-
گر سخنکش یابم اندر انجمن ** صد هزاران گل برویم چون چمن
- Mecliste bana söz söyletecek adam bulsam çimenlik gibi yüz binlerce gül bitiririm.
-
ور سخنکش یابم آن دم زن به مزد ** میگریزد نکتهها از دل چو دزد 1320
- Fakat söz söylerken de nefes öldüren bir pezevenk olsa gönüldeki nükteler hırsız gibi kaçar.
-
جنبش هر کس به سوی جاذبست ** جذب صدق نه چو جذب کاذبست
- Herkesin hareketi kendisini çeken ne yandaysa o taraftadır... Doğru adamın çekişi, yalancının çekişine benzemez.
-
میروی گه گمره و گه در رشد ** رشته پیدا نه و آنکت میکشد
- Gâh sapık bir halde, gâh doğru yolu bulmuş olarak gider durursun... Ne seni sürükleyen ip meydandadır, ne çeken adam!
-
اشتر کوری مهار تو رهین ** تو کشش میبین مهارت را مبین
- Kör bir deveye benzersin... Boynundaki yular seni yeder durur; fakat sen çekeni gör, yuları değil!
-
گر شدی محسوس جذاب و مهار ** پس نماندی این جهان دارالغرار
- Çekeni ve yuları görsen senin için bu âlem aldanma yurdu olmazdı.
-
گبر دیدی کو پی سگ میرود ** سخرهی دیو ستنبه میشود 1325
- Kâfir, köpeğin ardına düşüp gittiğini görseydi güçlü kuvvetli Şeytan’a maskara olur muydu hiç?
-
در پی او کی شدی مانند حیز ** پی خود را واکشیدی گبر نیز
- Onun ardına bir namussuz gibi düşer miydi hiç? Hemencecik ayağını çeker, kurtulurdu!
-
گاو گر واقف ز قصابان بدی ** کی پی ایشان بدان دکان شدی
- Sığır kasapların ne yapacağını bilseydi hiç onların peşine düşer, dükkâna gider miydi?
-
یا بخوردی از کف ایشان سبوس ** یا بدادی شیرشان از چاپلوس
- Yahut ellerinden kepek yer miydi? Yahut da onların yüze gülücüğüne aldanır onlara süt verir miydi?
-
ور بخوردی کی علف هضمش شدی ** گر ز مقصود علف واقف بدی
- Hatta ot yese bile, neden beslendiğini bilseydi hiç o otu hazmedebilir miydi?
-
پس ستون این جهان خود غفلتست ** چیست دولت کین دوادو با لتست 1330
- Şu halde âlemin direği gafletten ibarettir... Devlet nedir? Dev yani koş kelimesiyle let yani dayak kelimesinden meydana gelme bir kelime!
-
اولش دو دو به آخر لت بخور ** جز درین ویرانه نبود مرگ خر
- Önce koş... Koş da sonunda dayak ye! Bu yıkık yerde devlet sahibine eşekçesine ölümden başka hiçbir şey yok!
-
تو به جد کاری که بگرفتی به دست ** عیبش این دم بر تو پوشیده شدست
- Sen, bir işe el atar, o işe iyice sarılırsın... O işteki ayıp ve noksan o anda sana örtülüdür.
-
زان همی تانی بدادن تن به کار ** که بپوشید از تو عیبش کردگار
- Allah, senden o işin ayıbını örttüğünden canla başla o işe girişebilirsin.
-
همچنین هر فکر که گرمی در آن ** عیب آن فکرت شدست از تو نهان
- Hararetle sahip olduğun fikrin de ayıbı senden gizlidir.
-
بر تو گر پیدا شدی زو عیب و شین ** زو رمیدی جانت بعد المشرقین 1335
- Sana o fikirdeki ayıp ve kusur belli olsaydı ondan kaçardın... Canın, bu fikirle aramda keşke mağriple maşrik arası kadar uzaklık olsaydı der!
-
حال که آخر زو پشیمان میشوی ** گر بود این حال اول کی دوی
- Nihayet ondan usanır, pişman olursun ya... Bu hal, evvel olsaydı hiç ona koşar mıydın?
-
پس بپوشید اول آن بر جان ما ** تا کنیم آن کار بر وفق قضا
- Şu halde ona girişelim, kaza ve kadere uygun olarak o işi görelim diye önce ondaki ayıbı, kusuru, bizden gizlemiştir.
-
چون قضا آورد حکم خود پدید ** چشم وا شد تا پشیمانی رسید
- Kaza ve kader, hükmünü izhar edince göz açılır, pişmanlık gelir, çatar!
-
این پشیمانی قضای دیگرست ** این پشیمانی بهل حق را پرست
- Bu pişmanlıkta ayrı bir kaza ve kaderdir... Bu pişmanlığı bırak da Allah’a tap!
-
ور کنی عادت پشیمان خور شوی ** زین پشیمانی پشیمانتر شوی 1340
- Pişman olmayı kendine âdet edinirsen boyuna pişman olur durur, nihayet bu pişmanlığı da daha ziyade pişman olursun!
-
نیم عمرت در پریشانی رود ** نیم دیگر در پشیمانی رود
- Ömrünün yarısı perişanlıkta geçer, öbür yarısı da pişmanlıkta heder olur gider!
-
ترک این فکر و پریشانی بگو ** حال و یار و کار نیکوتر بجو
- Bu fikri, bu pişmanlığı terk et de daha iyi bir hal, daha iyi bir dost ve daha iyi bir iş ara!
-
ور نداری کار نیکوتر به دست ** پس پشیمانیت بر فوت چه است
- Elinde daha iyi bir iş yoksa pişmanlığın neye? Neyi fevt ettin de pişman oluyorsun ki?
-
گر همی دانی ره نیکو پرست ** ور ندانی چون بدانی کین به دست
- Eğer biliyorsan bilirsin ki doğru yol, Allah’a tapmaktan ibarettir... Yok bilmiyorsan herhangi bir şeyin kötü olduğunu nasıl bilirsin ki?
-
بد ندانی تا ندانی نیک را ** ضد را از ضد توان دید ای فتی 1345
- İyiyi bilmedikçe kötüyü bilemezsin... Ey yiğit zıt, zıddıyla görülebilir.
-
چون ز ترک فکر این عاجز شدی ** از گناه آنگاه هم عاجز بدی
- Mademki bu fikri terk etmekten âcizsin... O vakit günah işlememekten de âcizdin!
-
چون بدی عاجز پشیمانی ز چیست ** عاجزی را باز جو کز جذب کیست
- Âciz olduktan sonra pişmanlık neden? O acizlik, kimin takdiriyle, onu ara!
-
عاجزی بیقادری اندر جهان ** کس ندیدست و نباشد این بدان
- Âlemde bir kâdir olmadıkça hiç kimse, ne bir âcizi görmüştür, ne de böyle bir şey olur... Bunu böyle bil!
-
همچنین هر آرزو که میبری ** تو ز عیب آن حجابی اندری
- Böylece, olmasına çalıştığın her isteğin ayıbından bihabersin... Onun ayıbı ve noktası, sana örtülüdür!
-
ور نمودی علت آن آرزو ** خود رمیدی جان تو زان جست و جو 1350
- O istediğin ayıp ve noksanı sana görünseydi canın o araştırmadan kaçıverirdi!
-
گر نمودی عیب آن کار او ترا ** کس نبردی کش کشان آن سو ترا
- O işin ayıp ve noksanı sence belli olsaydı seni hiç kimse o işe, hatta çeke çeke bile götüremezdi!
-
وان دگر کار کز آن هستی نفور ** زان بود که عیبش آمد در ظهور
- Nefret ettiğin öbür iş yok mu? Ondan neden nefret ettin? Çünkü ayıbı, noksanı meydana çıktı da ondan!
-
ای خدای رازدان خوشسخن ** عیب کار بد ز ما پنهان مکن
- Ey sırları bilen güzel sözlü Allah, kötü işlerin ayıbını, noksanını bizden gizleme!
-
عیب کار نیک را منما به ما ** تا نگردیم از روش سرد و هبا
- İyi işleri de bize ayıplı gösterme de o işe gidelim, sarılalım... Çalışmamız heba olmasın, gayretimiz soğumasın!
-
هم بر آن عادت سلیمان سنی ** رفت در مسجد میان روشنی 1355
- Yüce Süleyman, âdeti veçhile alaca karanlıkta mescide giderdi.
-
قاعدهی هر روز را میجست شاه ** که ببیند مسجد اندر نو گیاه
- Her gün, âdeti veçhile mescitten yeniden yeniye hangi ot, hangi kök bitmiş... O padişah, bunu arar araştırırdı.
-
دل ببیند سر بدان چشم صفی ** آن حشایش که شد از عامه خفی
- Gönül haktan gizli kalan o otları gizlice can gözüyle görür, tanır.
-
قصهی صوفی کی در میان گلستان سر به زانو مراقب بود یارانش گفتند سر برآور تفرج کن بر گلستان و ریاحین و مرغان و آثار رحمةالله تعالی
- Sofinin, gül bahçesinde başını dizine dayayıp murakabeye dalması, dostlarının başını kaldır, bahçeyi seyret... Allah rahmetinin eserleri olan çiçeklere, kuşlara bak demeleri
-
صوفیی در باغ از بهر گشاد ** صوفیانه روی بر زانو نهاد
- Sofinin biri, bir bağda neşelenip açılmak için soficesine yüzünü dizine dayamış,
-
پس فرو رفت او به خود اندر نغول ** شد ملول از صورت خوابش فضول
- Varlığının ta derinlerine dalmış gitmişti. Her zevekilin biri onun bu uykusundan usandı.
-
که چه خسپی آخر اندر رز نگر ** این درختان بین و آثار و خضر 1360
- Dedi ki: Ne uyuyorsun ya hu? Bir başını kaldır da üzüm çubuğuna, şu ağaçlara, “Allah’ın rahmet eserlerine, yeşilliğe bak!
-
امر حق بشنو که گفتست انظروا ** سوی این آثار رحمت آر رو
- Allah emrini dinle... Allah “Allah’ın rahmet eserlerine bakın” dedi... Yüzünü şu rahmet eserlerine çevir, seyret!
-
گفت آثارش دلست ای بوالهوس ** آن برون آثار آثارست و بس
- Sofi dedi ki: A heveskâr kişi, Allah eserleri gönüldür... Dışarıdakilerse ancak ve ancak Allah eserlerinin eserleridir.
-
باغها و سبزهها در عین جان ** بر برون عکسش چو در آب روان
- Bağlar, bahçeler, yeşillikler, gönüldedir... Dışarıdakiyse akarsuya vuran akislere benzer.
-
آن خیال باغ باشد اندر آب ** که کند از لطف آب آن اضطراب
- O görünen bağ, suya akseden hayalî bir bağdır... Suyun letafeti yüzünden oynar durur!
-
باغها و میوهها اندر دلست ** عکس لطف آن برین آب و گلست 1365
- Bağlar, bahçeler, meyveler, gönüldedir. Onların letafetinin aksi, şu suya toprağa vurmuştur!
-
گر نبودی عکس آن سرو سرور ** پس نخواندی ایزدش دار الغرور
- O neşe selvisinin aksi olmasaydı Allah bu âleme aldanış yeri demezdi.
-
این غرور آنست یعنی این خیال ** هست از عکس دل و جان رجال
- Bu aldanış şudur; yani bu hayal, erlerin, gönülleriyle canlarının aksinden hâsıl olmuştur.
-
جمله مغروران برین عکس آمده ** بر گمانی کین بود جنتکده
- Bütün aldananlar, cennet budur sanarak bu akse gelmişlerdir.