-
هان و هان این دلقپوشان مناند ** صد هزار اندر هزار و یک تناند
- Sakın, sakın! Bunlar benim hırka giyenlerimdir. Binlerce kişi arasında yüz binlerce kişidirler, fakat yine de hepsi bir vücuttur.”
-
ورنه کی کردی به یک چوبی هنر ** موسیی فرعون را زیر و زبر 85
- Öyle olmasaydı bir tek Musa, bir tek sopa ile Firavunun altını üstüne getirebilir miydi?
-
ورنه کی کردی به یک نفرین بد ** نوح شرق و غرب را غرقاب خود
- Öyle olmasaydı Nuh, bir beddua ile doğuyu batıyı sulara gark edebilir miydi?
-
بر نکندی یک دعای لوط راد ** جمله شهرستانشان را بی مراد
- İhsan ve kerem sahibi Lût, zalimlerin şehirlerini perişan eyleyebilir, yerlere batırabilir miydi?
-
گشت شهرستان چون فردوسشان ** دجلهی آب سیه رو بین نشان
- Cennete benzeyen şehirleri Karasu Diclesi oldu. Git de gör.
-
سوی شامست این نشان و این خبر ** در ره قدسش ببینی در گذر
- Bu Karasu Şam tarafındadır. Kudüs’e giderken yolda görürsün.
-
صد هزاران ز انبیای حقپرست ** خود بهر قرنی سیاستها بدست 90
- Hakk’a tapan yüz binlerce peygamber yüzünden her devirde nice azaplar oldu.
-
گر بگویم وین بیان افزون شود ** خود جگر چه بود که کهها خون شود
- Söylesem uzun sürer. Ciğerde ne oluyor ki? Dağlar bile kan kesilir.
-
خون شود کهها و باز آن بفسرد ** تو نبینی خون شدن کوری و رد
- Dağlar kan kesilir de sonra yine donar, kalır. Sen bu kan oluşu görmezsin, çünkü körsün, kötüsün… Bu görüşten ne kadar uzaksın!
-
طرفه کوری دوربین تیزچشم ** لیک از اشتر نبیند غیر پشم
- Bu kör, ne şaşılacak şey kördür; uzağı görür, gözü de keskin. Fakat yalnız devedeki yükü görür.
-
مو بمو بیند ز صرفه حرص انس ** رقص بی مقصود دارد همچو خرس
- İnsan hırsından her şeyi kıldan kıla görür, bilir ama oynayıp salınmasında hayır yoktur, bu oynayış şerle doludur.
-
رقص آنجا کن که خود را بشکنی ** پنبه را از ریش شهوت بر کنی 95
- Benliğini kıracak yerde oyna, salın da şehvet yarasının üstündeki pamuğu çek, kopar.
-
رقص و جولان بر سر میدان کنند ** رقص اندر خون خود مردان کنند
- Erler, meydanda oynar, dolanır, kendi kanları içinde raks ederler.
-
چون رهند از دست خود دستی زنند ** چون جهند از نقص خود رقصی کنند
- Varlıklarından kurtuldular mı ellerini çarpar… Noksanlarından ayrıldılar mı raksa girerler.
-
مطربانشان از درون دف میزنند ** بحرها در شورشان کف میزنند
- Çalgıcıları, içlerinden def çalar… Denizler, onların coşkunluğunu görüp köpürür.
-
تو نبینی لیک بهر گوششان ** برگها بر شاخها هم کفزنان
- Sen görmezsin ama onların gayretinden yapraklar bile dalların üstünde el çırpar.
-
تو نبینی برگها را کف زدن ** گوش دل باید نه این گوش بدن 100
- Dalların el çırpışını görmüyorsun değil mi? Buna can kulağı gerek… Ten kulağıyla duyulmaz ki.
-
گوش سر بر بند از هزل و دروغ ** تا ببینی شهر جان با فروغ
- Baş kulağını alaya, yalana, dolana kapa da aydın can şehrini gör.
-
سر کشد گوش محمد در سخن ** کش بگوید در نبی حق هو اذن
- Muhammed’in kulağı, sözlerin iç yüzünü duyar. Allah, ona Kuran da “ Kulağın ta kendisi” der.
-
سر به سر گوشست و چشم است این نبی ** تازه زو ما مرضعست او ما صبی
- Bu peygamber baştanbaşa kulaktır, gözdür. Onun merhameti sütninedir, biz de onun süt emer çocuklarıyız.
-
این سخن پایان ندارد باز ران ** سوی اهل پیل و بر آغاز ران
- Bu sözün sonu gelmez. Sen yine o fil hikâyesine dön, yine o hikâyeye başla da onu anlat.
-
بقیهی قصهی متعرضان پیلبچگان
- Fil yavrularına dokunanlar hikâyesinin sonu
-
هر دهان را پیل بویی میکند ** گرد معدهی هر بشر بر میتند 105
- Fil onların her birinin ağızlarını koklamakta… Hepsinin midelerinin etrafın da dönüp dolaşmakta.
-
تا کجا یابد کباب پور خویش ** تا نماید انتقام و زور خویش
- Yavrusunu kim kebap edip yemişse, bularak öç almağa, kuvvetini göstermeye çalışmaktaydı.
-
گوشتهای بندگان حق خوری ** غیبت ایشان کنی کیفر بری
- Sen de Allah kullarının etlerini yemekte, onların aleyhinde bulunup günah kazanmaktasın.
-
هان که بویای دهانتان خالقست ** کی برد جان غیر آن کو صادقست
- Kendinize gelin, sizin ağzınızı koklayan da Allah’tır. Doğrudan başka kim canını kurtarabilir?
-
وای آن افسوسیی کش بویگیر ** باشد اندر گور منکر یا نکیر
- Bir adamın kabirde ağzını koklayan Münkir yahut Nekir olursa yazıklar olsun o acımağa değer kişiye!
-
نه دهان دزدیدن امکان زان مهان ** نه دهان خوش کردن از دارودهان 110
- O ulu meleklerden ne ağzını gizlemeye imkân var, ne güzel kokularla iyi bir hale getirmeye çare.
-
آب و روغن نیست مر روپوش را ** راه حیلت نیست عقل و هوش را
- Mezara girene, onlara yaltaklanmak mümkün değil; akıl, fikir için hileye sapmaya yol yok!
-
چند کوبد زخمهای گرزشان ** بر سر هر ژاژخا و مرزشان
- Saçma sapan söyleyen adamın başına gürzleri iner, pençeleri batar.
-
گرز عزرائیل را بنگر اثر ** گر نبینی چوب و آهن در صور
- Azrail’in sopasını, demirini gözünle görmüyorsan gürzünün eserine bak!
-
هم بصورت مینماید گه گهی ** زان همان رنجور باشد آگهی
- Bazı zamanlar suret bakımından da görünür de onun için yalnız hasta, bunu anlar, duyar.
-
گوید آن رنجور ای یاران من ** چیست این شمشیر بر ساران من 115
- O hasta, dostlar, der; bu tepenin üstünde duran kılıç nedir ki?
-
ما نمیبینیم باشد این خیال ** چه خیالست این که این هست ارتحال
- Dinleyenler de “Biz öyle bir şey görmüyoruz. Bu, hayalden ibaret” derler. Hâlbuki ne hayali? Göçme zamanı bu!
-
چه خیالست این که این چرخ نگون ** از نهیب این خیالی شد کنون
- Ne hayali bu? Bu aşağılık felek bile bunun korkusuyla hayal haline geldi.
-
گرزها و تیغها محسوس شد ** پیش بیمار و سرش منکوس شد
- Ölüm haline gelen hastanın önünde gürzlerle kılıçlar his âlemine girdiler.
-
او همیبیند که آن از بهر اوست ** چشم دشمن بسته زان و چشم دوست
- O, bu kılıçların ona çekildiğini görür. Fakat ondan başka düşmanın gözü de bağlıdır, dostun gözü de…
-
حرص دنیا رفت و چشمش تیز شد ** چشم او روشن گه خونریز شد 120
- Dünya hırsı gitti de o yüzden hastanın gözü kuvvetlendi; gözü, kan dökme zamanı aydınlandı.
-
مرغ بیهنگام شد آن چشم او ** از نتیجهی کبر او و خشم او
- Kibrinin, hışmının yüzünden gözü, vakitsiz öten horoza döndü.
-
سر بریدن واجب آید مرغ را ** کو بغیر وقت جنباند درا
- Vakitsiz çan çalan, vakitsiz öten horozun başını kesmek vaciptir.
-
هر زمان نزعیست جزو جانت را ** بنگر اندر نزع جان ایمانت را
- Her an, canının bir cüz’ü ölüm halindedir. Her an can verme zamanındadır. Can verme ânında imanını gör, gözet!
-
عمر تو مانند همیان زرست ** روز و شب مانند دینار اشمرست
- Ömrün, altın kesesine benzer, geceyle gündüz de para sayan adamdır.
-
میشمارد میدهد زر بی وقوف ** تا که خالی گردد و آید خسوف 125
- Bilmeden, anlamadan sayar durur, nihayet kese boşalır, ay tutulur.
-
گر ز که بستانی و ننهی بجای ** اندر آید کوه زان دادن ز پای
- Dağdan alsan da yerine koymasan dağ bile yerin de kalmaz, yok olur gider.
-
پس بنه بر جای هر دم را عوض ** تا ز واسجد واقترب یابی غرض
- Şu halde her an yerine karşılık koy ki: “Secde et de yaklaş” ayetinin maksadı neyse bulasın.
-
در تمامی کارها چندین مکوش ** جز به کاری که بود در دین مکوش
- Bütün işlere böyle çalışma, dindeki işten başka iş için savaşma.
-
عاقبت تو رفت خواهی ناتمام ** کارهاات ابتر و نان تو خام
- Sonra sonunda tamamlamadan geçip gidersin. İşlerin sona ermez, ekmeğin de ham kalır.
-
وان عمارت کردن گور و لحد ** نه به سنگست و به چوب و نه لبد 130
- O mezarını lâhdini yapma işi taşla, tahtayla, kilimle, keçeyle olmaz.
-
بلک خود را در صفا گوری کنی ** در منی او کنی دفن منی
- Kendine gönülde bir mezar kazman, onun benliğinin önünde bu benliği görmen gerektir.
-
خاک او گردی و مدفون غمش ** تا دمت یابد مددها از دمش
- Onun toprağı olman, gamına gömülmen lâzım ki nefesin, nefesinden yardımlara nail olsun, nefesin kutlu ve tesirli bir hale gelsin.
-
گورخانه و قبهها و کنگره ** نبود از اصحاب معنی آن سره
- Mezara türbe yapmak, üstüne kubbe kurmak, mana sahiplerine makbul değildir.