-
گفت پیغامبر کای ظاهرنگر ** تو مبین او را جوان و بیهنر 2160
- Peygamber dedi ki: Ey işin dış yüzünü gören, sen onu genç ve hünersiz görme.
-
ای بسا ریش سیاه و مردت پیر ** ای بسا ریش سپید و دل چو قیر
- Nice kara sakallı ihtiyarlar vardır... Nice de gönülleri, zift gibi kapkara aksakallılar.
-
عقل او را آزمودم بارها ** کرد پیری آن جوان در کارها
- Onun aklını defalarca denedim... O genç işlerde ihtiyarlık etti.
-
پیر پیر عقل باشد ای پسر ** نه سپیدی موی اندر ریش و سر
- İhtiyar, akıl ihtiyarıdır oğlum... Saçın, sakalın ağarmasıyla adam, adam olmaz.
-
از بلیس او پیرتر خود کی بود ** چونک عقلش نیست او لاشی بود
- İblis’ten daha ihtiyar kim var? Fakat değil mi ki aklı yok, hiçbir şeye yaramaz.
-
طفل گیرش چون بود عیسی نفس ** پاک باشد از غرور و از هوس 2165
- Birisi çocuktur ama İsa nefesli, gururdan, hevesten arınmış olursa ona nasıl çocuk diyebilirsin?
-
آن سپیدی مو دلیل پختگیست ** پیش چشم بسته کش کوتهتگیست
- Saç ağarması, ancak gözü bağlı ve kısa görüşlü kişiye göre pişkinlik alâmetidir.
-
آن مقلد چون نداند جز دلیل ** در علامت جوید او دایم سبیل
- O mukallit, alâmet olarak delilden başka bir şey bilmediği için daima buna yol arar.
-
بهر او گفتیم که تدبیر را ** چونک خواهی کرد بگزین پیر را
- Onun için bir işe girişeceksen o pire danış dedi.
-
آنک او از پردهی تقلید جست ** او به نور حق ببیند آنچ هست
- Çünkü o, taklit perdesinden çıkmış kurtulmuştur da ne varsa her şeyi Allah nuru ile görür.
-
نور پاکش بیدلیل و بیبیان ** پوست بشکافد در آید در میان 2170
- Onun pak nuru delilsiz, beyansız deriyi yırtar, içi meydana çıkarır.
-
پیش ظاهربین چه قلب و چه سره ** او چه داند چیست اندر قوصره
- Yalnız dışı görene göre kalp nedir, geçer altın ne? Hurma sepetinde ne var? O bilir.
-
ای بسا زر سیه کرده بدود ** تا رهد از دست هر دزدی حسود
- Nice altınları, hasetçi hırsızların elinden kurtulsun diye dumanla karartmışlardır.
-
ای بسا مس زر اندوده به زر ** تا فروشد آن به عقل مختصر
- Nice bakırlar vardır ki aklı kıt olanlara satsınlar diye onları altın suyuna batırmışlar, altın yaldızla yaldızlamışlardır.
-
ما که باطنبین جملهی کشوریم ** دل ببینیم و به ظاهر ننگریم
- Biz bütün ülkelerin iç yüzünü görenleriz... Gönlü görürüz, dış yüzüne bakmayız biz!
-
قاضیانی که به ظاهر میتنند ** حکم بر اشکال ظاهر میکنند 2175
- Zahirin etrafında dönüp dolaşan kadılar, zahiri görünüşe göre hükmederler.
-
چون شهادت گفت و ایمانی نمود ** حکم او مومن کنند این قوم زود
- Birisi şahadet getirdi, imanını gösteren bir şey yaptı mı bunlar, derhal o adamın mümin olduğuna hükmederler.
-
بس منافق کاندرین ظاهر گریخت ** خون صد مومن به پنهانی بریخت
- Bu suretle de nice münafıklar, zahire sığınmışlar... Böylece de yüzlerce iman sahibinin kanını gizlice dökmüşlerdir.
-
جهد کن تا پیر عقل و دین شوی ** تا چو عقل کل تو باطنبین شوی
- Çalış çabala da akıl ve din piri ol... Bu suretle aklı kül gibi iç âlemini gör.
-
از عدم چون عقل زیبا رو گشاد ** خلعتش داد و هزارش نام داد
- O güzelim akıl, yokluktan yüz gösterince Allah ona bir elbisedir giydirdi, binlerce de ad taktı.
-
کمترین زان نامهای خوشنفس ** این که نبود هیچ او محتاج کس 2180
- Bu güzel adların en aşağısı işte şu: O, hiç kimseye muhtaç değildir.
-
گر به صورت وا نماید عقل رو ** تیره باشد روز پیش نور او
- Akıl bir kere yüz gösterse, suretini şu âleme izhar etse gündüz bile, onun nuruna karşı kapkaranlık kalırdı.
-
ور مثال احمقی پیدا شود ** ظلمت شب پیش او روشن بود
- Ahmaklık da meselâ, meydana çıkıverse gecenin karanlığı, onun yanında apaydın kalır.
-
کو ز شب مظلمتر و تاریترست ** لیک خفاش شقی ظلمتخرست
- Çünkü o, geceden daha karanlıktır, daha karadır. Fakat ne fayda? Kötü yarasa karanlıların satın alır.
-
اندک اندک خوی کن با نور روز ** ورنه خفاشی بمانی بیفروز
- Yavaş, yavaş gündüzün ışığına alış... Yoksa yarasa gibi nura kavuşmaz, kalakalırsın!
-
عاشق هر جا شکال و مشکلیست ** دشمن هر جا چراغ مقبلیست 2185
- Yarasa nerede bir güçlük, bir müşkül varsa orasını sever... Nerede bir devletlinin ışığı yanıyorsa oraya düşman kesilir.
-
ظلمت اشکال زان جوید دلش ** تا که افزونتر نماید حاصلش
- Bilgisi görgüsü daha fazla görünsün diye gönlü daima müşküller arar.
-
تا ترا مشغول آن مشکل کند ** وز نهاد زشت خود غافل کند
- O her müşkülle seni oyalar... Kendi kötü tabiatına karşı gaflete daldırır.
-
علامت عاقل تمام و نیمعاقل و مرد تمام و نیممرد و علامت شقی مغرور لاشی
- Tam akılıyla yarı akıllının, tam adamla yarı adamın ve hiçbir şey olmayan mağrur kötü kişinin alâmetleri
-
عاقل آن باشد که او با مشعلهست ** او دلیل و پیشوای قافلهست
- Akıllı ona derler ki elinde meşalesi vardır... Kafilenin önünde gider, onlara kılavuzluk eder.
-
پیرو نور خودست آن پیشرو ** تابع خویشست آن بیخویشرو
- O önde giden kendi nuruna uymuş, onun ardına düşmüştür... O kendinden geçmiş bir halde yola düşüp giden, kendisine tabidir.
-
مومن خویشست و ایمان آورید ** هم بدان نوری که جانش زو چرید 2190
- O kendisine inanmıştır... Sizde onun canının yayıldığı nura, o nur âlemince inanın.
-
دیگری که نیمعاقل آمد او ** عاقلی را دیدهی خود داند او
- Yarım akıllıda kendisine bir akıllıyı göz etmiş, göz diye bu akıllıyı bilmiş tanımıştır.
-
دست در وی زد چو کور اندر دلیل ** تا بدو بینا شد و چست و جلیل
- Körün kendisini yedene sarılması gibi ona el atmıştır... Bu suretle onunla göz sahibi olmuş, çevikleşmiş ululaşmıştır.
-
وآن خری کز عقل جوسنگی نداشت ** خود نبودش عقل و عاقل را گذاشت
- Bir arpa ağırlığınca bile aklı olmayan eşeğe gelince: Hem aklı yoktur, hem akıllıyı terk etmiştir.
-
ره نداند نه کثیر و نه قلیل ** ننگش آید آمدن خلف دلیل
- Az, çok... Bir yol da bilmez. Fakat yine de bir kılavuzun ardına düşmekten sıkılır, arlanıp utanır.
-
میرود اندر بیابان دراز ** گاه لنگان آیس و گاهی بتاز 2195
- Upuzun, uçsuz bucaksız çöllerde gâh topallayıp meyus olarak, gâh koşup yortarak gider durur.
-
شمع نه تا پیشوای خود کند ** نیم شمعی نه که نوری کد کند
- Bir kandil yoktur ki önünde tutsun, önünü görsün... Hatta yarım bir ışık bile bulamaz ki ondan bir nur dilensin.
-
نیست عقلش تا دم زنده زند ** نیمعقلی نه که خود مرده کند
- Aklı yoktur ki dirilikten dem vursun, yarım aklı bile yoktur ki ölsün, kendisini ölü bilsin.
-
مردهی آن عاقل آید او تمام ** تا برآید از نشیب خود به بام
- O akıllıya karşı tam bir ölü hale gelsin de kendisini aşağılık yerden dama yüceltsin!
-
عقل کامل نیست خود را مرده کن ** در پناه عاقلی زندهسخن
- Tam aklın yoksa kendini ölü hale getir... Sözü diri bir akıllıya sığın.
-
زنده نی تا همدم عیسی بود ** مرده نی تا دمگه عیسی شود 2200
- Böyle olmayan adam diri değildir ki İsa’ya hemdem olsun... Ölü değildir ki İsa’nın ölüleri dirilten nefesine mazhar olsun.
-
جان کورش گام هر سو مینهد ** عاقبت نجهد ولی بر میجهد
- Kör canı her yana adım atar, sıçrar durur ama bir türlü kurtulamaz.
-
قصهی آن آبگیر و صیادان و آن سه ماهی یکی عاقل و یکی نیم عاقل وان دگر مغرور و ابله مغفل لاشی و عاقبت هر سه
- Gölcük, gölcükte balık avlayanlar, birisi akıllı, öbürü yarı akıllı, üçüncüsü de mağrur, aptal, gafil ve değersiz üç balıkla akıbetleri
-
قصهی آن آبگیرست ای عنود ** که درو سه ماهی اشگرف بود
- A inatçı, bu, içinde üç büyük balık bulunan gölcüğün hikâyesine benzer.
-
در کلیله خوانده باشی لیک آن ** قشر قصه باشد و این مغز جان
- “Kelile” de okumuşsundur ama o kabuktan ibarettir, bu anlatışımızsa canın ta içidir.
-
چند صیادی سوی آن آبگیر ** برگذشتند و بدیدند آن ضمیر
- Birkaç balıkçı, o gölcüğün yanından geçtiler, o balıkları gördüler.
-
پس شتابیدند تا دام آورند ** ماهیان واقف شدند و هوشمند 2205
- Derhal koşup ağ getirmeye gittiler. Balıklar bunu anladılar...
-
آنک عاقل بود عزم راه کرد ** عزم راه مشکل ناخواه کرد
- İçlerinden akıllı olan yola düştü; hiç de gidilmesi istenmeyen o güç yola yürüdü.
-
گفت با اینها ندارم مشورت ** که یقین سستم کنند از مقدرت
- Bunlarla danışmayayım dedi türlü, türlü fikirlerde bulunur, azmimi gevşetirler.
-
مهر زاد و بوم بر جانشان تند ** کاهلی و جهلشان بر من زند
- Yurtlarının sevgisine kapılırlar; tembellikleri, bilgisizlikleri bana da sirayet eder.
-
مشورت را زندهای باید نکو ** که ترا زنده کند وان زنده کو
- Danışmak için bir iyi ve diri kişi lâzım ki seni de diriltsin, fakat nerede öyle bir diri?