English    Türkçe    فارسی   

3
4318-4367

  • ما چو آن کره هم آب جو خوریم ** سوی آن وسواس طاعن ننگریم
  • Biz de tay gibi ırmaktan su içelim de bizi kınayan vesveseciye bakmayalım, aldırış etmeyelim.
  • پی‌رو پیغمبرانی ره سپر ** طعنه‌ی خلقان همه بادی شمر
  • Peygamberlerin izini izliyorsan yola düş, halkın bütün kınamalarını hava say!
  • آن خداوندان که ره طی کرده‌اند ** گوش فا بانگ سگان کی کرده‌اند 4320
  • Yol aşan, menzil alan yol erleri ne vakit köpeklerin havlamasına kulak astılar?
  • بقیه‌ی ذکر آن مهمان مسجد مهمان‌کش
  • Konuk öldüren mescit hikâyesinin sonu
  • باز گو کان پاک‌باز شیرمرد ** اندر آن مسجد چه بنمودش چه کرد
  • O tertemiz aslan adama mescitte neler göründü? Sen onu söyle yine!
  • خفت در مسجد خود او را خواب کو ** مرد غرقه گشته چون خسپد بجو
  • Mescitte, suya gark olmuş adam nasıl uyursa öyle uyudu.
  • خواب مرغ و ماهیان باشد همی ** عاشقان را زیر غرقاب غمی
  • Gam denizine batmış âşıkların uykusu, daima kuş ve balık uykusudur.
  • نیمشب آواز با هولی رسید ** کایم آیم بر سرت ای مستفید
  • Gece yarısı korkunç bir sestir geldi: Ey kendisine fayda dileyen, geleyim mi, geleyim mi?
  • پنج کرت این چنین آواز سخت ** می‌رسید و دل همی‌شد لخت‌لخت 4325
  • Bu şiddetli ses tam beş kere geldi, korkudan adamın yüreği çatlıyor, paramparça oluyordu.
  • تفسیر آیت واجلب علیهم بخیلک و رجلک
  • “Onları atlı, yaya askerlerinle çağır” ayetinin tefsiri
  • تو چو عزم دین کنی با اجتهاد ** دیو بانگت بر زند اندر نهاد
  • Sen de din yoluna girmeyi, o yolda çalışmayı kurarsın ama şeytan, içinden seslenir:
  • که مرو زان سو بیندیش ای غوی ** که اسیر رنج و درویشی شوی
  • “A sapık, o yola gitme, eziyetlere düşer, yoksul olur, kalırsın.
  • بی‌نوا گردی ز یاران وابری ** خوار گردی و پشیمانی خوری
  • Dostlarından ayrı düşer, hor hakir bir hale gelir, pişman olursun!”
  • تو ز بیم بانگ آن دیو لعین ** وا گریزی در ضلالت از یقین
  • Sen de o melun Şeytan’ın sesinden korkar, yakinden kaçar, sapıklığa düşersin.
  • که هلا فردا و پس فردا مراست ** راه دین پویم که مهلت پیش ماست 4330
  • “Hele yarın, hele öbür gün din yoluna girer, koşar, yürürüm… Daha önümüzde vakit var” dersin.
  • مرگ بینی باز کو از چپ و راست ** می‌کشد همسایه را تا بانگ خاست
  • Sağdan, soldan ölümün gelip çattığını görürsün… Komşuların ölür, evlerinden feryatlar yücelir.
  • باز عزم دین کنی از بیم جان ** مرد سازی خویشتن را یک زمان
  • Derken yine can korkusuyla din yoluna girmeye niyetlenir, bir an olsun kendini adam edersin.
  • پس سلح بر بندی از علم و حکم ** که من از خوفی نیارم پای کم
  • Ben korkup ayağımı geri çekmem diye ilimden, hikmetten silahlar kuşanırsın.
  • باز بانگی بر زند بر تو ز مکر ** که بترس و باز گرد از تیغ فقر
  • Bu sırada şeytan yine hileye sapar, seslenir: “Bu kulluk kılıcından kork, geri dön!”
  • باز بگریزی ز راه روشنی ** آن سلاح علم و فن را بفکنی 4335
  • Yine korkar, aydın yoldan kaçar, o ilim ve hüner silâhlarını atarsın.
  • سالها او را به بانگی بنده‌ای ** در چنین ظلمت نمد افکنده‌ای
  • Yıllardır bir ses, bir bağırış yüzünden ona kulsun… Hırkanı böyle bir karanlığa atmışsın.
  • هیبت بانگ شیاطین خلق را ** بند کردست و گرفته حلق را
  • Şeytanların bağırışlarındaki heybet, halkı kıskıvrak bağlamış, boğazlarını sıkmıştır.
  • تا چنان نومید شد جانشان ز نور ** که روان کافران ز اهل قبور
  • Onların canları, nura kavuşmaktan öyle meyus olmuştur ki kâfirlerin ruhları da kabirdekilerin dirilmesinden ancak o kadar meyustur.
  • این شکوه بانگ آن ملعون بود ** هیبت بانگ خدایی چون بود
  • O melunun sesinin heybeti bu olursa gayrı Allah’ın sesindeki heybet ne olur?
  • هیبت بازست بر کبک نجیب ** مر مگس را نیست زان هیبت نصیب 4340
  • Doğandan aslı, nesli belli olan keklik korkar. Sineğe o korkudan pay yoktur.
  • زانک نبود باز صیاد مگس ** عنکبوتان می مگس گیرند و بس
  • Çünkü doğan, sinek avlamaz ki… Sinekleri ancak örümcekler avlar.
  • عنکبوت دیو بر چون تو ذباب ** کر و فر دارد نه بر کبک و عقاب
  • Şeytan örümcek, senin gibi sineğe galiptir. Keklikle, karakuşla işi yok!
  • بانگ دیوان گله‌بان اشقیاست ** بانگ سلطان پاسبان اولیاست
  • Şeytanların bağırışları, kötü kişilere çobanlık eder. Padişahın sesiyse velilerin bekçisidir.
  • تا نیامیزد بدین دو بانگ دور ** قطره‌ای از بحر خوش با بحر شور
  • Bu suretle birbirinden uzak olan bu iki ses birbirine karışmaz… Tatlı denizden bir katra bile acı denize taşmaz.
  • رسیدن بانگ طلسمی نیم‌شب مهمان مسجد را
  • Gece yarısı mescitteki konuğa tılsım sesinin gelmesi
  • بشنو اکنون قصه‌ی آن بانگ سخت ** که نرفت از جا بدان آن نیکبخت 4345
  • Şimdi o şiddetli ses hikâyesini dinle. O iyi bahtlı konuk, sesi duyunca yerinden bile kıpırdamadı.
  • گفت چون ترسم چو هست این طبل عید ** تا دهل ترسد که زخم او را رسید
  • Dedi ki: “Bu ses, bayram davulu sesi… Neden korkacakmışım? Tokmağı yiyen davul; o korksun!
  • ای دهلهای تهی بی قلوب ** قسمتان از عید جان شد زخم چوب
  • Ey kalbi olmayan boş davullar, can bayramınızdan kısmetiniz, tokmaktan ibaret.
  • شد قیامت عید و بی‌دینان دهل ** ما چو اهل عید خندان همچو گل
  • Kıyamet bayramında dinsizler davul… Biz ise gül gibi gülmekteyiz, bayrama erişenlere benziyoruz.
  • بشنو اکنون این دهل چون بانگ زد ** دیگ دولتبا چگونه می‌پزد
  • Şimdi duy da bak, bu davul nasıl ses vermekte… Devlet tenceresi nasıl kaynamakta
  • چونک بشنود آن دهل آن مرد دید ** گفت چون ترسد دلم از طبل عید 4350
  • O er, davulun sesini duyunca “Gönlüm, bayram davulundan nasıl olur da korkar?” dedi.
  • گفت با خود هین ملرزان دل کزین ** مرد جان بددلان بی‌یقین
  • Kendi kendisine dedi ki: “Gönül, titreme, korkma… yakine erişmiş kötü gönüllülerin canları öldü gitti.
  • وقت آن آمد که حیدروار من ** ملک گیرم یا بپردازم بدن
  • Haydar gibi ya ülkeyi zapt ederim ya canım bedenimden gider.”
  • بر جهید و بانگ بر زد کای کیا ** حاضرم اینک اگر مردی بیا
  • Yerinden fırladı bağırdı: “Ey ulu adam, işte buracıkta hazırım; hadi, ersen gel!”
  • در زمان بشکست ز آواز آن طلسم ** زر همی‌ریزید هر سو قسم قسم
  • Tılsım, hemencecik bozuldu, her taraftan ulam ulam altın dökülmeye başladı.
  • ریخت چند این زر که ترسید آن پسر ** تا نگیرد زر ز پری راه در 4355
  • Öyle altın döküldü ki oğlancağız, kapının bile kapanıp açılmayacağından korktu.
  • بعد از آن برخاست آن شیر عتید ** تا سحرگه زر به بیرون می‌کشید
  • Ondan sonra o kuvvetli aslan kalktı, ta seher çağına kadar altını dışarıya taşımakla uğraştı.
  • دفن می‌کرد و همی آمد بزر ** با جوال و توبره بار دگر
  • Altınları gömmekte, sonra yine gelip çuvallara, torbalara doldurarak dışarıya götürmekteydi.
  • گنجها بنهاد آن جانباز از آن ** کوری ترسانی واپس خزان
  • O canıyla oynayan er, gerisin geriye çekilip kaçan korkakların rağmine definelerine sahip oldu.
  • این زر ظاهر بخاطر آمدست ** در دل هر کور دور زرپرست
  • Her kör ve hakikatten uzak kalmış altına tapan kişinin hatırına bu hikâyeyi duyunca derhal zahiri altın gelir.
  • کودکان اسفالها را بشکنند ** نام زر بنهند و در دامن کنند 4360
  • Çocuklar saksıları kırar, o kırık parçalara altın adını takar eteklerine koyarlar.
  • اندر آن بازی چو گویی نام زر ** آن کند در خاطر کودک گذر
  • Oyun oynarken o parçalara altın adını taktın ya… Artık ne vakit altın desen çocuğun aklına saksı kırıkları gelir.
  • بل زر مضروب ضرب ایزدی ** کو نگردد کاسد آمد سرمدی
  • Fakat erlerin kastettikleri altın ne o altındır, ne bu altın. Onlar üstüne, Allah’ın adı basılmış hakikî altını kastederler. O altın, ne kesada uğrar, ne ziyana… Ebedî ve daimîdir.
  • آن زری کین زر از آن زر تاب یافت ** گوهر و تابندگی و آب یافت
  • O altın, öyle bir altındır ki bu zahirî altın, parlaklığını ondan almış, kadir ve kıymeti ondan bulmuştur.
  • آن زری که دل ازو گردد غنی ** غالب آید بر قمر در روشنی
  • Gönül, o altından ganileşir… Parlaklık ve aydınlıkta aydan bile üstündür.
  • شمع بود آن مسجد و پروانه او ** خویشتن در باخت آن پروانه‌خو 4365
  • O mescit, bir mumdu, adamda pervane… O pervane huylu, âdeta canıyla oynamaktaydı.
  • پر بسوخت او را ولیکن ساختش ** بس مبارک آمد آن انداختش
  • Ateş, kanadını yaktı ama daha güzel kanat ihsan etti. O ateşe atılma, âşıka pek kutlu geldi, pek!
  • همچو موسی بود آن مسعودبخت ** کاتشی دید او به سوی آن درخت
  • O bahtı kutlu, Musa’ya benziyordu. Ağacın civarında bir ateştir, görmüştü.