English    Türkçe    فارسی   

4
1108-1157

  • هم تو شاه و هم تو لشکر هم تو تخت ** هم تو نیکوبخت باشی هم تو بخت
  • Sen hem padişahsın, hem asker, hem taht... Sen hem iyi bir bahta nail olursun, hem bizzat baht ve talih kesilirsin!
  • گر تو نیکوبختی و سلطان زفت ** بخت غیر تست روزی بخت رفت
  • Fakat zahirde bahtın iyi olursa, yüce bir sultan olursa ne fayda... Bu baht başkasınındır, bir gün gelir olur, bahtın döner!
  • تو بماندی چون گدایان بی‌نوا ** دولت خود هم تو باش ای مجتبی 1110
  • Sen de yoksullar gibi muhtaç bir hale düşersin... ey seçilmiş kişi, sen baht ol, sen devlet kesil!
  • چون تو باشی بخت خود ای معنوی ** پس تو که بختی ز خود کی گم شوی
  • Ey manevi er, kendin baht olur, talih kesilirsen nasıl olur da bu bahtı, bu talihi kaybedersin?
  • تو ز خود کی گم شوی از خوش‌خصال ** چونک عین تو ترا شد ملک و مال
  • Ey güzel huylu, bizzat sen, kendine mal, mülk olursan bunları nasıl olur da kaybedersin... İmkân mı var buna?
  • بقیه‌ی عمارت کردن سلیمان علیه‌السلام مسجد اقصی را به تعلیم و وحی خدا جهت حکمتهایی کی او داند و معاونت ملایکه و دیو و پری و آدمی آشکارا
  • Süleyman aleyhisselâm’ın Allah’ın bildiği hikmetler yüzünden Mescid-i Aksâ’yı yapması ve apaçık olarak Meleklere cin, şeytan ve insanların yardım etmeleri
  • ای سلیمان مسجد اقصی بساز ** لشکر بلقیس آمد در نماز
  • Ey Süleyman, Mescid-i Aksâ’yı yap, Belkıs’ın kavmi namaza geldi!
  • چونک او بنیاد آن مسجد نهاد ** جن و انس آمد بدن در کار داد
  • Süleyman, mescidi yapmağa başlayınca cin ve insan, hepsi işe koyuldu.
  • یک گروه از عشق و قومی بی‌مراد ** هم‌چنانک در ره طاعت عباد 1115
  • Bir bölüğü aşkla, istekle... Bir bölüğü istemeyerek işe girişti. Tıpkı kulların Allah buyruğuna uymaları, ibadet etmeleri gibi!
  • خلق دیوانند و شهوت سلسله ** می‌کشدشان سوی دکان و غله
  • Halk da cinlere benzer... Şehvet, onları dükkâna, alışverişe, mahsule ve yiyeceğe çeken zincirdir.
  • هست این زنجیر از خوف و وله ** تو مبین این خلق را بی‌سلسله
  • Bu zincir, korkudan ve şaşkınlıktan yapılmadır... Halkı zincirsiz ve hür sanma!
  • می‌کشاندشان سوی کسب و شکار ** می‌کشاندشان سوی کان و بحار
  • Bir bölüğünü kazanca, ava çeker... bir bölüğünü madene, denizlere sürükler!
  • می‌کشدشان سوی نیک و سوی بد ** گفت حق فی جیدها حبل المسد
  • Onları iyiye, kötüye çeker götürür... Allah “Boynunda liften örülmüş bir ip var...
  • قد جعلنا الحبل فی اعناقهم ** واتخذنا الحبل من اخلاقهم 1120
  • Boyunlarına bir ip attık... O ipi, huylarından ördük, meydana getirdik...
  • لیس من مستقذر مستنقه ** قط الا طایره فی عنقه
  • Hiçbir pis ve kötü yahut temiz ve iyi kişi yoktur ki amel defteri boynuna asılmamış olsun “demiştir.
  • حرص تو در کار بد چون آتشست ** اخگر از رنگ خوش آتش خوشست
  • Kötü işe hırsın, ateşe benzer... Kömür, ateşin rengiyle güzelleşir.
  • آن سیاهی فحم در آتش نهان ** چونک آتش شد سیاهی شد عیان
  • Kömürün karalığı ateşte gizlenir... Ateş söndü mü karalık meydana çıkar!
  • اخگر از حرص تو شد فحم سیاه ** حرص چون شد ماند آن فحم تباه
  • Kömür, senin hırsından ateş haline geldi, ateş halinde göründü... Fakat hırs geçti mi o kömür, kapkara, berbat bir halde kala kalır!
  • آن زمان آن فحم اخگر می‌نمود ** آن نه حسن کار نار حرص بود 1125
  • O zaman kömürün ateş gibi görünmesi, işin güzelliğinden değildi, hırs ateşindendi!
  • حرص کارت را بیاراییده بود ** حرص رفت و ماند کار تو کبود
  • Hırs, senin işini gücünü bezemişti... Hırs gidince işin gücün kapkara kalakaldı!
  • غوله‌ای را که بر آرایید غول ** پخته پندارد کسی که هست گول
  • Şeytan’ın bezediği ekşi otu aptal adam, olmuş ve iti sanır.
  • آزمایش چون نماید جان او ** کند گردد ز آزمون دندان او
  • Fakat denedi mi ne olduğunu anlar, dişleri kamaşır kalır!
  • از هوس آن دام دانه می‌نمود ** عکس غول حرص و آن خود خام بود
  • Heves yüzünden o tuzak tane görünmededir... O esasen hamdır, fakat hırs şeytanın aksi onu güzel gösterir.
  • حرص اندر کار دین و خیر جو ** چون نماند حرص باشد نغزرو 1130
  • Hırsı din işinde ve hayırda ara; din ve hayır işinde haris ol. Bu işler, zaten güzeldir... Hırsın geçse bile güzel görünür!
  • خیرها نغزند نه از عکس غیر ** تاب حرص ار رفت ماند تاب خیر
  • Hayırlar, esasen güzel ve lâtiftir, başka bir şeyin aksi ile güzel görünmüş değildir. Bu işlerde hırsın parlaklığı geçse bile hayrın letafeti, hayrın parlaklığı kalır.
  • تاب حرص از کار دنیا چون برفت ** فحم باشد مانده از اخگر بتفت
  • Hâlbuki dünya işinden hırsın parlaklığı gitti mi ateşin harareti ve parlaklığı gitmiş, kömür kalmış demektir... Tıpkı buna benzer.
  • کودکان را حرص می‌آرد غرار ** تا شوند از ذوق دل دامن‌سوار
  • Çocukları da hırs aldatırdı zevklerinden bir değneği at yaparlar, eteklerini çemreyip güya ata binerler!
  • چون ز کودک رفت آن حرص بدش ** بر دگر اطفال خنده آیدش
  • Fakat çocuktan o kötü hırs geçti mi öbür çocuklara gülesi gelir.
  • که چه می‌کردم چه می‌دیدم درین ** خل ز عکس حرص بنمود انگبین 1135
  • Ben neler yapmışım, ne işlere girişmişim... Sirke bana hırsımdan bal görünmüş diye gülmeğe başlar.
  • آن بنای انبیا بی حرص بود ** زان چنان پیوسته رونقها فزود
  • Peygamberlerin yapılarında da hırs yoktu... Onun için boyuna parlayıp duruyor, parlaklığı boyuna artıyor.
  • ای بسا مسجد بر آورده کرام ** لیک نبود مسجد اقصاش نام
  • Ulular nice mescitler yaptılar... Fakat hiçbirinin adı Mescid-i Aksâ değildi.
  • کعبه را که هر دمی عزی فزود ** آن ز اخلاصات ابراهیم بود
  • Her an şerefi artan Kâbe’nin yüceliği, İbrahim’in ihlaslarındandı!
  • فضل آن مسجد خاک و سنگ نیست ** لیک در بناش حرص و جنگ نیست
  • O mescidin fazileti, toprağından, taşından değildi... Yapıcısında hırs ve savaş yoktu da ondan!
  • نه کتبشان مثل کتب دیگران ** نی مساجدشان نی کسب وخان و مان 1140
  • Ne onların kitapları, başkalarının kitaplarına benzer... Ne mescitleri, başkalarının mescitlerine, ne alışverişleri, malları mülkleri, başkalarının alışverişine, malına mülküne!
  • نه ادبشان نه غضبشان نه نکال ** نه نعاس و نه قیاس و نه مقال
  • Ne edepleri başkalarının edepleri gibidir. Ne hiddetleri, azapları başkalarının hiddeti, azabı gibidir. Uykuları da başkadır, kıyasları da, sözleri de!
  • هر یکیشان را یکی فری دگر ** مرغ جانشان طایر از پری دگر
  • Her birerinin başka bir nuru, feri var... Can kuşları uçar ama başka bir kanatla uçar!
  • دل همی لرزد ز ذکر حالشان ** قبله‌ی افعال ما افعالشان
  • Gönül, onların halini andıkça titrer durur... Onların işleri, bizim işlerimize kıbledir!
  • مرغشان را بیضه‌ها زرین بدست ** نیم‌شب جانشان سحرگه بین شدست
  • Onların kuşlarının yumurtası altındandır... Camları, gece yarısı, seher çağını görür!
  • هر چه گویم من به جان نیکوی قوم ** نقص گفتم گشته ناقص‌گوی قوم 1145
  • O kavmin iyiliğini canla başla ne kadar söylersen söyleyeyim, noksan söylemiş olur; onları noksan övmüş olurum!
  • مسجد اقصی بسازید ای کرام ** که سلیمان باز آمد والسلام
  • Ey ulular, Mescid-i Aksâ yapın; çünkü Süleyman yine geldi vesselam!
  • ور ازین دیوان و پریان سر کشند ** جمله را املاک در چنبر کشند
  • Bu devlerden, perilerden baş çeken olursa, bütün melekler, onları tutar, bağlar, tomruğa vurur!
  • دیو یک دم کژ رود از مکر و زرق ** تازیانه آیدش بر سر چو برق
  • Dev, bir an bile hileye düzene girişir de eğri büğrü yürürse derhal başına şimşek gibi bir kamçıdır gelir!
  • چون سلیمان شو که تا دیوان تو ** سنگ برند از پی ایوان تو
  • Sen de Süleyman’a benze de, devlerin, yapına yardım etsinler, taş kessinler!
  • چون سلیمان باش بی‌وسواس و ریو ** تا ترا فرمان برد جنی و دیو 1150
  • Süleyman gibi vesvesesiz, hilesiz ol da cinle dev, senin de buyruğuna uysun!
  • خاتم تو این دلست و هوش دار ** تا نگردد دیو را خاتم شکار
  • Senin hatemin bu gönüldür... Aklını başına al da dev, hatemini ağlamasın!
  • پس سلیمانی کند بر تو مدام ** دیو با خاتم حذر کن والسلام
  • Avladı, ele geçirdimi artık sana boyuna Süleymanlık eder... Hatemli devden sakın vesselâm!
  • آن سلیمانی دلا منسوخ نیست ** در سر و سرت سلیمانی کنیست
  • Gönül, o Süleymanlık gelip geçici bir şey değildir... Sen zahiren de Süleymanlık etme kabiliyetindesin, içinde de o ehliyet var senin.
  • دیو هم وقتی سلیمانی کند ** لیک هر جولاهه اطلس کی تند
  • Dev de bir zaman olur, Süleyman’lık eder ama her dokumacı nerden atlas dokuyacak?
  • دست جنباند چو دست او ولیک ** در میان هر دوشان فرقیست نیک 1155
  • Elini oynatır ama ikisinin arasında ne kadar fark var?
  • قصه‌ی شاعر و صله دادن شاه و مضاعف کردن آن وزیر بوالحسن نام
  • Şaire Padişahın ihsanı, Ebülhasan adındaki vezirin o ihsanı arttırması
  • شاعری آورد شعری پیش شاه ** بر امید خلعت و اکرام و جاه
  • Şairin biri, padişahtan elbise almak, rütbeye erişmek, ihsana nail olmak ümidiyle bir şiir yazıp götürdü.
  • شاه مکرم بود فرمودش هزار ** از زر سرخ و کرامات و نثار
  • Padişah ikram sahibiydi, şaire bin kırmızı altın verilmesini, bundan başka daha da ihsanlarda bulunmalarını emretti.