-
اول هر آدمی خود صورتست ** بعد از آن جان کو جمال سیرتست
- Her insanın evveli suretten ibarettir. Ondan sonra can gelir ki can, manevi güzellik, ahlâk güzelliğidir.
-
اول هر میوه جز صورت کیست ** بعد از آن لذت که معنی ویست
- Her meyvenin evveli suretten başka nedir ki? Ondan sonra lezzet gelir ki lezzet, meyvenin manasıdır.
-
اولا خرگاه سازند و خرند ** ترک را زان پس به مهمان آورند
- Önce çadır kurarlar da sonra Türkü konuk çağırırlar.
-
صورتت خرگاه دان معنیت ترک ** معنیت ملاح دان صورت چو فلک 530
- Bil ki suretin çadırıdır, mânan Türk. Mânan bil ki kaptandır, suretin gemi!
-
بهر حق این را رها کن یک نفس ** تا خر خواجه بجنباند جرس
- Allah için şunu bir nefes olsun bırak da şehirlinin eşeği çanını çalsın!
-
رفتن خواجه و قومش به سوی ده
- Şehirliyle akrabasının köye gitmeleri
-
خواجه و بچگان جهازی ساختند ** بر ستوران جانب ده تاختند
- Şehirli ve çoluğu, çocuğu hazırlıklarını tamamladılar, eşyalarını katırlara yükleyip köye doğru yollandılar.
-
شادمانه سوی صحرا راندند ** سافروا کی تغنموا بر خواندند
- Hayvanlarını neşeli neşeli sürmekte, “Sefer edin de ganimet bulun” demekteydiler.
-
کز سفرها ماه کیخسرو شود ** بی سفرها ماه کی خسرو شود
- Ay, sefer ede ede Keyhusrev olur. Tolunay hâline gelir. Sefer etmeksizin nasıl padişah kesilir ki?
-
از سفر بیدق شود فرزین راد ** وز سفر یابید یوسف صد مراد 535
- Beydak, seferle satrancın en üst hanesi olan ferzin hanesine gelir, ferzin olur. Yusuf, seferden faydalanır, yüzlerce muradına erişir.
-
روز روی از آفتابی سوختند ** شب ز اختر راه میآموختند
- Onların da gündüzün yüzlerini güneş yakıyor, geceleyin yıldızla yol buluyorlar,
-
خوب گشته پیش ایشان راه زشت ** از نشاط ده شده ره چون بهشت
- Kötü yol, onlara güzelleşiyor, köyün neşesiyle cennet gibi görünüyor, bu suretle gidip duruyorlardı.
-
تلخ از شیرینلبان خوش میشود ** خار از گلزار دلکش میشود
- Acı, tatlı dudakların tesiriyle tatlılaşır, diken, gül bahçesi dolayısıyla gönül çeker bir hâle gelir.
-
حنظل از معشوق خرما میشود ** خانه از همخانه صحرا میشود
- Ebu Cehil karpuzu, sevgili yüzünden hurma kesilir, ev, evdeki dost yüzünden ova olur.
-
ای بسا از نازنینان خارکش ** بر امید گلعذار ماهوش 540
- Gül yanaklı, ay yüzlü bir dilberin vuslatı ümidiyle nice nazeninler diken zahmetini çekerler.
-
ای بسا حمال گشته پشتریش ** از برای دلبر مهروی خویش
- Ay yüzlü sevgilisi yüzünden niceler sırtı yaralı hamal olmuştur.
-
کرده آهنگر جمال خود سیاه ** تا که شب آید ببوسد روی ماه
- Gece gelsin de ay ( yüzlü sevgilinin) yüzünü öpsün diye demirci, yüzünü simsiyah etmiştir.
-
خواجه تا شب بر دکانی چار میخ ** زانک سروی در دلش کردست بیخ
- Esnaf, gönlüne bir serviyi diktiğinden akşama kadar dükkânda çarmıha çakılmış gibi bekler durur.
-
تاجری دریا و خشکی میرود ** آن بمهر خانهشینی میدود
- Tacir, deniz demez, kara demez yürür durur ama evinde oturan bir sevgilinin aşkıyla koşup yeler.
-
هر که را با مرده سودایی بود ** بر امید زندهسیمایی بود 545
- Kimin bir ölüye, bir taşa, toprağa sevdası varsa bir diri yüzlünün sevdasıyla sevdalanmıştır.
-
آن دروگر روی آورده به چوب ** بر امید خدمت مهروی خوب
- Dülger, tahtaya yüz tutmuştur ama ay yüzlü güzeline hizmet etmek ümidiyle.
-
بر امید زندهای کن اجتهاد ** کو نگردد بعد روزی دو جماد
- Sen de bir dirinin ümidiyle çalış, çabala ki o, bir gün sonra cansız bir hale geliversin.
-
مونسی مگزین خسی را از خسی ** عاریت باشد درو آن مونسی
- Aşağılık yüzünden bir saman çöpünü kendine munis olarak seçme. Onun munisliği ariyettir.
-
انس تو با مادر و بابا کجاست ** گر بجز حق مونسانت را وفاست
- Ananla, babanla munistin, Allah’tan başka munislerin sana vefakârsa hani o ünsiyet?
-
انس تو با دایه و لالا چه شد ** گر کسی شاید بغیر حق عضد 550
- Hak’tan gayrı birisiyle dostluk, yerindeyse dadınla, lalanla ünsiyetin ne oldu?
-
انس تو با شیر و با پستان نماند ** نفرت تو از دبیرستان نماند
- Sütle, memeyle olan ünsiyetin kalmadı. Mektepten nefret ederdin, o nefret de geldi geçti.
-
آن شعاعی بود بر دیوارشان ** جانب خورشید وا رفت آن نشان
- O ünsiyet, onların duvarına varan güneş ziyasından ibarettir. O akis güneşe gitti.
-
بر هر آن چیزی که افتد آن شعاع ** تو بر آن هم عاشق آیی ای شجاع
- Yiğidim, o ışık nereye düşerse sen ona âşık oluyorsun.
-
عشق تو بر هر چه آن موجود بود ** آن ز وصف حق زر اندود بود
- Her vara taallûk eden aşkın, Allah vasfından, meydana gelir, o şeyin yaldızından, o şeyin zahirî güzelliğinden değil.
-
چون زری با اصل رفت و مس بماند ** طبع سیر آمد طلاق او براند 555
- O şeyin altın yaldızı aslına gitti de bakırı kaldı mı insanın tabiatı doyar, onu boşlayıverir.
-
از زر اندود صفاتش پا بکش ** از جهالت قلب را کم گوی خوش
- Onun yaldızlı, zahirî sıfatlarından ayağını çek. Bilgisizlikle kalpa pek hoş deme.
-
کان خوشی در قلبها عاریتست ** زیر زینت مایهی بی زینتست
- Kalplardaki o hoşluk, o güzellik eğretidir. O süsün, püsün altında süssüzlük vardır.
-
زر ز روی قلب در کان میرود ** سوی آن کان رو تو هم کان میرود
- Kalpın üstündeki altın, madenine gider. Sen de onun gittiği madene git.
-
نور از دیوار تا خور میرود ** تو بدان خور رو که در خور میرود
- Duvardaki ışık güneşe varır. Sen de sana lâyık olan o güneşe git.
-
زین سپس پستان تو آب از آسمان ** چون ندیدی تو وفا در ناودان 560
- Ondan sonrada mademki oluktan vefa görmedin, suyu yağmurdan iste.
-
معدن دنبه نباشد دام گرگ ** کی شناسد معدن آن گرگ سترگ
- Kurdun tuzağı, kuyruk madeni değildir. O koca kurt, kuyruk madenini nereden tanıyıp bilecek?
-
زر گمان بردند بسته در گره ** میشتابیدند مغروران به ده
- O aldanmış kişilerde altını çıkınlamış sandılar da köye doğru koştular.
-
همچنین خندان و رقصان میشدند ** سوی آن دولاب چرخی میزدند
- Gülerek oynayarak o dolaba doğru çark ura ura yürüdüler.
-
چون همیدیدند مرغی میپرید ** جانب ده صبر جامه میدرید
- Köye doğru uçan bir kuş görseler sabırsızlıktan elbiselerini yırtıyorlar,
-
هر که میآمد ز ده از سوی او ** بوسه میدادند خوش بر روی او 565
- Köyden bir adam geliyor görseler yüzünü, gözünü öpüyorlar,
-
گر تو روی یار ما را دیدهای ** پس تو جان را جان و ما را دیدهای
- “Sen bizim dostumuzun yüzünü gördün. Sen, bizim canımızın canısın, bizim gözümüzsün sen” diyorlardı.
-
نواختن مجنون آن سگ را کی مقیم کوی لیلی بود
- Mecnun’un, Leylâ’nın civarında oturan bir köpeğe iltifatı
-
همچو مجنون کو سگی را مینواخت ** بوسهاش میداد و پیشش میگداخت
- Tıpkı Mecnun gibi. O da bir köpeği okşamakta, öpmekte, önünde yanıp erimekteydi.
-
گرد او میگشت خاضع در طواف ** هم جلاب شکرش میداد صاف
- Etrafında eğilip bükülerek onu ululayıp ağırlayarak dönüp dolaşıyor, ona sâf şeker şerbeti veriyordu.
-
بوالفضولی گفت ای مجنون خام ** این چه شیدست این که میآری مدام
- Bir herzevekil dedi: “A ham mecnun, bu yapıp durduğun şey ne delilik, ne sersemlik,
-
پوز سگ دایم پلیدی میخورد ** مقعد خود را بلب میاسترد 570
- Köpeğin ağzı daima pis şeyleri yer. Ardını bile diliyle temizler.”
-
عیبهای سگ بسی او بر شمرد ** عیبدان از غیبدان بویی نبرد
- Köpeğin ayıplarını bir hayli saydı döktü. Zaten ayıp gören gayp âleminin kokusunu bile alamaz.
-
گفت مجنون تو همه نقشی و تن ** اندر آ و بنگرش از چشم من
- Mecnun dedi ki. “Sen, baştanbaşa suretten, cisimden ibaretsin. Gel de benim gözümle bir bak!
-
کین طلسم بستهی مولیست این ** پاسبان کوچهی لیلیست این
- Bu köpek, bence Allah’ın bir çözülmez tılsımıdır. Bu köpek, Leylâ’nın mahallesinin bekçisi.
-
همنشین بین و دل و جان و شناخت ** کو کجا بگزید و مسکنگاه ساخت
- Himmetine bak, gönlüne, canına, irfanına dikkat et ki neresini seçmiş, neresini yurt edinmiş?
-
او سگ فرخرخ کهف منست ** بلک او همدرد و هملهف منست 575
- O benim mağaramın yüzü kutlu köpeği, hatta o benim dertdaşım, gamdaşım.
-
آن سگی که باشد اندر کوی او ** من به شیران کی دهم یک موی او
- Onun mahallesinde yurt tutan köpeğin ayağının bastığı toprak bile ulu aslanlardan yeğdir.