-
پس برو تکلیف چون باشد روا ** اسب ساقط گشت و شد بی دست و پا
- Haydi yürü artık böyle adama nasıl teklif olabilir ki? At düştü, elsiz, ayaksız bir hâle geldi.
-
بار کی نهد در جهان خرکره را ** درس کی دهد پارسی بومره را 675
- Âlemde eşek sıpasına kim yük yükler? Ebumerre’ye kim Farsça okutabilir?
-
بار بر گیرند چون آمد عرج ** گفت حق لیس علی الاعمی حرج
- At topallamaya başladı mı, üstündeki yükü alırlar. Çünkü Allah “ Köre teklif yok” dedi.
-
سوی خود اعمی شدم از حق بصیر ** پس معافم از قلیل و از کثیر
- Ben de kendime karşı kör, fakat Allah’ı görür oldum. Şu halde azdan da affedilmişim, çoktan da!
-
لاف درویشی زنی و بیخودی ** های هوی مستیان ایزدی
- Hâlbuki sen, dervişlikten dem vuruyorsun, kendinde olmadığını söylüyorsun, ebedî sarhoşlar gibi hayhuylarda bulunuyor, naralar atıyorsun.
-
که زمین را من ندانم ز آسمان ** امتحانت کرد غیرت امتحان
- Yeri gökten fark etmiyorum diyorsun ama Allah gayreti seni bir sınadı ki!
-
باد خرکرهی چنین رسوات کرد ** هستی نفی ترا اثبات کرد 680
- Eşek sıpasının yellenmesi seni böyle rüsvay etti, senin, ben yokum diye kendini nefyedişini reddederek, varlığını ispat etti.
-
این چنین رسوا کند حق شید را ** این چنین گیرد رمیدهصید را
- Allah, sersem adamı böyle rüsvay eder, kaçan avı böyle yakalar işte!”
-
صد هزاران امتحانست ای پسر ** هر که گوید من شدم سرهنگ در
- Hey babam hey… Ben, padişah kapısına çavuş oldum diyene yüz binlerce sınama var.
-
گر نداند عامه او را ز امتحان ** پختگان راه جویندش نشان
- Halk, onu bu sınamayla tanımasa bile ileri gelenler, onun dâvasına delil ister, yolundan nişan sorarlar.
-
چون کند دعوی خیاطی خسی ** افکند در پیش او شه اطلسی
- Aşağılık bir adam, terzilik dâvasına kalkışsa padişah, onun önüne bir atlas kumaş atar.
-
که ببر این را بغلطاق فراخ ** ز امتحان پیدا شود او را دو شاخ 685
- Bundan bir geniş kaftan yap der. Bu sınamayla yersiz dâvaya kalkışanın başında iki boynuzdur peyda olur, öküzlüğü anlaşılıverir.
-
گر نبودی امتحان هر بدی ** هر مخنث در وغا رستم بدی
- Eğer kötüleri sınama olmasaydı her puşt, savaşta Rüstem kesilirdi!
-
خود مخنث را زره پوشیده گیر ** چون ببیند زخم گردد چون اسیر
- Farz et ki puşt zırh giymiş, kaç para eder? Savaşa girişip sıkışınca esir olacak değil mi?
-
مست حق هشیار چون شد از دبور ** مست حق ناید به خود تا نفخ صور
- Allah sarhoşu, kasırgadan ayrılır mı hiç? O, sur üfürülünceye kadar kendine gelmez.
-
بادهی حق راست باشد بی دروغ ** دوغ خوردی دوغ خوردی دوغ دوغ
- Allah şarabı doğrudur, doğru… Yalanı yok. Sense şarap değil, ayran içmişsin, ayran içmişsin, ayran içmişsin!
-
ساختی خود را جنید و بایزید ** رو که نشناسم تبر را از کلید 690
- Kendini Cüneyd ve Bayezid gösteriyorsun. Yürü be… Ben, baltayı kilitten fark edemem ki diyorsun ama.
-
بدرگی و منبلی و حرص و آز ** چون کنی پنهان بشید ای مکرساز
- A düzenbaz, kötülüğü tembelliği, kızgınlığı ve ihtirası bu sersemlikle nasıl gizleyebileceksin?
-
خویش را منصور حلاجی کنی ** آتشی در پنبهی یاران زنی
- Kendini Mansur-ı Hallâc göstermede, dostların pamuğuna ateş urmadasın.
-
که بنشناسم عمر از بولهب ** باد کرهی خود شناسم نیمشب
- Ben Ömer’i Ebuleheb’den ayırt edemem de gece yarısı eşek sıpasının yellenmesini tanırım diyorsun ha!
-
ای خری کین از تو خر باور کند ** خویش را بهر تو کور و کر کند
- Senin gibi eşeğin bu sözüne inanan da kendisini, hatırım için kör ve sağır eden bir eşektir.
-
خویش را از رهروان کمتر شمر ** تو حریف رهریانی گه مخور 695
- Kendini öyle pek yol erlerinden sanma. Sen yol kesicilerin adamısın, herze yiyip durma!
-
باز پر از شید سوی عقل تاز ** کی پرد بر آسمان پر مجاز
- Sersemlikten uç, akla doğru koş. Mecazi akıl, göklere uçabilir mi hiç?
-
خویشتن را عاشق حق ساختی ** عشق با دیو سیاهی باختی
- Kendini Allah âşıkı gösteriyorsun ama kapkara Şeytan’la aşkbazlık ediyorsun.
-
عاشق و معشوق را در رستخیز ** دو بدو بندند و پیش آرند تیز
- Kıyamet günü aâşıkla mâşuku birbirine bağlarlar da herkesin önüne çıkarıverirler.
-
تو چه خود را گیج و بیخود کردهای ** خون رز کو خون ما را خوردهای
- Sen kendini nasıl oluyor da ahmak, dalgın gösteriyorsun? Üzümün kanı nerede? Sen bizim kanımızı içmişsin!
-
رو که نشناسم ترا از من بجه ** عارف بیخویشم و بهلول ده 700
- Yürü, benden uzaklaş hemen. Ben seni tanımıyorum. Kendini bilmeyen bir ârifim ben, köyün Behlûl’üyüm ben diyorsun ha!
-
تو توهم میکنی از قرب حق ** که طبقگر دور نبود از طبق
- Allah yakınlığına eriştin de sanat, sanatkârdan ayrı olmaz sanıyorsun ha!
-
این نمیبینی که قرب اولیا ** صد کرامت دارد و کار و کیا
- Şunu olsun görmez misin? Allah velilerinin eriştikleri yakınlıkta yüzlerce keramet, yüzlerce iş güç var.
-
آهن از داوود مومی میشود ** موم در دستت چو آهن میبود
- Meselâ demir, Davud’un elinde mum oluyor… Hâlbuki senin elinde mum, demir kesiliyor!
-
قرب خلق و رزق بر جملهست عام ** قرب وحی عشق دارند این کرام
- Yaratma ve rızık verme yakınlığında herkes müsavidir, bu sıfatlar herkeste var. Fakat bu ulular, Allah aşkının vahyi yakınlığına sahip olurlar.
-
قرب بر انواع باشد ای پدر ** میزند خورشید بر کهسار و زر 705
- Babacığım, yakınlık da çeşit, çeşittir. Güneş dağa da vurur, altına da!
-
لیک قربی هست با زر شید را ** که از آن آگه نباشد بید را
- Fakat güneşin altına bir yakınlığı var ki söğüdün bundan haberi bile yok!
-
شاخ خشک و تر قریب آفتاب ** آفتاب از هر دو کی دارد حجاب
- Kuru dal da güneşe yakındır, yaş dal da. Güneş hiç ikisinden de gizlenir mi ki?
-
لیک کو آن قربت شاخ طری ** که ثمار پخته از وی میخوری
- Fakat yaş taze dalın yakınlığı nerede? O daldan olgun meyveler devşirmede, olgun meyveler yemedesin.
-
شاخ خشک از قربت آن آفتاب ** غیر زوتر خشک گشتن گو بیاب
- Fakat bir de bak, kuru dal, güneşe yakınlığından kuruluktan başka ne bulabilir?
-
آنچنان مستی مباش ای بیخرد ** که به عقل آید پشیمانی خورد 710
- Akıllı, aklın başına gelince pişman olacak bir sarhoşluğa düşme.
-
بلک از آن مستان که چون می میخورند ** عقلهای پخته حسرت میبرند
- O sarhoşlardan ol ki onlar şarap içmeye koyuldular mı olgun akıllar bile onlara hasret çeker.
-
ای گرفته همچو گربه موش پیر ** گر از آن می شیرگیری شیر گیر
- Ey kedi gibi kocalmış fareyi tutan, o şaraptan içmiş onunla gıdalanmışsan aslan tut aslan!
-
ای بخورده از خیالی جام هیچ ** همچو مستان حقایق بر مپیچ
- Ey hayale kapılıp aslı olmayan kadehten hayal şarabı içen, hakikat sarhoşları gibi sarhoşluk etme, o tarafa sarkıntılıkta bulunma!
-
میفتی این سو و آن سو مستوار ** ای تو این سو نیستت زان سو گذار
- Sarhoş gibi şu yana, bu yana düşüp durmadasın ama sana bu tarafa yol yok, o tarafa yürü.
-
گر بدان سو راه یابی بعد از آن ** گه بدین سو گه بدان سو سر فشان 715
- O yana yol bulursan ondan sonra bazen bu tarafa salın, bazen o tarafta.
-
جمله این سویی از آن سو کپ مزن ** چون نداری مرگ هرزه جان مکن
- Tamamıyla bu tarafa mensupken o tarafta dem varma. Madem ölümün gelmemiş, yalan yere can çekişme.
-
آن خضرجان کز اجل نهراسد او ** شاید ار مخلوق را نشناسد او
- Fakat ebedî hayata erişen ve ecelden korkmayan Hızır canlı kişi, mahlûku tanımasa da caiz.
-
کام از ذوق توهم خوش کنی ** در دمی در خیک خود پرش کنی
- Damağını vehmin zevkiyle çeşnilendirir, varlık tulumuna üfürür, kendini havayla şişirip gururlanırsın ama,
-
پس به یک سوزن تهی گردی ز باد ** این چنین فربه تن عاقل مباد
- Bir iğneyle o yel kaçıp gider. Dilerim akıllı adam, bu çeşit semirmesin!
-
کوزهها سازی ز برف اندر شتا ** کی کند چون آب بیند آن وفا 720
- Kışın kardan testiler yapıyorsun, iyi ama hiç onlar suya dayanır mı?
-
افتادن شغال در خم رنگ و رنگین شدن و دعوی طاوسی کردن میان شغالان
- Çakalın boyacı küpüne düşüp boyanması ve çakallar arasında tavusluk dâvasına kalkışması
-
آن شغالی رفت اندر خم رنگ ** اندر آن خم کرد یک ساعت درنگ
- Bir çakal boyacı küpüne düştü, orada bir müddet kaldı.
-
پس بر آمد پوستش رنگین شده ** که منم طاووس علیین شده
- Sonra postu boyanmış olarak çıkıp “Ben illiyyin tavusuyum, demeye başladı.
-
پشم رنگین رونق خوش یافته ** آفتاب آن رنگها بر تافته
- Postu boyanmış, pek güzel parlamış, güneş de o renklere vurmuştu.