماست
Sevgilimizin şu miskler gibi saçları, biz deli olursak zincirimiz olur!
اینچنین لطفی چو نیلی میرود ** چونک فرعونیم چون خون میشود 3785
Nil gibi akıp duran şu lütuf, biz firavun muyuz? Kan kesilir bize!
خون همیگوید من آبم هین مریز ** یوسفم گرگ از توم ای پر ستیز
Kan, aklını başını al, ben suyum, dökme beni… Ben Yusuf’um fakat sana kurt gibi görünüyorum a savaşçı der.
تو نمیبینی که یار بردبار ** چونک با او ضد شدی گردد چو مار
Sen görmüyorsun yoksa… Halim, selim sevgili, onunla zıt oldun mu yılanlaşır.
لحم او و شحم او دیگر نشد ** او چنان بد جز که از منظر نشد
Hâlbuki ne eti başkalaştı, ne yağı… Sen onu kötü gördün de ondan kötüleşti!”
عزم کردن آن وکیل ازعشق کی رجوع کند به بخارا لاابالیوار
Vekilin aşk yüzünden hiçbir şeye aldırış etmeyerek Buhara’ya dönmesi
شمع مریم را بهل افروخته ** که بخارا میرود آن سوخته
Meryem’in mumunu bırak, yana dursun… Evet… O yanıp yakılan âşık, Buhara ya dönüyordu.
سخت بیصبر و در آتشدان تیز ** رو سوی صدر جهان میکن گریز 3790
Gönül, ne de sabırsızsın, ateşler içindesin. Yürü, Sadr-ı Cihan’a doğru kaç!
این بخارا منبع دانش بود ** پس بخاراییست هر کنش بود
Şu Buhara yok mu? Bilgi kaynağıdır. Kimde ateş varsa Buharalıdır zaten!
پیش شیخی در بخارا اندری ** تا به خواری در بخارا ننگری
Şeyhin huzurunda oldukça Buhara’dasın, sakın Buhara’yı hor görme!
جز به خواری در بخارای دلش ** راه ندهد جزر و مد مشکلش
Şeyhin denize benzeyen gönlü taşar çekilir, taşar çekilir… Bu med ve cezir, o Buhara’ya horluktan başka bir surette gidene yol vermez.
ای خنک آن را که ذلت نفسه ** وای آنکس را که یردی رفسه
Ne mutlu kişiye ki nefsini aşağılatmıştır. Vay o kişiye ki nefsinin tekmesi altında kalmıştır!
فرقت صدر جهان در جان او ** پاره پاره کرده بود ارکان او 3795
Sadr-ı Cihan’ın ayrılığı, o âşığın canına tesir etmiş, varlığını parçalamış gitmişti.
گفت بر خیزم همآنجا واروم ** کافر ار گشتم دگر ره بگروم
Diyordu ki, yine oraya gideyim, kâfir olmuşsam bile tekrar imana geleyim.
واروم آنجا بیفتم پیش او ** پیش آن صدر نکواندیش او
Oraya varayım da yerlere döşeneyim; o iyi düşünceli Sadr’ın huzurunda kendimi yerlere atayım.
گویم افکندم به پیشت جان خویش ** زنده کن یا سر ببر ما را چو میش
Diyeyim ki: İşte canımı önüne attım. İster dirilt, ister koyun gibi kes başımı!
کشته و مرده به پیشت ای قمر ** به که شاه زندگان جای دگر
Ey ay yüzlü, senin huzurunda kesilip ölmek, başka yerde dirilere padişah olmaktan yeğ.
آزمودم من هزاران بار بیش ** بی تو شیرین مینبینم عیش خویش 3800
Ben bin kere, hatta daha da fazla sınadım, anladım: sensiz yaşamam pek acı, tahammül edilir şey değil!
غن لی یا منیتی لحن النشور ** ابرکی یا ناقتی تم السرور
Ey emelim, maksadım sevgili, sur üfürür gibi nağmelerle terennüm et de beni dirilt… Ey devem, çök artık… Neşe tamamlandı!
ابلعی یا ارض دمعی قد کفی ** اشربی یا نفس وردا قد صفا
Ey yeryüzü, gözyaşlarımı em, yeter gayri… Ey nefis, iç o tatlı suyu, bulanıklığı geçti, duruldu artık!
عدت یا عیدی الینا مرحبا ** نعم ما روحت یا ریح الصبا
Ey yeryüzü, gözyaşlarımı em, yeter gayri… Merhaba ey seher yeli! Bize dostun kokusunu getirdin, ne güzel de estin ya!
گفت ای یاران روان گشتم وداع ** سوی آن صدری که امیرست و مطاع
Dostlar, dedi, ben gidiyorum, elveda. Ben o emîre, o emrine itaat edilen Sadr-ı Cihan’a gidiyorum.
دمبدم در سوز بریان میشوم ** هرچه بادا باد آنجا میروم 3805
Anbean onun aşkıyla, onun ayrılığıyla yanmaktayım… Artık ne olursa olsun, gidiyorum ben!
گرچه دل چون سنگ خارا میکند ** جان من عزم بخارا میکند
Sevgilinin gönlü mermerler gibi katı bir hale gelse bile ruhum yine Buhara’ya gitmek istiyor.
مسکن یارست و شهر شاه من ** پیش عاشق این بود حب الوطن
Orası sevgilimin konağı, padişahımın şehri; benim vatanım orası… Âşıklara vatan sevgisi budur!
پرسیدن معشوقی از عاشق غریب خود کی از شهرها کدام شهر را خوشتر یافتی و انبوهتر و محتشمتر و پر نعمتتر و دلگشاتر
Bir mâşukun, garip âşığına “Şehirlerden hangi şehri daha güzel buldun, Hangi şehir daha kalabalık, daha büyük? Hangi şehrin nimetleri daha bol, hangi şehir daha ziyade iç açıcı” diye sorması
گفت معشوقی به عاشق کای فتی ** تو به غربت دیدهای بس شهرها
Bir güzel, âşığına dedi ki: Yiğidim, gurbette birçok şehirler gördün.
پس کدامین شهر ز آنها خوشترست ** گفت آن شهری که در وی دلبرست
Hangi şehir daha ziyade hoşuna gitti. Âşık, “Sevgilinin oturduğu şehir”
هرکجا باشد شه ما را بساط ** هست صحرا گر بود سم الخیاط 3810
Padişahımız, nereye yaygısını yayar, oturursa orası, iğne deliği kadar dar bile olsa bize sahra gelir.
هر کجا که یوسفی باشد چو ماه ** جنتست ارچه که باشد قعر چاه
Ay gibi Yusuf neredeyse orası, kuyunun dibi bile olsa cennettir.” dedi.
منع کردن دوستان او را از رجوع کردن به بخارا وتهدید کردن و لاابالی گفتن او
Dostlarının, Buhara’ya gitme diye âşığı menetmeleri ve hiçbir şeye aldırış etmeksizin ulu orta sözler söyleme diyerek tehdit eylemeleri
گفت او را ناصحی ای بیخبر ** عاقبت اندیش اگر داری هنر
O âşığa da öğütçünün biri dedi ki: “Ey bihaber, aklın varsa işin sonunu düşün.
درنگر پس را به عقل و پیش را ** همچو پروانه مسوزان خویش را
Aklını başına devşir de işin önüne, sonuna dikkat et. Pervane gibi kendini yakıp yandırma!
چون بخارا میروی دیوانهای ** لایق زنجیر و زندانخانهای
Delicesine Buhara’ya gidersen zincire vurulmaya, hapishaneye atılmaya lâyıksın.
او ز تو آهن همیخاید ز خشم ** او همیجوید ترا با بیست چشم 3815
Sadr-ı Cihan, sana kızgın… Âdeta demir çiğnemede, dişlerini gıcırdatıp durmada. Seni yirmi gözle bekliyor.
میکند او تیز از بهر تو کارد ** او سگ قحطست و تو انبان آرد
Senin için bıçak bileyip duruyor. O âdeta kırlıkta kalmış bir köpek, sense unla dolu dağarcıksın!
چون رهیدی و خدایت راه داد ** سوی زندان میروی چونت فتاد
Allah, bir fırsat verdi, kurtuldun… Sonra da zindana gidiyorsun ha… Ne oldu sana?
بر تو گر دهگون موکل آمدی ** عقل بایستی کز ایشان کم زدی
Sana on çeşit memur dikseler bile onlardan kaçıp gizlenmen lazım; akıl, bunu emreder.
چون موکل نیست بر تو هیچکس ** از چه بسته گشت بر تو پیش و پس
Hâlbuki senin başında tek bir memur bile yok. Neden böyle önden, arttan yolun bağlandı?”
عشق پنهان کرده بود او را اسیر ** آن موکل را نمیدید آن نذیر 3820
Gizli aşk, onu esir etmişti. O öğütçü, o korkutucu o gizli memuru görmüyordu ki!