-
غیر هفتاد و دو ملت کیش او ** تخت شاهان تختهبندی پیش او
- Aşk dini, aşk mezhebi, yetmiş iki şeriatta da dışarıdır. Padişahların tahtları, aşka karşı alelâde bir tahta parçasından ibarettir.
-
مطرب عشق این زند وقت سماع ** بندگی بند و خداوندی صداع
- Aşk çalgıcısı, semâ vaktinde şunu çalar: Kulluk bir bağdır, efendilik baş ağrısı!
-
پس چه باشد عشق دریای عدم ** در شکسته عقل را آنجا قدم
- Şu halde aşk nedir? Yokluk deryası! Aklın ayağı, orada kırıktır!
-
بندگی و سلطنت معلوم شد ** زین دو پرده عاشقی مکتوم شد
- Kulluk da malûm sultanlık da… Âşıklık bu iki perdeden gizli!
-
کاشکی هستی زبانی داشتی ** تا ز هستان پردهها برداشتی 4725
- Keşke varlığın bir dili olsaydı da varlardan perdeyi kaldırsa, hakikati anlatsaydı!
-
هر چه گویی ای دم هستی از آن ** پردهی دیگر برو بستی بدان
- Ey varlık nefesi, ona ait ne söylersen bil ki onun üstüne bir perde daha örttün.
-
آفت ادراک آن قالست و حال ** خون بخون شستن محالست و محال
- Onu anlamanın afeti, sözdür, haldir; kanı kanla yıkamanın imkânı yok!
-
من چو با سوداییانش محرمم ** روز و شب اندر قفص در میدمم
- Ben, onun sevdalılarının mahremiyim… Gece, gündüz kafes içinde ondan bahsetmedeyim!
-
سخت مست و بیخود و آشفتهای ** دوش ای جان بر چه پهلو خفتهای
- Ey can, pek sarhoşsun, pek kendinden geçmiş, pek perişan ve harap olmuşsun… Dün gece hangi yanına yattın ki?
-
هان و هان هش دار بر ناری دمی ** اولا بر جه طلب کن محرمی 4730
- Kendine gel, kendine… bu sırdan pek bahsetme; önce bir sıçra, kendine mahrem bir dost iste!
-
عاشق و مستی و بگشاده زبان ** الله الله اشتری بر ناودان
- Âşıksın, sarhoşsun, dilin açılmış… Allah, Allah… Sen, oluk üstünde bir devesin!
-
چون ز راز و ناز او گوید زبان ** یا جمیل الستر خواند آسمان
- Dil, onun sırrından, onun nazından bahse kalkıştı mı gök, “Ey hakikatini güzelce örten Allah” demeye başlar.
-
ستر چه در پشم و پنبه آذرست ** تا همیپوشیش او پیداترست
- Fakat aşkı örtmek nedir? Ateşi yün ve pamuk içinde gizlemek! Ne kadar örtersen o kadar meydana çıkar!
-
چون بکوشم تا سرش پنهان کنم ** سر بر آرد چون علم کاینک منم
- Ben, onu örtmeye çalıştım mı o, bayrak gibi başkaldırır, işte buracıktayım der.
-
رغم انفم گیردم او هر دو گوش ** کای مدمغ چونش میپوشی بپوش 4735
- Benim inadıma o, iki kulağımdan yakalar da, a kendi bildiğine giden, beni nasıl örteceksin, nasıl gizleyeceksin? Hadi, gizle bakalım der.
-
گویمش رو گرچه بر جوشیدهای ** همچو جان پیدایی و پوشیدهای
- Derim ki: Hadi git, coşmuşsun ama can gibi hem meydandasın, hem gizli!
-
گوید او محبوس خنبست این تنم ** چون می اندر بزم خنبک میزنم
- Der ki: Bu tenim küp içinde mahpus… Fakat şarap gibi küp içinde ıslık çalmaktayım!
-
گویمش زان پیش که گردی گرو ** تا نیاید آفت مستی برو
- Derim ki: bir yere rehin olmadan, sarhoşluk afeti gelmeden çekil, git.
-
گوید از جام لطیفآشام من ** یار روزم تا نماز شام من
- Der ki: İçimi güzel lâtif kadehin içinde ta akşam namazı vaktine kadar gündüzün dostuyum.
-
چون بیاید شام و دزدد جام من ** گویمش وا ده که نامد شام من 4740
- Akşam gelip de kadehimi çaldı mı, ona daha benim akşamım gelmedi, kadehimi ver derim!
-
زان عرب بنهاد نام می مدام ** زانک سیری نیست میخور را مدام
- Şarap içmeye alışmış olan, şaraba doyamaz. Arap, onun için şaraba müdam adını taktı,
-
عشق جوشد بادهی تحقیق را ** او بود ساقی نهان صدیق را
- Hakikat şarabını aşk, kaynatır coşturur. Doğru sözlü, doğru özlü âşıka gizlice saiklik eden aşktır.
-
چون بجویی تو بتوفیق حسن ** باده آب جان بود ابریق تن
- Allah inayetiyle aşka ulaşmayı dilersem şarap, can suyudur, sürahi de beden!
-
چون بیفزاید می توفیق را ** قوت می بشکند ابریق را
- Hidayet şarabı çoğaldı, arttı mı şaraptaki kuvvet, sürahiyi kırar.
-
آب گردد ساقی و هم مست آب ** چون مگو والله اعلم بالصواب 4745
- Sâki de su kesilir, sarhoş da… Nasıl olur deme, doğrusunu Allah daha iyi bilir.
-
پرتو ساقیست کاندر شیره رفت ** شیره بر جوشید و رقصان گشت و زفت
- Şaraba vuran ışık, sâkinin ışığıdır… Şarap, bu ışıkla coşar, köpürür, oynar kuvvetlenir!
-
اندرین معنی بپرس آن خیره را ** که چنین کی دیده بودی شیره را
- Gayri sen o şaşkına sor: Sen şarabın bu halini ne vakit gördün?
-
بی تفکر پیش هر داننده هست ** آنک با شوریده شوراننده هست
- Düşünceye hacet yok, her bilinene aşikârdır: Coşana elbette bir coşturan var!
-
حکایت عاشقی دراز هجرانی بسیار امتحانی
- Uzun bir ayrılığa düşmüş, çok maceralar geçirmiş bir âşığın hikâyesi
-
یک جوانی بر زنی مجنون بدست ** میندادش روزگار وصل دست
- Bir delikanlı, kızın birine delicesine âşık olmuştu. Fakat bir türlü vuslat zamanı gelmiyordu.
-
بس شکنجه کرد عشقش بر زمین ** خود چرا دارد ز اول عشق کین 4750
- Aşk ona yeryüzünde bir hayli işkenceler etmişti. Aşk neden, önce âşıka kinlenir?
-
عشق از اول چرا خونی بود ** تا گریزد آنک بیرونی بود
- Neden, önce kanlı katil gibi davranır? Doğru âşık olmayan kaçsın, aşktan vazgeçsin diye!
-
چون فرستادی رسولی پیش زن ** آن رسول از رشک گشتی راهزن
- O delikanlı da kadına birisini yollasa o yolladığı adam, hasedinden zavallının yolunu vururdu.
-
ور بسوی زن نبشتی کاتبش ** نامه را تصحیف خواندی نایبش
- Sevgilisine bir mektup yazıp yollasa okuyan, kelimeleri yanlış okurdu.
-
ور صبا را پیک کردی در وفا ** از غباری تیره گشتی آن صبا
- Sabah rüzgârını, vefatını arz etmek üzere gönderse rüzgâr, toza dumana gark olur, kararırdı.
-
رقعه گر بر پر مرغی دوختی ** پر مرغ از تف رقعه سوختی 4755
- Kuşun kanadına bir kâğıt parçası bağlayıp uçursa kâğıttaki ateşli sözlerden kuşun kanadı yanardı.
-
راههای چاره را غیرت ببست ** لشکر اندیشه را رایت شکست
- Allah’ın kıskançlığı çare yollarını bağlamış, düşünce askerinin bayrağını kırmıştı!
-
بود اول مونس غم انتظار ** آخرش بشکست کی هم انتظار
- Önceleri bekleyiş, gamına munisti… Sonradan bekleyiş, o bekleyişi de kırdı, geçirdi, mahvetti!
-
گاه گفتی کین بلای بیدواست ** گاه گفتی نه حیات جان ماست
- Gâh derdi ki: Bu derdin devası yok… Gâh derdi ki: Hayır… Bu dert bizim, canımıza can ve hayat!
-
گاه هستی زو بر آوردی سری ** گاه او از نیستی خوردی بری
- Gâh varlığı galebe eder, bir şeyler yapmaya niyetlenirdi; gâh yokluğa düşer, yokluktan meyveler yer, gıdalanırdı.
-
چونک بر وی سرد گشتی این نهاد ** جوش کردی گرم چشمهی اتحاد 4760
- Nihayet bu hale bir çare bulamayıp ümitsizliğe düşünce birlik kaynağı kızıştı, coştu!
-
چونک با بیبرگی غربت بساخت ** برگ بیبرگی به سوی او بتاخت
- Gurbet azıksızlığıyla azıklanınca azıksızlık azığı, çaresizlik çaresi, ona doğru koştu!
-
خوشههای فکرتش بیکاه شد ** شبروان را رهنما چون ماه شد
- Düşünce salkımları çöpsüz bir hale geldi… O âşık, ay gibi gece yolcularına kılavuz kesildi!
-
ای بسا طوطی گویای خمش ** ای بسا شیرینروان رو ترش
- Nice güzel sözlü dudular vardır ki susarlar… Nice tatlı özlüler vardır ki ekşi yüzlüdürler!
-
رو به گورستان دمی خامش نشین ** آن خموشان سخنگو را ببین
- Yürü, bir an mezarlığa var da susarak otur. O söz söyleyip duran susmuşları gör!
-
لیک اگر یکرنگ بینی خاکشان ** نیست یکسان حالت چالاکشان 4765
- Onların topraklarını bir renkte, bir halde görürsün ama halleri bir değildir ki!
-
شحم و لحم زندگان یکسان بود ** آن یکی غمگین دگر شادان بود
- Dirilerin da yağları, etleri bir… Fakat birisi gamlı, öbürü neşeli!
-
تو چه دانی تا ننوشی قالشان ** زانک پنهانست بر تو حالشان
- Sözlerini duymadıkça hallerini ne bileceksin. Halleri senden gizli kalır.
-
بشنوی از قال های و هوی را ** کی ببینی حالت صدتوی را
- Söyletsen de sözlerinden ancak bir hay huydur duyarsın. Yüz kat gizli olan hallerini nereden göreceksin ki?
-
نقش ما یکسان بضدها متصف ** خاک هم یکسان روانشان مختلف
- Bir olan suretimizde bile birbirine zıt vasıflar var. Toprak da bir ama ruhlar ayrı ayrı!
-
همچنین یکسان بود آوازها ** آن یکی پر درد و آن پر نازها 4770
- Seslerde böyle… Ses olmak bakımından bir, fakat birisinin sesi dertli, öbürünün nazlı, edalı!