-
چون درو آثار مستی شد پدید ** یک مرید او را از آن دم بر رسید 1810
- Bayezid’de sarhoşluk eseri görününce bir müridi ona gelip
-
پس بپرسیدش که این احوال خوش ** که برونست از حجاب پنج و شش
- Sordu: “Beş duyguyla altı cihetten dışarı olan şu hoş hal nedir?
-
گاه سرخ و گاه زرد و گه سپید ** میشود رویت چه حالست و نوید
- Yüzün gâh kızarmakta, gâh ağarmakta... Bu ne hal, bu ne müjde?
-
میکشی بوی و به ظاهر نیست گل ** بیشک از غیبست و از گلزار کل
- Koklayıp duruyorsun ama görünürde gül yok, şüphesiz bu, gayb âleminden, hakikî güllerin açtığı gül bahçesinden.
-
ای تو کام جان هر خودکامهای ** هر دم از غیبت پیام و نامهای
- Ey her kendini tanıyan, bilen kişinin muradı ve maksadı olan er, her an sana gayb âleminden bir haber, bir mektup gelmekte,
-
هر دمی یعقوبوار از یوسفی ** میرسد اندر مشام تو شفا 1815
- Her an Yakup gibi sana da bir Yusuf’tan şifa kokusu erişmekte.
-
قطرهای بر ریز بر ما زان سبو ** شمهای زان گلستان با ما بگو
- Bize de o testiden bir katra dök... Bize de o gül bahçesinden bir kokucuk anlat!
-
خو نداریم ای جمال مهتری ** که لب ما خشک و تو تنها خوری
- Biz buna alışmamışız ey yüce ve güzel er... Bizim dudağımız kuru, sen bu şarabı yalnızca içiyorsun!
-
ای فلکپیمای چست چستخیز ** زانچ خوردی جرعهای بر ما بریز
- Ey, çevik er, ey gökyüzünü dönüp dolaşan er, içtiğin şaraptan bize de bir yudumcuk sun!
-
میر مجلس نیست در دوران دگر ** جز تو ای شه در حریفان در نگر
- Bu zamanda meclisin beyi sensin, senden başkası değil... Bize de bak!
-
کی توان نوشید این می زیردست ** می یقین مر مرد را رسواگرست 1820
- Bu şarap, gizlice içilir mi ki? Şarap, muhakkak adamı rezil, rüsvay eder!
-
بوی را پوشیده و مکنون کند ** چشم مست خویشتن را چون کند
- Kokusunu gizlesen bile sarhoş gözlerini ne yapacaksın ki?
-
خود نه آن بویست این که اندر جهان ** صد هزاران پردهاش دارد نهان
- Zaten bu koku, âlemde yüz binlerce perde altında gizlenebilecek bir koku değil ki!
-
پر شد از تیزی او صحرا و دشت ** دشت چه کز نه فلک هم در گذشت
- O keskin kokuyla ovalar, çöller doldu... Hatta ova da nedir ki? O koku, dokuz feleği bile geçti!
-
این سر خم را به کهگل در مگیر ** کین برهنه نیست خود پوششپذیر
- Bu şarabın bulunduğu testinin başını balçıkla örtme... Zaten bu öyle bir açıkta şarap ki örtülmesine imkan yok!
-
لطف کن ای رازدان رازگو ** آنچ بازت صید کردش بازگو 1825
- Ey sırlar bilen sır söyleyici, seni avlayanı lütfet, söyle!
-
گفت بوی بوالعجب آمد به من ** همچنانک مر نبی را از یمن
- Bayezıd dedi ki: “Şaşılacak bir koku geldi bana... Peygambere Yemen’den gelen koku gibi!
-
که محمد گفت بر دست صبا ** از یمن میآیدم بوی خدا
- Muhammet demiştir ki. Seher yelinin eliyle bana Yemen’den Allah kokusu gelmekte.
-
بوی رامین میرسد از جان ویس ** بوی یزدان میرسد هم از اویس
- Vise’nin ruhuna Rahim’in kokusu geldiği gibi Üveys’ten de Allah kokusu geliyor.
-
از اویس و از قرن بوی عجب ** مر نبی را مست کرد و پر طرب
- Üveys’ten, Karen kabilesinden garip bir koku geldi de Peygamberi sarhoş etti, neşelendirdi!
-
چون اویس از خویش فانی گشته بود ** آن زمینی آسمانی گشته بود 1830
- Üveys kendinden geçmiş, yere mensupken göklere mensup olmuştu!
-
آن هلیلهی پروریده در شکر ** چاشنی تلخیش نبود دگر
- Heliyle, şekerle karışmış, halli hamur olmuş, acı tadı kalmamıştı artık!
-
آن هلیلهی رسته از ما و منی ** نقش دارد از هلیله طعم نی
- Heliyle, varlığından tamamıyla geçmişti... Yalnız heliyle şeklindeydi ama lezzeti kalmamıştı ki!”
-
این سخن پایان ندارد باز گرد ** تا چه گفت از وحی غیب آن شیرمرد
- Bu sözün sonu gelmez. O aslan er, gayb âleminin vahyinden neler söyledi? Sen onu anlat!
-
قول رسول صلی الله علیه و سلم انی لاجد نفس الرحمن من قبل الیمن
- Rasul sallallahu aleyhi vesselem’in “Ben Yemen tarafından Rahman kokusunu almaktayım” demesi
-
گفت زین سو بوی یاری میرسد ** کاندرین ده شهریاری میرسد
- Bayezıd dedi ki “Bu taraftan bir dostun kokusu gelmekte... Bu köyden bir padişah geliyor!
-
بعد چندین سال میزاید شهی ** میزند بر آسمانها خرگهی 1835
- Bunca yıldan sonra bir padişah doğacak... Otağını göklere kuracak!
-
رویش از گلزار حق گلگون بود ** از من او اندر مقام افزون بود
- Yüzü Allah’ın gül bahçelerinin tesiriyle gül rengine dönecek... Makam ve rütbe bakımından benden üstün olacak!”
-
چیست نامش گفت نامش بوالحسن ** حلیهاش وا گفت ز ابرو و ذقن
- Dediler ki: Adı ne? Bayezid, Ebül Hasan dedi... Onun şeklini, kaşının çenesinin ne şekilde olduğunu anlattı.
-
قد او و رنگ او و شکل او ** یک به یک واگفت از گیسو و رو
- Boyunu, rengini, şeklini, saçlarını, yüzünü bir bir anlattı.
-
حلیههای روح او را هم نمود ** از صفات و از طریقه و جا و بود
- İç huylarını, manevi sıfatlarını... Ruhunu, yolunu, yerini, varlığını hep söyledi.
-
حلیهی تن همچو تن عاریتیست ** دل بر آن کم نه که آن یک ساعتیست 1840
- Ten şekli, ten gibi iğretidir... Ona pek gönül verme... o bir anda gelir geçer!
-
حلیهی روح طبیعی هم فناست ** حلیهی آن جان طلب کان بر سماست
- Tabii ruhun şekli, hali de fanidir... O can şeklini, sıfatını iste ki gökyüzündedir!
-
جسم او همچون چراغی بر زمین ** نور او بالای سقف هفتمین
- Onun bedeni, yeryüzünde mum gibidir... Nuru ise yedinci kat tavanın üstündedir!
-
آن شعاع آفتاب اندر وثاق ** قرص او اندر چهارم چارطاق
- Güneşin ışıkları odadadır ama güneş, dördüncü kat göktedir.
-
نقش گل در زیربینی بهر لاغ ** بوی گل بر سقف و ایوان دماغ
- Gülün suretini, lâtife yollu burnunun altında görürsün ama gül kokusu dimağın ta tavanına, sayvanına kadar her yeri tutmuştur.
-
مرد خفته در عدن دیده فرق ** عکس آن بر جسم افتاده عرق 1845
- Uyuyan adam, Aden’de bir azaba uğradığını görür ama aksi, bedeninde ter halinde görünür!
-
پیرهن در مصر رهن یک حریص ** پر شده کنعان ز بوی آن قمیص
- Gömlek, Mısır’da bir harise rehin olmuştur ama Kenan ülkesi o gömleğin kokusuyla dolmuştur!
-
بر نبشتند آن زمان تاریخ را ** از کباب آراستند آن سیخ را
- Tarihçiler, bunu duyunca Bayezid’in tayin ettiği zamanı yazdılar... Âdeta şişe benzeyen kamış kalemlerini kebapla bezediler.
-
چون رسید آن وقت و آن تاریخ راست ** زاده شد آن شاه و نرد ملک باخت
- Tanı o zaman, o tarih gelip çatınca o padişah doğdu... Devlet satrancını oynadı!
-
از پس آن سالها آمد پدید ** بوالحسن بعد وفات بایزید
- Bayezid’in ölümünden sonra yıllar geçti, Ebul Hasan dünyaya geldi.
-
جملهی خوهای او ز امساک وجود ** آنچنان آمد که آن شه گفته بود 1850
- O padişah, Ebulhasan’ın ihsanına, kıskanmasına ait ne gibi huylar söylediyse aynen zuhur etti.
-
لوح محفوظ است او را پیشوا ** از چه محفوظست محفوظ از خطا
- Çünkü onun önünde giden levhimahfuz’dur... Neden mahfuzdur o levh? Hatadan!
-
نه نجومست و نه رملست و نه خواب ** وحی حق والله اعلم بالصواب
- Bu, ne yıldız bilgisidir, ne remil, ne de rüya... Allah, doğrusunu daha iyi bilir ya, Allah vahyidir!
-
از پی روپوش عامه در بیان ** وحی دل گویند آن را صوفیان
- Sofiler, bunu halktan gizlemek için gönül vahyi demişlerdir.
-
وحی دل گیرش که منظرگاه اوست ** چون خطا باشد چو دل آگاه اوست
- Sen istersen onu gönül vahyi farz et... Gönül zaten onun nazargâhıdır... Gönül, ona agâh olunca nasıl hata eder?
-
مومنا ینظر به نور الله شدی ** از خطا و سهو آمن آمدی 1855
- Ey mümin, sen, Allah nuruyla bakar, görürsün... Hatadan, yanılmadan eminsin!
-
نقصان اجرای جان و دل صوفی از طعام الله
- Sofinin canına, gönlüne gelen Allah yemeğinin eksilmesi
-
صوفیی از فقر چون در غم شود ** عین فقرش دایه و مطعم شود
- Sofi, yoksulluktan dertlenince yoksulluğu, ona dadı ve gıda kesilir.
-
زانک جنت از مکاره رسته است ** رحم قسم عاجزی اشکسته است
- Çünkü cennet, hoşa gitmeyen şeylerden meydana gelmiştir... Merhamet, gönlü kırık âcizlerin nasibidir.
-
آنک سرها بشکند او از علو ** رحم حق و خلق ناید سوی او
- Yücelikle başlar kıran kişiye ne Allah’ın merhameti nasip olur, ne halkın!
-
این سخن آخر ندارد وان جوان ** از کمی اجرای نان شد ناتوان
- Bu sözün sonu yoktur... Evet, o yiğit, yiyecek ve ekmek nafakasının azlığından perişan oldu!