English    Türkçe    فارسی   

4
1085-1134

  • تو که کرد زعفرانی زعفران ** باش و آمیزش مکن با دیگران 1085
  • Sen safran evleğisin, safran olur... Başka sebzelerle karışıp uzlaşma!
  • آب می‌خور زعفرانا تا رسی ** زعفرانی اندر آن حلوا رسی
  • Ey safran, sudan gıdanı al da safran ol, zerdeye gir!
  • در مکن در کرد شلغم پوز خویش ** که نگردد با تو او هم‌طبع و کیش
  • Şalgam evleğine girip ağzını açma da onunla aynı tabiatta, aynı huya sahip olma!
  • تو بکردی او بکردی مودعه ** زانک ارض الله آمد واسعه
  • Sen bir evleğe konmuşsun, o bir evleğe... Çünkü “Allah’ın olan yeryüzü pek geniş!”
  • خاصه آن ارضی که از پهناوری ** در سفر گم می‌شود دیو و پری
  • Hele o yeryüzü yok mu? O kadar geniş ki sefere çıkan devler, periler bile orada kaybolmada!
  • اندر آن بحر و بیابان و جبال ** منقطع می‌گردد اوهام و خیال 1090
  • O denizde, o ovada, o dağlarda vehim ve hayal bile yol alamaz; kaybolur gider!
  • این بیابان در بیابانهای او ** هم‌چو اندر بحر پر یک تای مو
  • Şu ova, o yeryüzündeki ovada uçsuz bucaksız denizdeki bir kara kıl gibi kalır!
  • آب استاده که سیرستش نهان ** تازه‌تر خوشتر ز جوهای روان
  • Orada öyle durgun sular var ki akmaları gizlidir... Hepsi de akarsulardan daha taze, daha hoştur!
  • کو درون خویش چون جان و روان ** سیر پنهان دارد و پای روان
  • İçten içe can ve ruh gibi gizli gizli akarlar, akıp giden ayakları vardır!
  • مستمع خفتست کوته کن خطاب ** ای خطیب این نقش کم کن تو بر آب
  • Dinleyen uyudu, sözü kısa kes ey hatip... Su üstüne yazı yazmayı bırak gayri!
  • خیز بلقیسا که بازاریست تیز ** زین خسیسان کسادافکن گریز 1095
  • Kalk ey Belkıs, alışveriş pazarı kızıştı... Şu kesatçı hasislerden kaç!
  • خیز بلقیسا کنون با اختیار ** پیش از آنک مرگ آرد گیر و دار
  • Kalk ey Belkıs, ölüm gelip çatmadan şimdi ihtiyarınla kalk!
  • بعد از آن گوشت کشد مرگ آنچنان ** که چو دزد آیی به شحنه جان‌کنان
  • Sonra ölüm, kulağını öyle bir çeker ki hırsız gibi can çekişe sahneye gelir, teslim olursun!
  • زین خران تا چند باشی نعل‌دزد ** گر همی دزدی بیا و لعل دزد
  • Bu eşeklerden ne vakte dek nal çalıp duracaksın? Eğer bir şey çalacaksan bari gel de lâal çal!
  • خواهرانت یافته ملک خلود ** تو گرفته ملکت کور و کبود
  • Kız kardeşlerin ebedîlik mülkünü elde ettiler, sense bu yaslı yurtta kalakaldın!
  • ای خنک آن را کزین ملکت بجست ** که اجل این ملک را ویران‌گرست 1100
  • Ne mutlu ona ki bu yurttan sıçradı, çıktı... Çünkü ecel, bu yurdu nihayet yıkar, viran eder!
  • خیز بلقیسا بیا باری ببین ** ملکت شاهان و سلطانان دین
  • Kalk, gel ey Belkıs de bir kerecik olsun din padişahlarıyla din sultanlarının yurdunu gör!
  • شسته در باطن میان گلستان ** ظاهر آحادی میان دوستان
  • Onlar, görünüşte dostlar arasında nağmelerle deve sürüyorlar ama iç âleminde gül bahçesinde oturmuşlar, zevk u safa ediyorlar.
  • بوستان با او روان هر جا رود ** لیک آن از خلق پنهان می‌شود
  • Bahçe, onlar nereye giderse beraber gitmekte... Fakat bu halktan gizli!
  • میوه‌ها لایه‌کنان کز من بچر ** آب حیوان آمده کز من بخور
  • Meyveler, beni topla, beni devşir diye yalvarmada... Abıhayat, benden iç diye niyaz etmede!
  • طوف می‌کن بر فلک بی‌پر و بال ** هم‌چو خورشید و چو بدر و چون هلال 1105
  • Gel de güneş gibi, dolunay gibi, hilâl gibi kolsuz ve kanatsız gökyüzünde dön dolaş!
  • چون روان باشی روان و پای نی ** می‌خوری صد لوت و لقمه‌خای نی
  • Yürümeye başladın mı ruh gibi ayaksız yürürsün... Çiğneme zahmetine uğramadan yüzlerce yemekler yersin!
  • نی‌نهنگ غم زند بر کشتیت ** نی پدید آید ز مردم زشتیت
  • Ne gemine gam timsahı çarpar... Ne ölümden kötüleşirsin!
  • هم تو شاه و هم تو لشکر هم تو تخت ** هم تو نیکوبخت باشی هم تو بخت
  • Sen hem padişahsın, hem asker, hem taht... Sen hem iyi bir bahta nail olursun, hem bizzat baht ve talih kesilirsin!
  • گر تو نیکوبختی و سلطان زفت ** بخت غیر تست روزی بخت رفت
  • Fakat zahirde bahtın iyi olursa, yüce bir sultan olursa ne fayda... Bu baht başkasınındır, bir gün gelir olur, bahtın döner!
  • تو بماندی چون گدایان بی‌نوا ** دولت خود هم تو باش ای مجتبی 1110
  • Sen de yoksullar gibi muhtaç bir hale düşersin... ey seçilmiş kişi, sen baht ol, sen devlet kesil!
  • چون تو باشی بخت خود ای معنوی ** پس تو که بختی ز خود کی گم شوی
  • Ey manevi er, kendin baht olur, talih kesilirsen nasıl olur da bu bahtı, bu talihi kaybedersin?
  • تو ز خود کی گم شوی از خوش‌خصال ** چونک عین تو ترا شد ملک و مال
  • Ey güzel huylu, bizzat sen, kendine mal, mülk olursan bunları nasıl olur da kaybedersin... İmkân mı var buna?
  • بقیه‌ی عمارت کردن سلیمان علیه‌السلام مسجد اقصی را به تعلیم و وحی خدا جهت حکمتهایی کی او داند و معاونت ملایکه و دیو و پری و آدمی آشکارا
  • Süleyman aleyhisselâm’ın Allah’ın bildiği hikmetler yüzünden Mescid-i Aksâ’yı yapması ve apaçık olarak Meleklere cin, şeytan ve insanların yardım etmeleri
  • ای سلیمان مسجد اقصی بساز ** لشکر بلقیس آمد در نماز
  • Ey Süleyman, Mescid-i Aksâ’yı yap, Belkıs’ın kavmi namaza geldi!
  • چونک او بنیاد آن مسجد نهاد ** جن و انس آمد بدن در کار داد
  • Süleyman, mescidi yapmağa başlayınca cin ve insan, hepsi işe koyuldu.
  • یک گروه از عشق و قومی بی‌مراد ** هم‌چنانک در ره طاعت عباد 1115
  • Bir bölüğü aşkla, istekle... Bir bölüğü istemeyerek işe girişti. Tıpkı kulların Allah buyruğuna uymaları, ibadet etmeleri gibi!
  • خلق دیوانند و شهوت سلسله ** می‌کشدشان سوی دکان و غله
  • Halk da cinlere benzer... Şehvet, onları dükkâna, alışverişe, mahsule ve yiyeceğe çeken zincirdir.
  • هست این زنجیر از خوف و وله ** تو مبین این خلق را بی‌سلسله
  • Bu zincir, korkudan ve şaşkınlıktan yapılmadır... Halkı zincirsiz ve hür sanma!
  • می‌کشاندشان سوی کسب و شکار ** می‌کشاندشان سوی کان و بحار
  • Bir bölüğünü kazanca, ava çeker... bir bölüğünü madene, denizlere sürükler!
  • می‌کشدشان سوی نیک و سوی بد ** گفت حق فی جیدها حبل المسد
  • Onları iyiye, kötüye çeker götürür... Allah “Boynunda liften örülmüş bir ip var...
  • قد جعلنا الحبل فی اعناقهم ** واتخذنا الحبل من اخلاقهم 1120
  • Boyunlarına bir ip attık... O ipi, huylarından ördük, meydana getirdik...
  • لیس من مستقذر مستنقه ** قط الا طایره فی عنقه
  • Hiçbir pis ve kötü yahut temiz ve iyi kişi yoktur ki amel defteri boynuna asılmamış olsun “demiştir.
  • حرص تو در کار بد چون آتشست ** اخگر از رنگ خوش آتش خوشست
  • Kötü işe hırsın, ateşe benzer... Kömür, ateşin rengiyle güzelleşir.
  • آن سیاهی فحم در آتش نهان ** چونک آتش شد سیاهی شد عیان
  • Kömürün karalığı ateşte gizlenir... Ateş söndü mü karalık meydana çıkar!
  • اخگر از حرص تو شد فحم سیاه ** حرص چون شد ماند آن فحم تباه
  • Kömür, senin hırsından ateş haline geldi, ateş halinde göründü... Fakat hırs geçti mi o kömür, kapkara, berbat bir halde kala kalır!
  • آن زمان آن فحم اخگر می‌نمود ** آن نه حسن کار نار حرص بود 1125
  • O zaman kömürün ateş gibi görünmesi, işin güzelliğinden değildi, hırs ateşindendi!
  • حرص کارت را بیاراییده بود ** حرص رفت و ماند کار تو کبود
  • Hırs, senin işini gücünü bezemişti... Hırs gidince işin gücün kapkara kalakaldı!
  • غوله‌ای را که بر آرایید غول ** پخته پندارد کسی که هست گول
  • Şeytan’ın bezediği ekşi otu aptal adam, olmuş ve iti sanır.
  • آزمایش چون نماید جان او ** کند گردد ز آزمون دندان او
  • Fakat denedi mi ne olduğunu anlar, dişleri kamaşır kalır!
  • از هوس آن دام دانه می‌نمود ** عکس غول حرص و آن خود خام بود
  • Heves yüzünden o tuzak tane görünmededir... O esasen hamdır, fakat hırs şeytanın aksi onu güzel gösterir.
  • حرص اندر کار دین و خیر جو ** چون نماند حرص باشد نغزرو 1130
  • Hırsı din işinde ve hayırda ara; din ve hayır işinde haris ol. Bu işler, zaten güzeldir... Hırsın geçse bile güzel görünür!
  • خیرها نغزند نه از عکس غیر ** تاب حرص ار رفت ماند تاب خیر
  • Hayırlar, esasen güzel ve lâtiftir, başka bir şeyin aksi ile güzel görünmüş değildir. Bu işlerde hırsın parlaklığı geçse bile hayrın letafeti, hayrın parlaklığı kalır.
  • تاب حرص از کار دنیا چون برفت ** فحم باشد مانده از اخگر بتفت
  • Hâlbuki dünya işinden hırsın parlaklığı gitti mi ateşin harareti ve parlaklığı gitmiş, kömür kalmış demektir... Tıpkı buna benzer.
  • کودکان را حرص می‌آرد غرار ** تا شوند از ذوق دل دامن‌سوار
  • Çocukları da hırs aldatırdı zevklerinden bir değneği at yaparlar, eteklerini çemreyip güya ata binerler!
  • چون ز کودک رفت آن حرص بدش ** بر دگر اطفال خنده آیدش
  • Fakat çocuktan o kötü hırs geçti mi öbür çocuklara gülesi gelir.