-
آن سمیعی تو وان اصغای تو ** و آن تبسمهای جانافزای تو
- Nice zamandır sözlerimi dinlemeni, derdimi duymanı, o cana canlar katan gülüşlerini,
-
آن بنوشیدن کم و بیش مرا ** عشوهی جان بداندیش مرا 4700
- Benim eksik, artık sözlerimi işitmeni, benim kötülükler düşünen canımın işvesini düşünüp durdum, özleyip yattım.
-
قلبهای من که آن معلوم تست ** بس پذیرفتی تو چون نقد درست
- Benim sence mâlum olan kalp akçelerimi sağlam para gibi kabul ettin.
-
بهر گستاخی شوخ غرهای ** حلمها در پیش حلمت ذرهای
- Şuh bir küstahın küstahlığına gösterdiğin hilme karşı bütün hilimler, bir zerreden ibaretti.
-
اولا بشنو که چون ماندم ز شست ** اول و آخر ز پیش من بجست
- Dinle bak, hizmetinden ayrıldığım andan itibaren nelere uğradım: İlk önce benim için ne evvel kaldı, ne âhir... Ön de gözümden kalktı, son da!
-
ثانیا بشنو تو ای صدر ودود ** که بسی جستم ترا ثانی نبود
- İkinci, ey güzel sevgili, çok aradım ama sana bir ikinci bulamadım.
-
ثالثا تا از تو بیرون رفتهام ** گوییا ثالث ثلاثه گفتهام 4705
- Üçüncüsü senden ayrıldım ayrılalı Allah, üçün üçüncüsüdür demiş gibi oldum.
-
رابعا چون سوخت ما را مزرعه ** می ندانم خامسه از رابعه
- Dördüncüsü, ayrılık, tarlamı, ekinimi yaktı; Hâmise’yi Râbia’dan ayırt edemez oldum!
-
هر کجا یابی تو خون بر خاکها ** پی بری باشد یقین از چشم ما
- Nerede topraklar üstünde kan görürsen hiç şüphe etme ki biz oradan geçtik, kanlı gözyaşlarımızı takip ederek izimizi izleyebilirsin!
-
گفت من رعدست و این بانگ و حنین ** ز ابر خواهد تا ببارد بر زمین
- Sözlerim, bu feryad ü figanın âdeta gök gürültüsü… Yeryüzüne bulutlardan yağmur yağdırmak istiyor!
-
من میان گفت و گریه میتنم ** یا بگریم یا بگویم چون کنم
- Söylemekle ağlamak arasında mütereddidim… Nasıl edeyim; ağlayayım mı söyleyeyim mi?
-
گر بگویم فوت میگردد بکا ** ور نگویم چون کنم شکر و ثنا 4710
- Söylesem ağlayamam; fakat ağlarsam sana nasıl şükredebilir, seni nasıl övebilirim?
-
میفتد از دیده خون دل شها ** بین چه افتادست از دیده مرا
- Padişahım, gözlerimden gönül kanları akmakta. Bak, gözlerimden neler akıyor?”
-
این بگفت و گریه در شد آن نحیف ** که برو بگریست هم دون هم شریف
- O zayıf âşık, bunları söyleyip ağlamaya başladı… Haline aşağılık kişilerde ağladılar, yüce kişiler de!
-
از دلش چندان بر آمد های هوی ** حلقه کرد اهل بخارا گرد اوی
- İçinden öyle bir hay haydır coştu ki Buhara halkı etrafına toplandı.
-
خیره گویان خیره گریان خیرهخند ** مرد و زن خرد و کلان حیران شدند
- Hayran hayran söylemekte, hayran hayran ağlamakta, hayran hayran gülmekteydi. Kadın, erkek, büyük, küçük, herkes ona şaştı kaldı!
-
شهر هم همرنگ او شد اشک ریز ** مرد و زن درهم شده چون رستخیز 4715
- Bütün şehir, onun rengine boyandı; herkes, onunla beraber ağlamaya başladı. Kadın, erkek birbirine karıştı, kıyametten bir alâmet oldu!
-
آسمان میگفت آن دم با زمین ** گر قیامت را ندیدستی ببین
- O anda gökyüzü yere, kıyameti görmedinse gör diyordu!
-
عقل حیران که چه عشق است و چه حال ** تا فراق او عجبتر یا وصال
- Akıl, bu ne aşktır, bu ne haldir… Onun ayrılığına mı şaşmalı, kavuşmasına mı? Hangisi daha ziyade şaşılacak şey diye hayran olmuştu.
-
چرخ بر خوانده قیامتنامه را ** تا مجره بر دریده جامه را
- Gök, o anda kıyametnameyi okumuş, saman uğrusuna kadar elbisesini yırtmıştı!
-
با دو عالم عشق را بیگانگی ** اندرو هفتاد و دو دیوانگی
- Aşk, iki âleme de yabancıdır; aşkta yetmiş iki türlü divanelik var!
-
سخت پنهانست و پیدا حیرتش ** جان سلطانان جان در حسرتش 4720
- Aşk, pek gizlidir ama şaşkınlığı meydanda… Padişahların canları bile ona hasret çekmektedir.
-
غیر هفتاد و دو ملت کیش او ** تخت شاهان تختهبندی پیش او
- Aşk dini, aşk mezhebi, yetmiş iki şeriatta da dışarıdır. Padişahların tahtları, aşka karşı alelâde bir tahta parçasından ibarettir.
-
مطرب عشق این زند وقت سماع ** بندگی بند و خداوندی صداع
- Aşk çalgıcısı, semâ vaktinde şunu çalar: Kulluk bir bağdır, efendilik baş ağrısı!
-
پس چه باشد عشق دریای عدم ** در شکسته عقل را آنجا قدم
- Şu halde aşk nedir? Yokluk deryası! Aklın ayağı, orada kırıktır!
-
بندگی و سلطنت معلوم شد ** زین دو پرده عاشقی مکتوم شد
- Kulluk da malûm sultanlık da… Âşıklık bu iki perdeden gizli!
-
کاشکی هستی زبانی داشتی ** تا ز هستان پردهها برداشتی 4725
- Keşke varlığın bir dili olsaydı da varlardan perdeyi kaldırsa, hakikati anlatsaydı!
-
هر چه گویی ای دم هستی از آن ** پردهی دیگر برو بستی بدان
- Ey varlık nefesi, ona ait ne söylersen bil ki onun üstüne bir perde daha örttün.
-
آفت ادراک آن قالست و حال ** خون بخون شستن محالست و محال
- Onu anlamanın afeti, sözdür, haldir; kanı kanla yıkamanın imkânı yok!
-
من چو با سوداییانش محرمم ** روز و شب اندر قفص در میدمم
- Ben, onun sevdalılarının mahremiyim… Gece, gündüz kafes içinde ondan bahsetmedeyim!
-
سخت مست و بیخود و آشفتهای ** دوش ای جان بر چه پهلو خفتهای
- Ey can, pek sarhoşsun, pek kendinden geçmiş, pek perişan ve harap olmuşsun… Dün gece hangi yanına yattın ki?
-
هان و هان هش دار بر ناری دمی ** اولا بر جه طلب کن محرمی 4730
- Kendine gel, kendine… bu sırdan pek bahsetme; önce bir sıçra, kendine mahrem bir dost iste!
-
عاشق و مستی و بگشاده زبان ** الله الله اشتری بر ناودان
- Âşıksın, sarhoşsun, dilin açılmış… Allah, Allah… Sen, oluk üstünde bir devesin!
-
چون ز راز و ناز او گوید زبان ** یا جمیل الستر خواند آسمان
- Dil, onun sırrından, onun nazından bahse kalkıştı mı gök, “Ey hakikatini güzelce örten Allah” demeye başlar.
-
ستر چه در پشم و پنبه آذرست ** تا همیپوشیش او پیداترست
- Fakat aşkı örtmek nedir? Ateşi yün ve pamuk içinde gizlemek! Ne kadar örtersen o kadar meydana çıkar!
-
چون بکوشم تا سرش پنهان کنم ** سر بر آرد چون علم کاینک منم
- Ben, onu örtmeye çalıştım mı o, bayrak gibi başkaldırır, işte buracıktayım der.
-
رغم انفم گیردم او هر دو گوش ** کای مدمغ چونش میپوشی بپوش 4735
- Benim inadıma o, iki kulağımdan yakalar da, a kendi bildiğine giden, beni nasıl örteceksin, nasıl gizleyeceksin? Hadi, gizle bakalım der.
-
گویمش رو گرچه بر جوشیدهای ** همچو جان پیدایی و پوشیدهای
- Derim ki: Hadi git, coşmuşsun ama can gibi hem meydandasın, hem gizli!
-
گوید او محبوس خنبست این تنم ** چون می اندر بزم خنبک میزنم
- Der ki: Bu tenim küp içinde mahpus… Fakat şarap gibi küp içinde ıslık çalmaktayım!
-
گویمش زان پیش که گردی گرو ** تا نیاید آفت مستی برو
- Derim ki: bir yere rehin olmadan, sarhoşluk afeti gelmeden çekil, git.
-
گوید از جام لطیفآشام من ** یار روزم تا نماز شام من
- Der ki: İçimi güzel lâtif kadehin içinde ta akşam namazı vaktine kadar gündüzün dostuyum.
-
چون بیاید شام و دزدد جام من ** گویمش وا ده که نامد شام من 4740
- Akşam gelip de kadehimi çaldı mı, ona daha benim akşamım gelmedi, kadehimi ver derim!
-
زان عرب بنهاد نام می مدام ** زانک سیری نیست میخور را مدام
- Şarap içmeye alışmış olan, şaraba doyamaz. Arap, onun için şaraba müdam adını taktı,
-
عشق جوشد بادهی تحقیق را ** او بود ساقی نهان صدیق را
- Hakikat şarabını aşk, kaynatır coşturur. Doğru sözlü, doğru özlü âşıka gizlice saiklik eden aşktır.
-
چون بجویی تو بتوفیق حسن ** باده آب جان بود ابریق تن
- Allah inayetiyle aşka ulaşmayı dilersem şarap, can suyudur, sürahi de beden!
-
چون بیفزاید می توفیق را ** قوت می بشکند ابریق را
- Hidayet şarabı çoğaldı, arttı mı şaraptaki kuvvet, sürahiyi kırar.
-
آب گردد ساقی و هم مست آب ** چون مگو والله اعلم بالصواب 4745
- Sâki de su kesilir, sarhoş da… Nasıl olur deme, doğrusunu Allah daha iyi bilir.
-
پرتو ساقیست کاندر شیره رفت ** شیره بر جوشید و رقصان گشت و زفت
- Şaraba vuran ışık, sâkinin ışığıdır… Şarap, bu ışıkla coşar, köpürür, oynar kuvvetlenir!
-
اندرین معنی بپرس آن خیره را ** که چنین کی دیده بودی شیره را
- Gayri sen o şaşkına sor: Sen şarabın bu halini ne vakit gördün?
-
بی تفکر پیش هر داننده هست ** آنک با شوریده شوراننده هست
- Düşünceye hacet yok, her bilinene aşikârdır: Coşana elbette bir coşturan var!
-
حکایت عاشقی دراز هجرانی بسیار امتحانی
- Uzun bir ayrılığa düşmüş, çok maceralar geçirmiş bir âşığın hikâyesi