-
غم یکی گنجیست و رنج تو چو کان ** لیک کی در گیرد این در کودکان 510
- Gam bir hazinedir. Senin zahmet ve meşakkat çekişine maden. Fakat bu söz, çocuklara nerden tesir edecek?
-
کودکان چون نام بازی بشنوند ** جمله با خر گور هم تگ میدوند
- Çocuklar, oyun adını duydular mı hepsi de yaban eşeğiyle yarışa girişirler.
-
ای خران کور این سو دامهاست ** در کمین این سوی خونآشامهاست
- Ey yaban eşekleri, bu yanda tuzaklar var. Bu yandaki tuzaklarda kan içiciler var.
-
تیرها پران کمان پنهان ز غیب ** بر جوانی میرسد صد تیر شیب
- Oklar uçuşup durmakta, yay, gayb âleminde gizli. Gençlere yüzlerce ihtiyarlık okları erişmekte.
-
گام در صحرای دل باید نهاد ** زانک در صحرای گل نبود گشاد
- Gönül ovasına adım atmak gerek. Çünkü bu ovada ferahlık, genişlik, neşe olamaz.
-
ایمن آبادست دل ای دوستان ** چشمهها و گلستان در گلستان 515
- Dostlar, gönül, eminliktir, huzur yeridir. Orada kaynaklar, gül bahçeleri içinde gül bahçeleri var.
-
عج الی القلب و سر یا ساریه ** فیه اشجار و عین جاریه
- Yolcu, kalbe yürü, orada seyret, orada gez dolaş. Ağaçlar var orada, akan sular var orada.
-
ده مرو ده مرد را احمق کند ** عقل را بی نور و بی رونق کند
- Köye gitme. Köy, adamı ahmak bir hâle sokar… Aklı nursuz, fersiz bir hâle getirir.
-
قول پیغامبر شنو ای مجتبی ** گور عقل آمد وطن در روستا
- Ey seçilmiş temiz adam, Peygamber’in sözünü dinle. Köyde yurt tutmak, aklın mezarıdır.
-
هر که را در رستا بود روزی و شام ** تا بماهی عقل او نبود تمام
- Köyde sabah, akşam bir gün kalan kişinin aklı, bir ay yerine gelemez.
-
تا بماهی احمقی با او بود ** از حشیش ده جز اینها چه درود 520
- Tam bir ay onun ahmaklığı gitmez. Köy otlarından da bundan başka ne biçilebilir ki?
-
وانک ماهی باشد اندر روستا ** روزگاری باشدش جهل و عمی
- Köyde bir ay kalan kişi, nice zaman bilgisiz ve kör kalır.
-
ده چه باشد شیخ واصل ناشده ** دست در تقلید و حجت در زده
- Köy nedir? Hakikate ulaşmamış, elini taklit ve huccete atmış şeyh!
-
پیش شهر عقل کلی این حواس ** چون خران چشمبسته در خراس
- Aklı kül şehrine karşı bu duygular, gözleri bağlı değirmen eşeklerine benzer.
-
این رها کن صورت افسانه گیر ** هل تو دردانه تو گندمدانه گیر
- Bunu geç de hikâyeye giriş, inciyi bırak. Buğday tanesini ele al.
-
گر بدر ره نیست هین بر میستان ** گر بدان ره نیستت این سو بران 525
- İnciye yol yoksa hemencecik buğdayı al. O tarafa yol yoksa bu tarafa at sür.
-
ظاهرش گیر ار چه ظاهر کژ پرد ** عاقبت ظاهر سوی باطن برد
- Zahir, eğri büğrü uçsa bile sen zahirine bak. Zahir, nihayet insanı bâtına götürür.
-
اول هر آدمی خود صورتست ** بعد از آن جان کو جمال سیرتست
- Her insanın evveli suretten ibarettir. Ondan sonra can gelir ki can, manevi güzellik, ahlâk güzelliğidir.
-
اول هر میوه جز صورت کیست ** بعد از آن لذت که معنی ویست
- Her meyvenin evveli suretten başka nedir ki? Ondan sonra lezzet gelir ki lezzet, meyvenin manasıdır.
-
اولا خرگاه سازند و خرند ** ترک را زان پس به مهمان آورند
- Önce çadır kurarlar da sonra Türkü konuk çağırırlar.
-
صورتت خرگاه دان معنیت ترک ** معنیت ملاح دان صورت چو فلک 530
- Bil ki suretin çadırıdır, mânan Türk. Mânan bil ki kaptandır, suretin gemi!
-
بهر حق این را رها کن یک نفس ** تا خر خواجه بجنباند جرس
- Allah için şunu bir nefes olsun bırak da şehirlinin eşeği çanını çalsın!
-
رفتن خواجه و قومش به سوی ده
- Şehirliyle akrabasının köye gitmeleri
-
خواجه و بچگان جهازی ساختند ** بر ستوران جانب ده تاختند
- Şehirli ve çoluğu, çocuğu hazırlıklarını tamamladılar, eşyalarını katırlara yükleyip köye doğru yollandılar.
-
شادمانه سوی صحرا راندند ** سافروا کی تغنموا بر خواندند
- Hayvanlarını neşeli neşeli sürmekte, “Sefer edin de ganimet bulun” demekteydiler.
-
کز سفرها ماه کیخسرو شود ** بی سفرها ماه کی خسرو شود
- Ay, sefer ede ede Keyhusrev olur. Tolunay hâline gelir. Sefer etmeksizin nasıl padişah kesilir ki?
-
از سفر بیدق شود فرزین راد ** وز سفر یابید یوسف صد مراد 535
- Beydak, seferle satrancın en üst hanesi olan ferzin hanesine gelir, ferzin olur. Yusuf, seferden faydalanır, yüzlerce muradına erişir.
-
روز روی از آفتابی سوختند ** شب ز اختر راه میآموختند
- Onların da gündüzün yüzlerini güneş yakıyor, geceleyin yıldızla yol buluyorlar,
-
خوب گشته پیش ایشان راه زشت ** از نشاط ده شده ره چون بهشت
- Kötü yol, onlara güzelleşiyor, köyün neşesiyle cennet gibi görünüyor, bu suretle gidip duruyorlardı.
-
تلخ از شیرینلبان خوش میشود ** خار از گلزار دلکش میشود
- Acı, tatlı dudakların tesiriyle tatlılaşır, diken, gül bahçesi dolayısıyla gönül çeker bir hâle gelir.
-
حنظل از معشوق خرما میشود ** خانه از همخانه صحرا میشود
- Ebu Cehil karpuzu, sevgili yüzünden hurma kesilir, ev, evdeki dost yüzünden ova olur.
-
ای بسا از نازنینان خارکش ** بر امید گلعذار ماهوش 540
- Gül yanaklı, ay yüzlü bir dilberin vuslatı ümidiyle nice nazeninler diken zahmetini çekerler.
-
ای بسا حمال گشته پشتریش ** از برای دلبر مهروی خویش
- Ay yüzlü sevgilisi yüzünden niceler sırtı yaralı hamal olmuştur.
-
کرده آهنگر جمال خود سیاه ** تا که شب آید ببوسد روی ماه
- Gece gelsin de ay ( yüzlü sevgilinin) yüzünü öpsün diye demirci, yüzünü simsiyah etmiştir.
-
خواجه تا شب بر دکانی چار میخ ** زانک سروی در دلش کردست بیخ
- Esnaf, gönlüne bir serviyi diktiğinden akşama kadar dükkânda çarmıha çakılmış gibi bekler durur.
-
تاجری دریا و خشکی میرود ** آن بمهر خانهشینی میدود
- Tacir, deniz demez, kara demez yürür durur ama evinde oturan bir sevgilinin aşkıyla koşup yeler.
-
هر که را با مرده سودایی بود ** بر امید زندهسیمایی بود 545
- Kimin bir ölüye, bir taşa, toprağa sevdası varsa bir diri yüzlünün sevdasıyla sevdalanmıştır.
-
آن دروگر روی آورده به چوب ** بر امید خدمت مهروی خوب
- Dülger, tahtaya yüz tutmuştur ama ay yüzlü güzeline hizmet etmek ümidiyle.
-
بر امید زندهای کن اجتهاد ** کو نگردد بعد روزی دو جماد
- Sen de bir dirinin ümidiyle çalış, çabala ki o, bir gün sonra cansız bir hale geliversin.
-
مونسی مگزین خسی را از خسی ** عاریت باشد درو آن مونسی
- Aşağılık yüzünden bir saman çöpünü kendine munis olarak seçme. Onun munisliği ariyettir.
-
انس تو با مادر و بابا کجاست ** گر بجز حق مونسانت را وفاست
- Ananla, babanla munistin, Allah’tan başka munislerin sana vefakârsa hani o ünsiyet?
-
انس تو با دایه و لالا چه شد ** گر کسی شاید بغیر حق عضد 550
- Hak’tan gayrı birisiyle dostluk, yerindeyse dadınla, lalanla ünsiyetin ne oldu?
-
انس تو با شیر و با پستان نماند ** نفرت تو از دبیرستان نماند
- Sütle, memeyle olan ünsiyetin kalmadı. Mektepten nefret ederdin, o nefret de geldi geçti.
-
آن شعاعی بود بر دیوارشان ** جانب خورشید وا رفت آن نشان
- O ünsiyet, onların duvarına varan güneş ziyasından ibarettir. O akis güneşe gitti.
-
بر هر آن چیزی که افتد آن شعاع ** تو بر آن هم عاشق آیی ای شجاع
- Yiğidim, o ışık nereye düşerse sen ona âşık oluyorsun.
-
عشق تو بر هر چه آن موجود بود ** آن ز وصف حق زر اندود بود
- Her vara taallûk eden aşkın, Allah vasfından, meydana gelir, o şeyin yaldızından, o şeyin zahirî güzelliğinden değil.
-
چون زری با اصل رفت و مس بماند ** طبع سیر آمد طلاق او براند 555
- O şeyin altın yaldızı aslına gitti de bakırı kaldı mı insanın tabiatı doyar, onu boşlayıverir.
-
از زر اندود صفاتش پا بکش ** از جهالت قلب را کم گوی خوش
- Onun yaldızlı, zahirî sıfatlarından ayağını çek. Bilgisizlikle kalpa pek hoş deme.
-
کان خوشی در قلبها عاریتست ** زیر زینت مایهی بی زینتست
- Kalplardaki o hoşluk, o güzellik eğretidir. O süsün, püsün altında süssüzlük vardır.
-
زر ز روی قلب در کان میرود ** سوی آن کان رو تو هم کان میرود
- Kalpın üstündeki altın, madenine gider. Sen de onun gittiği madene git.
-
نور از دیوار تا خور میرود ** تو بدان خور رو که در خور میرود
- Duvardaki ışık güneşe varır. Sen de sana lâyık olan o güneşe git.