English    Türkçe    فارسی   

3
4705-4754

  • ثالثا تا از تو بیرون رفته‌ام ** گوییا ثالث ثلاثه گفته‌ام 4705
  • Üçüncüsü senden ayrıldım ayrılalı Allah, üçün üçüncüsüdür demiş gibi oldum.
  • رابعا چون سوخت ما را مزرعه ** می ندانم خامسه از رابعه
  • Dördüncüsü, ayrılık, tarlamı, ekinimi yaktı; Hâmise’yi Râbia’dan ayırt edemez oldum!
  • هر کجا یابی تو خون بر خاکها ** پی بری باشد یقین از چشم ما
  • Nerede topraklar üstünde kan görürsen hiç şüphe etme ki biz oradan geçtik, kanlı gözyaşlarımızı takip ederek izimizi izleyebilirsin!
  • گفت من رعدست و این بانگ و حنین ** ز ابر خواهد تا ببارد بر زمین
  • Sözlerim, bu feryad ü figanın âdeta gök gürültüsü… Yeryüzüne bulutlardan yağmur yağdırmak istiyor!
  • من میان گفت و گریه می‌تنم ** یا بگریم یا بگویم چون کنم
  • Söylemekle ağlamak arasında mütereddidim… Nasıl edeyim; ağlayayım mı söyleyeyim mi?
  • گر بگویم فوت می‌گردد بکا ** ور نگویم چون کنم شکر و ثنا 4710
  • Söylesem ağlayamam; fakat ağlarsam sana nasıl şükredebilir, seni nasıl övebilirim?
  • می‌فتد از دیده خون دل شها ** بین چه افتادست از دیده مرا
  • Padişahım, gözlerimden gönül kanları akmakta. Bak, gözlerimden neler akıyor?”
  • این بگفت و گریه در شد آن نحیف ** که برو بگریست هم دون هم شریف
  • O zayıf âşık, bunları söyleyip ağlamaya başladı… Haline aşağılık kişilerde ağladılar, yüce kişiler de!
  • از دلش چندان بر آمد های هوی ** حلقه کرد اهل بخارا گرد اوی
  • İçinden öyle bir hay haydır coştu ki Buhara halkı etrafına toplandı.
  • خیره گویان خیره گریان خیره‌خند ** مرد و زن خرد و کلان حیران شدند
  • Hayran hayran söylemekte, hayran hayran ağlamakta, hayran hayran gülmekteydi. Kadın, erkek, büyük, küçük, herkes ona şaştı kaldı!
  • شهر هم هم‌رنگ او شد اشک ریز ** مرد و زن درهم شده چون رستخیز 4715
  • Bütün şehir, onun rengine boyandı; herkes, onunla beraber ağlamaya başladı. Kadın, erkek birbirine karıştı, kıyametten bir alâmet oldu!
  • آسمان می‌گفت آن دم با زمین ** گر قیامت را ندیدستی ببین
  • O anda gökyüzü yere, kıyameti görmedinse gör diyordu!
  • عقل حیران که چه عشق است و چه حال ** تا فراق او عجب‌تر یا وصال
  • Akıl, bu ne aşktır, bu ne haldir… Onun ayrılığına mı şaşmalı, kavuşmasına mı? Hangisi daha ziyade şaşılacak şey diye hayran olmuştu.
  • چرخ بر خوانده قیامت‌نامه را ** تا مجره بر دریده جامه را
  • Gök, o anda kıyametnameyi okumuş, saman uğrusuna kadar elbisesini yırtmıştı!
  • با دو عالم عشق را بیگانگی ** اندرو هفتاد و دو دیوانگی
  • Aşk, iki âleme de yabancıdır; aşkta yetmiş iki türlü divanelik var!
  • سخت پنهانست و پیدا حیرتش ** جان سلطانان جان در حسرتش 4720
  • Aşk, pek gizlidir ama şaşkınlığı meydanda… Padişahların canları bile ona hasret çekmektedir.
  • غیر هفتاد و دو ملت کیش او ** تخت شاهان تخته‌بندی پیش او
  • Aşk dini, aşk mezhebi, yetmiş iki şeriatta da dışarıdır. Padişahların tahtları, aşka karşı alelâde bir tahta parçasından ibarettir.
  • مطرب عشق این زند وقت سماع ** بندگی بند و خداوندی صداع
  • Aşk çalgıcısı, semâ vaktinde şunu çalar: Kulluk bir bağdır, efendilik baş ağrısı!
  • پس چه باشد عشق دریای عدم ** در شکسته عقل را آنجا قدم
  • Şu halde aşk nedir? Yokluk deryası! Aklın ayağı, orada kırıktır!
  • بندگی و سلطنت معلوم شد ** زین دو پرده عاشقی مکتوم شد
  • Kulluk da malûm sultanlık da… Âşıklık bu iki perdeden gizli!
  • کاشکی هستی زبانی داشتی ** تا ز هستان پرده‌ها برداشتی 4725
  • Keşke varlığın bir dili olsaydı da varlardan perdeyi kaldırsa, hakikati anlatsaydı!
  • هر چه گویی ای دم هستی از آن ** پرده‌ی دیگر برو بستی بدان
  • Ey varlık nefesi, ona ait ne söylersen bil ki onun üstüne bir perde daha örttün.
  • آفت ادراک آن قالست و حال ** خون بخون شستن محالست و محال
  • Onu anlamanın afeti, sözdür, haldir; kanı kanla yıkamanın imkânı yok!
  • من چو با سوداییانش محرمم ** روز و شب اندر قفص در می‌دمم
  • Ben, onun sevdalılarının mahremiyim… Gece, gündüz kafes içinde ondan bahsetmedeyim!
  • سخت مست و بی‌خود و آشفته‌ای ** دوش ای جان بر چه پهلو خفته‌ای
  • Ey can, pek sarhoşsun, pek kendinden geçmiş, pek perişan ve harap olmuşsun… Dün gece hangi yanına yattın ki?
  • هان و هان هش دار بر ناری دمی ** اولا بر جه طلب کن محرمی 4730
  • Kendine gel, kendine… bu sırdan pek bahsetme; önce bir sıçra, kendine mahrem bir dost iste!
  • عاشق و مستی و بگشاده زبان ** الله الله اشتری بر ناودان
  • Âşıksın, sarhoşsun, dilin açılmış… Allah, Allah… Sen, oluk üstünde bir devesin!
  • چون ز راز و ناز او گوید زبان ** یا جمیل الستر خواند آسمان
  • Dil, onun sırrından, onun nazından bahse kalkıştı mı gök, “Ey hakikatini güzelce örten Allah” demeye başlar.
  • ستر چه در پشم و پنبه آذرست ** تا همی‌پوشیش او پیداترست
  • Fakat aşkı örtmek nedir? Ateşi yün ve pamuk içinde gizlemek! Ne kadar örtersen o kadar meydana çıkar!
  • چون بکوشم تا سرش پنهان کنم ** سر بر آرد چون علم کاینک منم
  • Ben, onu örtmeye çalıştım mı o, bayrak gibi başkaldırır, işte buracıktayım der.
  • رغم انفم گیردم او هر دو گوش ** کای مدمغ چونش می‌پوشی بپوش 4735
  • Benim inadıma o, iki kulağımdan yakalar da, a kendi bildiğine giden, beni nasıl örteceksin, nasıl gizleyeceksin? Hadi, gizle bakalım der.
  • گویمش رو گرچه بر جوشیده‌ای ** همچو جان پیدایی و پوشیده‌ای
  • Derim ki: Hadi git, coşmuşsun ama can gibi hem meydandasın, hem gizli!
  • گوید او محبوس خنبست این تنم ** چون می اندر بزم خنبک می‌زنم
  • Der ki: Bu tenim küp içinde mahpus… Fakat şarap gibi küp içinde ıslık çalmaktayım!
  • گویمش زان پیش که گردی گرو ** تا نیاید آفت مستی برو
  • Derim ki: bir yere rehin olmadan, sarhoşluk afeti gelmeden çekil, git.
  • گوید از جام لطیف‌آشام من ** یار روزم تا نماز شام من
  • Der ki: İçimi güzel lâtif kadehin içinde ta akşam namazı vaktine kadar gündüzün dostuyum.
  • چون بیاید شام و دزدد جام من ** گویمش وا ده که نامد شام من 4740
  • Akşam gelip de kadehimi çaldı mı, ona daha benim akşamım gelmedi, kadehimi ver derim!
  • زان عرب بنهاد نام می مدام ** زانک سیری نیست می‌خور را مدام
  • Şarap içmeye alışmış olan, şaraba doyamaz. Arap, onun için şaraba müdam adını taktı,
  • عشق جوشد باده‌ی تحقیق را ** او بود ساقی نهان صدیق را
  • Hakikat şarabını aşk, kaynatır coşturur. Doğru sözlü, doğru özlü âşıka gizlice saiklik eden aşktır.
  • چون بجویی تو بتوفیق حسن ** باده آب جان بود ابریق تن
  • Allah inayetiyle aşka ulaşmayı dilersem şarap, can suyudur, sürahi de beden!
  • چون بیفزاید می توفیق را ** قوت می بشکند ابریق را
  • Hidayet şarabı çoğaldı, arttı mı şaraptaki kuvvet, sürahiyi kırar.
  • آب گردد ساقی و هم مست آب ** چون مگو والله اعلم بالصواب 4745
  • Sâki de su kesilir, sarhoş da… Nasıl olur deme, doğrusunu Allah daha iyi bilir.
  • پرتو ساقیست کاندر شیره رفت ** شیره بر جوشید و رقصان گشت و زفت
  • Şaraba vuran ışık, sâkinin ışığıdır… Şarap, bu ışıkla coşar, köpürür, oynar kuvvetlenir!
  • اندرین معنی بپرس آن خیره را ** که چنین کی دیده بودی شیره را
  • Gayri sen o şaşkına sor: Sen şarabın bu halini ne vakit gördün?
  • بی تفکر پیش هر داننده هست ** آنک با شوریده شوراننده هست
  • Düşünceye hacet yok, her bilinene aşikârdır: Coşana elbette bir coşturan var!
  • حکایت عاشقی دراز هجرانی بسیار امتحانی
  • Uzun bir ayrılığa düşmüş, çok maceralar geçirmiş bir âşığın hikâyesi
  • یک جوانی بر زنی مجنون بدست ** می‌ندادش روزگار وصل دست
  • Bir delikanlı, kızın birine delicesine âşık olmuştu. Fakat bir türlü vuslat zamanı gelmiyordu.
  • بس شکنجه کرد عشقش بر زمین ** خود چرا دارد ز اول عشق کین 4750
  • Aşk ona yeryüzünde bir hayli işkenceler etmişti. Aşk neden, önce âşıka kinlenir?
  • عشق از اول چرا خونی بود ** تا گریزد آنک بیرونی بود
  • Neden, önce kanlı katil gibi davranır? Doğru âşık olmayan kaçsın, aşktan vazgeçsin diye!
  • چون فرستادی رسولی پیش زن ** آن رسول از رشک گشتی راه‌زن
  • O delikanlı da kadına birisini yollasa o yolladığı adam, hasedinden zavallının yolunu vururdu.
  • ور بسوی زن نبشتی کاتبش ** نامه را تصحیف خواندی نایبش
  • Sevgilisine bir mektup yazıp yollasa okuyan, kelimeleri yanlış okurdu.
  • ور صبا را پیک کردی در وفا ** از غباری تیره گشتی آن صبا
  • Sabah rüzgârını, vefatını arz etmek üzere gönderse rüzgâr, toza dumana gark olur, kararırdı.