-
زد ستارهی آن پیمبر بر سما ** ما ستارهبار گشتیم از بکا
- O Peygamber’in yıldızı gökte yüceldi, biz de ağlamaya, yıldızlar gibi gözyaşları dökmeye başladık.”
-
با دل خوش شاد عمران وز نفاق ** دست بر سر میبزد کاه الفراق
- İmran, içinden sevindi, fakat zahiren “Eyvahlar olsun!” diye elini başına vurup,
-
کرد عمران خویش پر خشم و ترش ** رفت چون دیوانگان بی عقل و هش
- Kızgın suratı asık bir halde deliller gibi akılsız.
-
خویشتن را اعجمی کرد و براند ** گفتههای بس خشن بر جمع خواند 915
- Ve güya kendini bilmez bir halde müneccimlerin üstüne yürüyüp onlara bir hayli ağır sözler söyledi.
-
خویشتن را ترش و غمگین ساخت او ** نردهای بازگونه باخت او
- Kendini meyus ve mahzun göstererek sevincini gizliyor, onlara oyun oynuyordu.
-
گفتشان شاه مرا بفریفتید ** از خیانت وز طمع نشکیفتید
- “Padişahımızı aldattınız, hıyanetten, tamahtan vazgeçmediniz.
-
سوی میدان شاه را انگیختید ** آب روی شاه ما را ریختید
- Onu bu meydana kadar sürükleyip yüzünün suyunu döktünüz, şerefini hiçe saydınız.
-
دست بر سینه زدیت اندر ضمان ** شاه را ما فارغ آریم از غمان
- Ellerinizi, göğüslerinize koyup padişahı dertlerden kurtaracağız diye vaatlerde bulundunuz” dedi.
-
شاه هم بشنید و گفت ای خاینان ** من بر آویزم شما را بی امان 920
- Padişah da bunu duyunca “Hainler, dedi, ben de sizi asayım da görün.
-
خویش را در مضحکه انداختم ** مالها با دشمنان در باختم
- Kendimizi gülünç hallere soktuk, düşmanlara mallar ihsan edip ziyana girdik.
-
تا که امشب جمله اسرائیلیان ** دور ماندند از ملاقات زنان
- Bu gece bütün İsrailoğulları, karılarından uzak kaldılar diye,
-
مال رفت و آب رو و کار خام ** این بود یاری و افعال کرام
- Mal da gitti, şeref de. İşe gelince hiçbir şey olmadı. Bu mudur iyi adamların muaveneti, bu mudur iyi kişinin yapacakları iş?
-
سالها ادرار و خلعت میبرید ** مملکتها را مسلم میخورید
- Yıllardır paralar, libaslar alıyor, ülkelerin servetini rahatça yiyip duruyorsunuz.
-
رایتان این بود و فرهنگ و نجوم ** طبلخوارانید و مکارید و شوم 925
- Bu mu sizin tedbiriniz, bu mu nücum bilginiz? Siz besbedava lokma yiyen hilekâr ve şom kişilersiniz.
-
من شما را بر درم و آتش زنم ** بینی و گوش و لبانتان بر کنم
- Sizi öldürür, parçalatır, ateşlere atar, burunlarınızı, kulaklarınızı, dudaklarınızı kestirir…
-
من شما را هیزم آتش کنم ** عیش رفته بر شما ناخوش کنم
- Sizi ateşe odun yapar, yiyip içtiklerinizi fitil fitil burnunuzdan getiririm.”
-
سجده کردند و بگفتند ای خدیو ** گر یکی کرت ز ما چربید دیو
- Müneccimler, secde edip “Padişahım, Şeytan bu sefer bize galebe etti.
-
سالها دفع بلاها کردهایم ** وهم حیران زانچ ماها کردهایم
- Fakat yılardır nice belâlar defettik. Yaptıklarımıza vehim bile hayran olmakta.
-
فوت شد از ما و حملش شد پدید ** نطفهاش جست و رحم اندر خزید 930
- Bu sefer tedbirimiz, hiçe çıktı. O Peygamber’in anası gebe kaldı, o, ana rahmine düştü.
-
لیک استغفار این روز ولاد ** ما نگه داریم ای شاه و قباد
- Düştü ama padişahım, suçumuzu, affettirmek için biz de doğum gününe dikkat ederiz.
-
روز میلادش رصد بندیم ما ** تا نگردد فوت و نجهد این قضا
- Bu fırsatı da kaçırmamak, kaza ve kaderin zuhuruna mâni olmak için doğacağı günü hesaplayacak, gözleyeceğiz.
-
گر نداریم این نگه ما را بکش ** ای غلام رای تو افکار و هش
- Ey akıllarla fikirler, reyinin kulu, kölesi olan padişah, bunu da yapamazsak bizi öldür” derler.
-
تا بنه مه میشمرد او روز روز ** تا نپرد تیر حکم خصمدوز
- Firavun, düşmanları vurup öldüren takdir oku, yayından fırlamasın diye günden güne dokuz ayı sayıp duruyordu.
-
بر قضا هر کو شبیخون آورد ** سرنگون آید ز خون خود خورد 935
- Takdirle savaşa girişen, takdire baskın yapmaya kalkışan, baş aşağı gelir, kendi kanına bulanır.
-
چون زمین با آسمان خصمی کند ** شوره گردد سر ز مرگی بر زند
- Yer, göğe düşmanlığa kalkışırsa çoraklaşır, ölü haline girer.
-
نقش با نقاش پنجه میزند ** سبلتان و ریش خود بر میکند
- Resim, ressamına pençe vurmaya kalkarsa kendi saçını sakalını yolmuş olur!
-
خواندن فرعون زنان نوزاده را سوی میدان هم جهت مکر
- Firavunun hileye girişerek yeni doğuran kadınları meydana çağırması
-
بعد نه مه شه برون آورد تخت ** سوی میدان و منادی کرد سخت
- Dokuz ay sonra padişah, yine tahtını meydana kurdurup tellâllar çağırttı.
-
کای زنان با طفلکان میدان روید ** جمله اسرائیلیان بیرون شوید
- Tellâllar, “Kadınlar, bütün israiloğullarının kadınları çocuklarıyla meydana gelsinler.
-
آنچنانک پار مردان را رسید ** خلعت و هر کس ازیشان زر کشید 940
- Bundan önce erkekler, ihsanlara nail oldular. Elbiseler, altınlar elde ettiler.
-
هین زنان امسال اقبال شماست ** تا بیابد هر یکی چیزی که خواست
- Kadınlar, bu yıl devlet sizin. Herkes dilediği şeye nail olacak.
-
مر زنان را خلعت و صلت دهد ** کودکان را هم کلاه زر نهد
- Padişah, kadınlara elbise verecek, ihsanlar edecek. Çocukların başlarına da altın külâhlar koyacak.
-
هر که او این ماه زاییدست هین ** گنجها گیرید از شاه مکین
- Padişah diyor ki “Hele bu ay doğanlar yok mu, bilhassa onlar ihsanıma, hazinelerime ulaşacaklar” diye bağırdılar.
-
آن زنان با طفلکان بیرون شدند ** شادمان تا خیمهی شه آمدند
- Kadınlar, sevindiler, çocuklarıyla çıktılar, padişahın otağına kadar gittiler.
-
هر زن نوزاده بیرون شد ز شهر ** سوی میدان غافل از دستان و قهر 945
- Yeni doğurmuş olan her kadın, hileden, kahırdan emin bir halde şehirden çıkıp meydana yöneldi.
-
چون زنان جمله بدو گرد آمدند ** هرچه بود آن نر ز مادر بستدند
- Kadınların hepsi toplanınca erkek çocukları analarının kucaklarından aldılar.
-
سر بریدندش که اینست احتیاط ** تا نروید خصم و نفزاید خباط
- Düşman doğmasına, felâket artmasın diye güya ihtiyata riayet ederek başlarını kestiler.
-
بوجود آمدن موسی و آمدن عوانان به خانهی عمران و وحی آمدن به مادر موسی کی موسی را در آتش انداز
- Musa’nın vücuda gelmesi, memurların İmran’ın evine gelmeleri, Musa’nın anasına, Musa’yı ateşe at diye vahiy edilmesi
-
خود زن عمران که موسی برده بود ** دامن اندر چید از آن آشوب و دود
- Musa’yı doğurmuş olan İmran’ın karısına gelince elini, eteğini çekmiş, o kargaşalıktan, o toz dumandan kurtulmuştu.
-
آن زنان قابله در خانهها ** بهر جاسوسی فرستاد آن دغا
- Fakat o alçak Firavun, evlere de hafiye olarak ebeler gönderdi.
-
غمز کردندش که اینجا کودکیست ** نامد او میدان که در وهم و شکیست 950
- “Burada bir çocuk var. Anası, ürktüğü, şüphelendiği için meydana gelmedi.
-
اندرین کوچه یکی زیبا زنیست ** کودکی دارد ولیکن پرفنیست
- Bu sokakta güzel bir kadın var, bir de çocuk doğurmuş… Fakat pek akıllı, pek tedbirli bir kadın” diye kovaladılar.
-
پس عوانان آمدند او طفل را ** در تنور انداخت از امر خدا
- Bunun üzerine memurlar eve gelince Musa’nın anası, Allah emriyle Musa’yı tandıra attı.
-
وحی آمد سوی زن زان با خبر ** که ز اصل آن خلیلست این پسر
- Bilen Allah’tan kadına “Bu çocuğun aslı Halil’dendir.
-
عصمت یا نار کونی باردا ** لا تکون النار حرا شاردا
- Ey ateş, soğu, yakma emrinin koruması yüzünden ateş yakmaz, bir zarar vermez” diye vahiy gelmişti.
-
زن بوحی انداخت او را در شرر ** بر تن موسی نکرد آتش اثر 955
- Kadın, vahiy üzerine Musa’yı ateşe attı. Fakat ateş Musa’yı yakmadı.
-
پس عوانان بی مراد آن سو شدند ** باز غمازان کز آن واقف بدند
- Memurlar, bunu görünce meyus olup muratlarına erişmediler, çekilip gittiler. Fakat kovucular, yine bu işi anlayıp,
-
با عوانان ماجرا بر داشتند ** پیش فرعون از برای دانگ چند
- Firavundan birkaç para koparmak için memurlara macerayı anlattılar.
-
کای عوانان باز گردید آن طرف ** نیک نیکو بنگرید اندر غرف
- O tarafa dönün, pencereden iyice bir bakın dediler.
-
وحی آمدن به مادر موسی کی موسی را در آب افکن
- Musa’yı suya at diye anasına vahiy gelmesi
-
باز وحی آمد که در آبش فکن ** روی در اومید دار و مو مکن
- Musa’nın anasına yine “Çocuğunu suya at, saçını, başını yolma, ümitlen,
-
در فکن در نیلش و کن اعتماد ** من ترا با وی رسانم رو سپید 960
- İtimat et, onu Nil’e at… Ben, onu yüzü ak olarak sana kavuştururum” diye vahiy geldi.
-
این سخن پایان ندارد مکرهاش ** جمله میپیچید هم در ساق و پاش
- Bu sözün sonu gelmez ki. Firavunun bütün hileleri, yakasına, paçasına dolaşmaktaydı.