English    Türkçe    فارسی   

3
749-798

  • کانچ پنهان می‌کند پیدایش کن ** سوخت ما را ای خدا رسواش کن
  • “Yarabbi, şu adamın gizlendiğini sen dışarıya vur, meydana çıkar. Bizi yaktı, yandırdı, sen onu rüsvay et” derdi.
  • جمله اجزای تنش خصم ویند ** کز بهاری لافد ایشان در دیند 750
  • Onun bedeninin bütün cüzleri, ona düşman olmuştu. O, bahardan dem vurdu ama onlar, kışın ta kendisindeydiler.
  • لاف وا داد کرمها می‌کند ** شاخ رحمت را ز بن بر می‌کند
  • Adam, ihsandan, keremden dem vururdu ama merhamet dalını, ta kökünden kesmekteydi.
  • راستی پیش آر یا خاموش کن ** وانگهان رحمت ببین و نوش کن
  • Ya doğru ol, doğruluğunu göster yahut sus da merhamete eriş, sonra coş!
  • آن شکم خصم سبال او شده ** دست پنهان در دعا اندر زده
  • Adamın karnı da bıyıklarına düşman kesilmiş, gizlice el kaldırıp dua ediyor,
  • کای خدا رسوا کن این لاف لام ** تا بجنبد سوی ما رحم کرام
  • “Yarabbi, sen bu aşağılık herifi rüsvay et de kerem sahipleri bize merhamete gelsinler” diyordu.
  • مستجاب آمد دعای آن شکم ** شورش حاجت بزد بیرون علم 755
  • Karnın duası kabul oldu. İhtiyaçtan doğan yanıp yakılma, dışarıya kadar bayrak açtı, görünür bir hale geldi.
  • گفت حق گر فاسقی و اهل صنم ** چون مرا خوانی اجابتها کنم
  • Allah “ Beni çağırdın mı, suçlu da olsam, putperest de olsam ben, yine icabet ederim.
  • تو دعا را سخت گیر و می‌شخول ** عاقبت برهاندت از دست غول
  • Onun için duadan hiç çekinme; hiç usanma. Dua, nihayet seni gulyabani nefsin elinden kurtarır.” demiştir.
  • چون شکم خود را به حضرت در سپرد ** گربه آمد پوست آن دنبه ببرد
  • Karın, kendini Allah’a ısmarlayınca ansızın bir kedi gelip o kuyruk parçasını kaptı, götürdü.
  • از پس گربه دویدند او گریخت ** کودک از ترس عتابش رنگ ریخت
  • Ev halkı, kedinin peşine düştüler, fakat kedi koşup kaçtı. Babamın azarına uğrayacağım diye çocuğunun beti, benzi kaçtı.
  • آمد اندر انجمن آن طفل خرد ** آب روی مرد لافی را ببرد 760
  • Babası, bir toplulukta otururken o çocukcağız gelip işi anlattı. O lâfla geçinen adamın şerefini bir paralık etti.
  • گفت آن دنبه که هر صبحی بدان ** چرب می‌کردی لبان و سبلتان
  • Dedi ki: “ Hani her sabah dudaklarını, bıyıklarını yağladığın o kuyruk parçası yok muydu?
  • گربه آمد ناگهانش در ربود ** بس دویدیم و نکرد آن جهد سود
  • Kedi geldi, onu kapıverdi. Ardına düştük, bir hayli koştuk ama faydasız… Yakalayamadık ki!”
  • خنده آمد حاضران را از شگفت ** رحمهاشان باز جنبیدن گرفت
  • Oradakiler şaşırıp gülüştüler, Bu hâle acıdılar.
  • دعوتش کردند و سیرش داشتند ** تخم رحمت در زمینش کاشتند
  • Onu davet edip doyurdular, yeryüzüne benzeyen varlığına merhamet tohumunu ektiler.
  • او چو ذوق راستی دید از کرام ** بی تکبر راستی را شد غلام 765
  • O da ululardan doğruluk zevkini görünce ululuğu bırakıp doğruluğa kul oldu.
  • دعوی طاوسی کردن آن شغال کی در خم صباغ افتاده بود
  • Boyacı küpüne düşen çakalın tavusluk dâvasına kalkışması
  • و آن شغال رنگ‌رنگ آمد نهفت ** بر بناگوش ملامت‌گر بکفت
  • O rengârenk çakal gizlice çıkagelip kendisini kınayanın kulağına dedi ki:
  • بنگر آخر در من و در رنگ من ** یک صنم چون من ندارد خود شمن
  • “Hele bir bana, hele rengime bak. Şamanın bile böyle bir putu yoktur.
  • چون گلستان گشته‌ام صد رنگ و خوش ** مر مرا سجده کن از من سر مکش
  • Gül bahçesi gibi ne de güzel bir hale geldim, ne de hoş yüzlerce renklere boyandım. Benden baş çekme, secde et bana!
  • کر و فر و آب و تاب و رنگ بین ** فخر دنیا خوان مرا و رکن دین
  • Şu güzelliğime, şu letafetime, şu rengime bak da bana Fahri Dünya, Rükn-i din de!
  • مظهر لطف خدایی گشته‌ام ** لوح شرح کبریایی گشته‌ام 770
  • Allah lütfuna mazhar oldum. Ululuk sırlarını şerheden levh haline geldim.
  • ای شغالان هین مخوانیدم شغال ** کی شغالی را بود چندین جمال
  • Çakallar, oraya toplandılar, mumun etrafındaki pervaneye döndüler.
  • آن شغالان آمدند آنجا بجمع ** همچو پروانه به گرداگرد شمع
  • Hiç çakalda bunca güzellik mi olur?”
  • پس چه خوانیمت بگو ای جوهری ** گفت طاوس نر چون مشتری
  • “Peki, a elmasım, sana ne diyelim?” diye sordular. Çakal: “Müşteri yıldızına benzer erkek aslan deyin” dedi.
  • پس بگفتندش که طاوسان جان ** جلوه‌ها دارند اندر گلستان
  • Bunun üzerine dediler ki: “İyi ama can tavusları gül bahçelerinde salınır cilvelenirler.”
  • تو چنان جلوه کنی گفتا که نی ** بادیه نارفته چون کوبم منی 775
  • “Sen de öyle cilveleniyor musun?” Çakal: “Yok canım. Çöle düşmeden nasıl Mina’ya vardım diyebilirim?” dedi.
  • بانگ طاووسان کنی گفتا که لا ** پس نه‌ای طاووس خواجه بوالعلا
  • ”Peki, tavus kuşları gibi bağırabilir misin? Diye sordular. “Kara taştan kaynak mı çıkar hiç” diye cevap verdi.
  • خلعت طاووس آید ز آسمان ** کی رسی از رنگ و دعویها بدان
  • Bunun üzerine dediler ki: “Tavusun güzellik elbisesi gökten gelir, ezelîdir. Hileyle dâva ile hiç, o güzelliği elde edebilir misin sen?
  • تشبیه فرعون و دعوی الوهیت او بدان شغال کی دعوی طاوسی می‌کرد
  • Firavun’un Allahlık dâvasına kalkışması da çakalın tavusluk iddiasına benzer
  • همچو فرعونی مرصع کرده ریش ** برتر از عیسی پریده از خریش
  • Firavun da saçını, sakalını süslemiş, eşekliğinden kendisini Musa’dan yüce göstermeye, ondan daha yücelere bir derece üstün uçmaya kalkışmıştı.
  • او هم از نسل شغال ماده زاد ** در خم مالی و جاهی در فتاد
  • O da, o boyacı küpüne düşen dişi çakalın soyundandı. O da mal ve mevki küpüne düşmüştü!
  • هر که دید آن جاه و مالش سجده کرد ** سجده‌ی افسوسیان را او بخورد 780
  • Kim onun Mevkiini, malını gördüyse secde etti, o da o saçma sapan heriflerin secdelerine kandı.
  • گشت مستک آن گدای ژنده‌دلق ** از سجود و از تحیرهای خلق
  • O yamalı hırka giyen yoksul halkın secdesinden, malına mülküne karşı şaşırmasından âdeta kendinden geçmiş, bir sarhoşçuk oluvermişti!
  • مال مار آمد که در وی زهرهاست ** و آن قبول و سجده‌ی خلق اژدهاست
  • Mal, yılandır… Onda zehirler var. Halkın mal sahibini büyük sayması, ona secde etmesiyse ejderhadır âdeta.
  • های ای فرعون ناموسی مکن ** تو شغالی هیچ طاووسی مکن
  • A firavun, ululanıp durma. Sen bir çakalsın, tavusluk dâvasına kalkışma.
  • سوی طاووسان اگر پیدا شوی ** عاجزی از جلوه و رسوا شوی
  • Tavusların arasına varsan âciz kalır, onlar gibi salınamaz, rüsvay olursun.
  • موسی و هارون چو طاووسان بدند ** پر جلوه بر سر و رویت زدند 785
  • Musa ile Harun, tavuslara benzerlerdi. Karşısında salındılar, cilvelendiler, seni perişan ettiler.
  • زشتیت پیدا شد و رسواییت ** سرنگون افتادی از بالاییت
  • Çirkinliğin meydana çıktı, rüsvay oldun gitti. Yücelikten aşağılıklara düşüverdin!
  • چون محک دیدی سیه گشتی چو قلب ** نقش شیری رفت و پیدا گشت کلب
  • Mehenk taşını görünce kalp akça gibi simsiyah oldun, üstündeki aslan nakşı gitti, köpekliğin meydana çıktı.
  • ای سگ‌گرگین زشت از حرص و جوش ** پوستین شیر را بر خود مپوش
  • A uyuz çirkin köpek, hırsından, kızgınlığından aslan postuna bürünme. Aslan kükrer de seni sınar. O vakit üstünde aslan,
  • غره‌ی شیرت بخواهد امتحان ** نقش شیر و آنگه اخلاق سگان
  • Sureti olduğu, fakat hakikatte köpeklerin huylarına sahip olduğun anlaşılır.
  • تفسیر ولتعرفنهم فی لحن القول
  • Ve leta’rifennehum fî lahnil kavli ayetinin tefsiri
  • گفت یزدان مر نبی را در مساق ** یک نشانی سهل‌تر ز اهل نفاق 790
  • Allah, söz geliminde Peygambere dedi ki: “Münafıkların anlaşılması için en kolay ve görünür delil şudur:
  • گر منافق زفت باشد نغز و هول ** وا شناسی مر ورا در لحن و قول
  • Münafık iri yarı, korkunç, zahiren babayiğit görünse bile sen onun sesinin tonundan ve sözünden tanır, anlarsın.
  • چون سفالین کوزه‌ها را می‌خری ** امتحانی می‌کنی ای مشتری
  • Testi aldığın zaman o testileri sınar, o testilere vurursun, değil mi?
  • می‌زنی دستی بر آن کوزه چرا ** تا شناسی از طنین اشکسته را
  • Neden vurursun? Sesinden kırık testiyi anlamak için.
  • بانگ اشکسته دگرگون می‌بود ** بانگ چاووشست پیشش می‌رود
  • Kırık testinin sesi daha başka türlü olur. Ses, çavuşa benzer, önde gider.
  • بانگ می‌آید که تعریفش کند ** همچو مصدر فعل تصریفش کند 795
  • ”Ses gelir de o şeyin ne olduğunu anlatır, onun ahvalini sayar, döker. Ses mastara benzer, fiil de o mastarı tasrif eder!
  • چون حدیث امتحان رویی نمود ** یادم آمد قصه‌ی هاروت زود
  • Sınama sözü gelince hemencecik Hârût hikâyesini hatırladım.
  • قصه‌ی هاروت و ماروت و دلیری ایشان بر امتحانات حق تعالی
  • Hârût’la Mârût’un hikâyesi ve onların Ulu Allah’ın sınamalarına karşı yiğitlik taslamaları
  • پیش ازین زان گفته بودیم اندکی ** خود چه گوییم از هزارانش یکی
  • Bundan önce de bu bahse dair az bir söz söylemiştik. Fakat zaten ne kadar söylesek ancak binde birini anlatabiliriz.
  • خواستم گفتن در آن تحقیقها ** تا کنون وا ماند از تعویقها
  • Bu vakayı adamakıllı anlatmak istedim ama şimdiye kadar söz, sözü açtı, birçok sebeplerle kalıp gitti.