English    Türkçe    فارسی   

4
2218-2267

  • ای ز تو کس گشته جان ناکسان ** دست فضل تست در جانها رسان
  • Adam olmayanların canları, ihsanınla adam olmuştur... Canlara erişen, senin lütuf ve kerem elindir.
  • حد من این بود کردم من لیم ** زان سوی حد را نقی کن ای کریم
  • Ben aşağılık bir kişiyim... Buna kudretim yetişti. Ey kerem sahibi Allah, arıtmaya kudretim olmayan iç pisliğimi de sen temizle!
  • از حدث شستم خدایا پوست را ** از حوادث تو بشو این دوست را 2220
  • Rabbim ben pislikten derimi yıkadım, arıttım... İçimi de hâdiselerden sen yıka, arıt!
  • شخصی به وقت استنجا می‌گفت اللهم ارحنی رائحة الجنه به جای آنک اللهم اجعلنی من التوابین واجعلنی من المتطهرین کی ورد استنجاست و ورد استنجا را به وقت استنشاق می‌گفت عزیزی بشنید و این را طاقت نداشت
  • Birisinin abdest bozduktan sonra yıkanırken, temizlenirken okunacak olan “Allah’ım, beni tövbe edenlerden ve iyice temizlenenlerden et” duasını okuyacak yerde abdest alırken buruna su verildiği sırada okunan “Allah’ım sen bana cennet kokusunu koklat” duasını okuması ve duyan bir azizin dayanamaması
  • آن یکی در وقت استنجا بگفت ** که مرا با بوی جنت دار جفت
  • Birisi abdest bozduktan sonra temizlerken “Yarabbi, beni cennet kokusu ile eş et” diye dua etti.
  • گفت شخصی خوب ورد آورده‌ای ** لیک سوراخ دعا گم کرده‌ای
  • Birisi duyup dedi ki: “Güzel dua ettin ama deliği kaybetmişsin!
  • این دعا چون ورد بینی بود چون ** ورد بینی را تو آوردی به کون
  • Bu dua, abdeste buruna su verilirken okunacak dua... Sen burun duasını oturak yerini yıkarken okuyordun!”
  • رایحه‌ی جنت ز بینی یافت حر ** رایحه‌ی جنت کم آید از دبر
  • Hür kişi cennet kokusunu burnundan duyar... Hiç oturak yerinden cennet kokusu gelir mi?
  • ای تواضع برده پیش ابلهان ** وی تکبر برده تو پیش شهان 2225
  • Ey aptal kişilere karşı alçaklık gösterip de padişahlara karşı ululanan,
  • آن تکبر بر خسان خوبست و چست ** هین مرو معکوس عکسش بند تست
  • O ululuk, aşağılık adamlara karşı olursa güzeldir, iyidir... Fakat kendine gel, tersine hareket etme; bu, senin yolunu bağlar!
  • از پی سوراخ بینی رست گل ** بو وظیفه‌ی بینی آمد ای عتل
  • Gül, burun için bitti, yetişti... A hoyrat adam koku almak burnun işidir.
  • بوی گل بهر مشامست ای دلیر ** جای آن بو نیست این سوراخ زیر
  • Ey yiğit, gül kokusu burun içindir... Bu aşağıdaki delik, o kokunun yeri değildir.
  • کی ازین جا بوی خلد آید ترا ** بو ز موضع جو اگر باید ترا
  • Hiç buradan sana cennet kokusu gelir mi? Sana koku lazımsa yerinden ara!
  • هم‌چنین حب الوطن باشد درست ** تو وطن بشناس ای خواجه نخست 2230
  • Bunun gibi “Vatanı sevmek imandandır” hadisi de doğru ama hocam, önce iyice vatanı tanı!
  • گفت آن ماهی زیرک ره کنم ** دل ز رای و مشورتشان بر کنم
  • O akıllı balık dedi ki: Bir yol bulayım da gönlümü şunlarla danışmadan, şunların reyine uymadan çekip çevireyim.
  • نیست وقت مشورت هین راه کن ** چون علی تو آه اندر چاه کن
  • Kendine gel şimdi danışma zamanı değil; yola düş... Ali gibi kuyuya ah et.
  • محرم آن آه کم‌یابست بس ** شب رو و پنهان‌روی کن چون عسس
  • O ahın mahremi pek azdır... Geceleri git, hem de bekçi gibi gizlice yürü.
  • سوی دریا عزم کن زین آب‌گیر ** بحر جو و ترک این گرداب گیر
  • Bu gölcükten denize doğru git... Denizi ara, şu girdabı bırak.
  • سینه را پا ساخت می‌رفت آن حذور ** از مقام با خطر تا بحر نور 2235
  • Göğsünü ayak yaptı da yola düştü... Çekingen balık, o tehlikeli yerden ta nur denizine kadar yürüdü, denize ulaştı.
  • هم‌چو آهو کز پی او سگ بود ** می‌دود تا در تنش یک رگ بود
  • Ardına köpek düşen ceylan, hayatından bir damar bile kalsa koşar ya... İşte o da onun gibi koşmaktaydı.
  • خواب خرگوش و سگ اندر پی خطاست ** خواب خود در چشم ترسنده کجاست
  • Artık köpek varken tavşan uykusuna dalmak hatadır... Zaten korkan adamın gözüne uyku girer mi?
  • رفت آن ماهی ره دریا گرفت ** راه دور و پهنه‌ی پهنا گرفت
  • O balık gitti deniz yolunu tuttu... Pek uzun olan o yola düştü.
  • رنجها بسیار دید و عاقبت ** رفت آخر سوی امن و عافیت
  • Bir hayli zahmetler çekti, fakat sonun da emniyet ve afiyet makamına yetişti.
  • خویشتن افکند در دریای ژرف ** که نیابد حد آن را هیچ طرف 2240
  • Kendisini uçsuz bucaksız, hiçbir yandan kıyısı görünmez denize attı.
  • پس چو صیادان بیاوردند دام ** نیم‌عاقل را از آن شد تلخ کام
  • Derken balıkçılar ağ getirdiler... Yarı akıllının neşesi bozuldu, ağzının tadı kaçtı.
  • گفت اه من فوت کردم فرصه را ** چون نگشتم همره آن رهنما
  • Dedi ki: Eyvahlar olsun. Fırsatı fevt ettim, nasıl oldu da o yol gösterene arkadaş olmadım?
  • ناگهان رفت او ولیکن چونک رفت ** می‌ببایستم شدن در پی بتفت
  • O ansızın gitti... Gitti ama benim de hararetle ardına düşmem gerekti.
  • بر گذشته حسرت آوردن خطاست ** باز ناید رفته یاد آن هباست
  • Fakat geçene acınmak hatadır... Gitti mi gitti gider! Gayrı onu anmanın hiçbir faydası yoktur!
  • قصه‌ی آن مرغ گرفته کی وصیت کرد کی بر گذشته پشیمانی مخور تدارک وقت اندیش و روزگار مبر در پشیمانی
  • Tutulan kuşun, geçmiş zamana pişman olma, içinde bulunduğun vaktin kıymetini bil, bundan istifadeye çalış, pişmanlıkla vakit geçirme diye nasihati
  • آن یکی مرغی گرفت از مکر و دام ** مرغ او را گفت ای خواجه‌ی همام 2245
  • Birisi hileyle tuzağına bir kuş düşürdü. Kuş, ona dedi ki: Ey ulu hoca.
  • به تو بسی گاوان و میشان خورده‌ای ** تو بسی اشتر به قربان کرده‌ای
  • Sen birçok öküzler, koyunlar yedin... Birçok develer kurban ettin.
  • تو نگشتی سیر زانها در زمن ** هم نگردی سیر از اجزای من
  • Dünyada onlarla bile doymadın... Benimle de doymazsın sen!
  • هل مرا تا که سه پندت بر دهم ** تا بدانی زیرکم یا ابلهم
  • Beni bırak da sana üç öğüt vereyim... Bak bakalım aptal mıyım, akıllı mıyım?
  • اول آن پند هم در دست تو ** ثانیش بر بام کهگل بست تو
  • Birinci öğüdü elimdeyken vereyim, ikincisini samanla karışık balçıktan yapılma damının üstünde.
  • وآن سوم پند دهم من بر درخت ** که ازین سه پند گردی نیکبخت 2250
  • Üçüncüsünü de ağacın üstünde veririm... Bu üç öğütle bahtın iyileşir.
  • آنچ بر دستست اینست آن سخن ** که محالی را ز کس باور مکن
  • Elindeyken vereceğim öğüt şu: Olmayacak söze kim söylerse söylesin inanma.
  • بر کفش چون گفت اول پند زفت ** گشت آزاد و بر آن دیوار رفت
  • Bu ulu öğüdü elindeyken verip azat oldu, duvarın üstüne konup,
  • گفت دیگر بر گذشته غم مخور ** چون ز تو بگذشت زان حسرت مبر
  • Dedi ki: Geçmiş gitmiş şeye gam yeme... Fırsatını kaybettin mi üzülme artık!
  • بعد از آن گفتش که در جسمم کتیم ** ده درمسنگست یک در یتیم
  • Sonra “Şu küçücük bedenimde on dirhem ağırlığında paha biçilmez bir inci var.
  • دولت تو بخت فرزندان تو ** بود آن گوهر به حق جان تو 2255
  • Seni de oğullarını da devlete eriştirdi... O inci senin hakkındı...
  • فوت کردی در که روزی‌ات نبود ** که نباشد مثل آن در در وجود
  • Fakat kısmetin değilmiş, kaçırdın... Öyle bir inci dünyada bulunmaz” dedi.
  • آنچنان که وقت زادن حامله ** ناله دارد خواجه شد در غلغله
  • Adam gebe kadın doğururken nasıl feryat ederse öyle bağırmaya başladı.
  • مرغ گفتش نی نصیحت کردمت ** که مبادا بر گذشته‌ی دی غمت
  • Kuş dedi ki: Sana geçmiş şeye gam etme diye nasihat etmedim mi,
  • چون گذشت و رفت غم چون می‌خوری ** یا نکردی فهم پندم یا کری
  • Mademki geçip gitti, neden gam yersin? Ya öğüdümü anlamadın yahut da sağırsın sen.
  • وان دوم پندت بگفتم کز ضلال ** هیچ تو باور مکن قول محال 2260
  • Sonra bir de sana sapıklığa düşme olmayacak söze sakın inanma demedim mi? Bu ikinci öğüdüm değil miydi?
  • من نیم خود سه درمسنگ ای اسد ** ده درمسنگ اندرونم چون بود
  • Ben, kendim üç dirhem gelmem aslanım... İçinde on dirhemlik inci nasıl bulunur?
  • خواجه باز آمد به خود گفتا که هین ** باز گو آن پند خوب سیومین
  • Adam, bu söz üzerine kendine geldi, hadi dedi... o üçüncü güzel öğüdü de ver bakalım!
  • گفت آری خوش عمل کردی بدان ** تا بگویم پند ثالث رایگان
  • Kuş dedi ki: Evet. Allah için o ikisini iyi tuttun da üçüncüsünü sana bedava söyleyeceğim ha!
  • پند گفتن با جهول خوابناک ** تخت افکندن بود در شوره خاک
  • Uykuya dalmış bilgisiz kişiye öğüt vermek, çorak yere tohum saçmaktır.
  • چاک حمق و جهل نپذیرد رفو ** تخم حکمت کم دهش ای پندگو 2265
  • Aptallık ve bilgisizlik yırtığı yama kabul etmez... Ey öğütçü, ona hikmet tohumunu pek saçma.
  • چاره اندیشیدن آن ماهی نیم‌عاقل و خود را مرده کردن
  • O yarı akıllı balığın kurtulmak için bir çare düşünmesi ve kendisini ölü göstermesi
  • گفت ماهی دگر وقت بلا ** چونک ماند از سایه‌ی عاقل جدا
  • Öbür balık, o belâ çağında aklının gölgesinden ayrı düştü de dedi ki:
  • کو سوی دریا شد و از غم عتیق ** فوت شد از من چنان نیکو رفیق
  • O, denize vardı, gamdan azat oldu... Ben öyle bir iyi arkadaştan ayrıldım.