-
آن یکی در وقت استنجا بگفت ** که مرا با بوی جنت دار جفت
- Birisi abdest bozduktan sonra temizlerken “Yarabbi, beni cennet kokusu ile eş et” diye dua etti.
-
گفت شخصی خوب ورد آوردهای ** لیک سوراخ دعا گم کردهای
- Birisi duyup dedi ki: “Güzel dua ettin ama deliği kaybetmişsin!
-
این دعا چون ورد بینی بود چون ** ورد بینی را تو آوردی به کون
- Bu dua, abdeste buruna su verilirken okunacak dua... Sen burun duasını oturak yerini yıkarken okuyordun!”
-
رایحهی جنت ز بینی یافت حر ** رایحهی جنت کم آید از دبر
- Hür kişi cennet kokusunu burnundan duyar... Hiç oturak yerinden cennet kokusu gelir mi?
-
ای تواضع برده پیش ابلهان ** وی تکبر برده تو پیش شهان 2225
- Ey aptal kişilere karşı alçaklık gösterip de padişahlara karşı ululanan,
-
آن تکبر بر خسان خوبست و چست ** هین مرو معکوس عکسش بند تست
- O ululuk, aşağılık adamlara karşı olursa güzeldir, iyidir... Fakat kendine gel, tersine hareket etme; bu, senin yolunu bağlar!
-
از پی سوراخ بینی رست گل ** بو وظیفهی بینی آمد ای عتل
- Gül, burun için bitti, yetişti... A hoyrat adam koku almak burnun işidir.
-
بوی گل بهر مشامست ای دلیر ** جای آن بو نیست این سوراخ زیر
- Ey yiğit, gül kokusu burun içindir... Bu aşağıdaki delik, o kokunun yeri değildir.
-
کی ازین جا بوی خلد آید ترا ** بو ز موضع جو اگر باید ترا
- Hiç buradan sana cennet kokusu gelir mi? Sana koku lazımsa yerinden ara!
-
همچنین حب الوطن باشد درست ** تو وطن بشناس ای خواجه نخست 2230
- Bunun gibi “Vatanı sevmek imandandır” hadisi de doğru ama hocam, önce iyice vatanı tanı!
-
گفت آن ماهی زیرک ره کنم ** دل ز رای و مشورتشان بر کنم
- O akıllı balık dedi ki: Bir yol bulayım da gönlümü şunlarla danışmadan, şunların reyine uymadan çekip çevireyim.
-
نیست وقت مشورت هین راه کن ** چون علی تو آه اندر چاه کن
- Kendine gel şimdi danışma zamanı değil; yola düş... Ali gibi kuyuya ah et.
-
محرم آن آه کمیابست بس ** شب رو و پنهانروی کن چون عسس
- O ahın mahremi pek azdır... Geceleri git, hem de bekçi gibi gizlice yürü.
-
سوی دریا عزم کن زین آبگیر ** بحر جو و ترک این گرداب گیر
- Bu gölcükten denize doğru git... Denizi ara, şu girdabı bırak.
-
سینه را پا ساخت میرفت آن حذور ** از مقام با خطر تا بحر نور 2235
- Göğsünü ayak yaptı da yola düştü... Çekingen balık, o tehlikeli yerden ta nur denizine kadar yürüdü, denize ulaştı.
-
همچو آهو کز پی او سگ بود ** میدود تا در تنش یک رگ بود
- Ardına köpek düşen ceylan, hayatından bir damar bile kalsa koşar ya... İşte o da onun gibi koşmaktaydı.
-
خواب خرگوش و سگ اندر پی خطاست ** خواب خود در چشم ترسنده کجاست
- Artık köpek varken tavşan uykusuna dalmak hatadır... Zaten korkan adamın gözüne uyku girer mi?
-
رفت آن ماهی ره دریا گرفت ** راه دور و پهنهی پهنا گرفت
- O balık gitti deniz yolunu tuttu... Pek uzun olan o yola düştü.
-
رنجها بسیار دید و عاقبت ** رفت آخر سوی امن و عافیت
- Bir hayli zahmetler çekti, fakat sonun da emniyet ve afiyet makamına yetişti.
-
خویشتن افکند در دریای ژرف ** که نیابد حد آن را هیچ طرف 2240
- Kendisini uçsuz bucaksız, hiçbir yandan kıyısı görünmez denize attı.
-
پس چو صیادان بیاوردند دام ** نیمعاقل را از آن شد تلخ کام
- Derken balıkçılar ağ getirdiler... Yarı akıllının neşesi bozuldu, ağzının tadı kaçtı.
-
گفت اه من فوت کردم فرصه را ** چون نگشتم همره آن رهنما
- Dedi ki: Eyvahlar olsun. Fırsatı fevt ettim, nasıl oldu da o yol gösterene arkadaş olmadım?
-
ناگهان رفت او ولیکن چونک رفت ** میببایستم شدن در پی بتفت
- O ansızın gitti... Gitti ama benim de hararetle ardına düşmem gerekti.
-
بر گذشته حسرت آوردن خطاست ** باز ناید رفته یاد آن هباست
- Fakat geçene acınmak hatadır... Gitti mi gitti gider! Gayrı onu anmanın hiçbir faydası yoktur!
-
قصهی آن مرغ گرفته کی وصیت کرد کی بر گذشته پشیمانی مخور تدارک وقت اندیش و روزگار مبر در پشیمانی
- Tutulan kuşun, geçmiş zamana pişman olma, içinde bulunduğun vaktin kıymetini bil, bundan istifadeye çalış, pişmanlıkla vakit geçirme diye nasihati
-
آن یکی مرغی گرفت از مکر و دام ** مرغ او را گفت ای خواجهی همام 2245
- Birisi hileyle tuzağına bir kuş düşürdü. Kuş, ona dedi ki: Ey ulu hoca.
-
به تو بسی گاوان و میشان خوردهای ** تو بسی اشتر به قربان کردهای
- Sen birçok öküzler, koyunlar yedin... Birçok develer kurban ettin.
-
تو نگشتی سیر زانها در زمن ** هم نگردی سیر از اجزای من
- Dünyada onlarla bile doymadın... Benimle de doymazsın sen!
-
هل مرا تا که سه پندت بر دهم ** تا بدانی زیرکم یا ابلهم
- Beni bırak da sana üç öğüt vereyim... Bak bakalım aptal mıyım, akıllı mıyım?
-
اول آن پند هم در دست تو ** ثانیش بر بام کهگل بست تو
- Birinci öğüdü elimdeyken vereyim, ikincisini samanla karışık balçıktan yapılma damının üstünde.
-
وآن سوم پند دهم من بر درخت ** که ازین سه پند گردی نیکبخت 2250
- Üçüncüsünü de ağacın üstünde veririm... Bu üç öğütle bahtın iyileşir.
-
آنچ بر دستست اینست آن سخن ** که محالی را ز کس باور مکن
- Elindeyken vereceğim öğüt şu: Olmayacak söze kim söylerse söylesin inanma.
-
بر کفش چون گفت اول پند زفت ** گشت آزاد و بر آن دیوار رفت
- Bu ulu öğüdü elindeyken verip azat oldu, duvarın üstüne konup,
-
گفت دیگر بر گذشته غم مخور ** چون ز تو بگذشت زان حسرت مبر
- Dedi ki: Geçmiş gitmiş şeye gam yeme... Fırsatını kaybettin mi üzülme artık!
-
بعد از آن گفتش که در جسمم کتیم ** ده درمسنگست یک در یتیم
- Sonra “Şu küçücük bedenimde on dirhem ağırlığında paha biçilmez bir inci var.
-
دولت تو بخت فرزندان تو ** بود آن گوهر به حق جان تو 2255
- Seni de oğullarını da devlete eriştirdi... O inci senin hakkındı...
-
فوت کردی در که روزیات نبود ** که نباشد مثل آن در در وجود
- Fakat kısmetin değilmiş, kaçırdın... Öyle bir inci dünyada bulunmaz” dedi.
-
آنچنان که وقت زادن حامله ** ناله دارد خواجه شد در غلغله
- Adam gebe kadın doğururken nasıl feryat ederse öyle bağırmaya başladı.
-
مرغ گفتش نی نصیحت کردمت ** که مبادا بر گذشتهی دی غمت
- Kuş dedi ki: Sana geçmiş şeye gam etme diye nasihat etmedim mi,
-
چون گذشت و رفت غم چون میخوری ** یا نکردی فهم پندم یا کری
- Mademki geçip gitti, neden gam yersin? Ya öğüdümü anlamadın yahut da sağırsın sen.
-
وان دوم پندت بگفتم کز ضلال ** هیچ تو باور مکن قول محال 2260
- Sonra bir de sana sapıklığa düşme olmayacak söze sakın inanma demedim mi? Bu ikinci öğüdüm değil miydi?
-
من نیم خود سه درمسنگ ای اسد ** ده درمسنگ اندرونم چون بود
- Ben, kendim üç dirhem gelmem aslanım... İçinde on dirhemlik inci nasıl bulunur?
-
خواجه باز آمد به خود گفتا که هین ** باز گو آن پند خوب سیومین
- Adam, bu söz üzerine kendine geldi, hadi dedi... o üçüncü güzel öğüdü de ver bakalım!
-
گفت آری خوش عمل کردی بدان ** تا بگویم پند ثالث رایگان
- Kuş dedi ki: Evet. Allah için o ikisini iyi tuttun da üçüncüsünü sana bedava söyleyeceğim ha!
-
پند گفتن با جهول خوابناک ** تخت افکندن بود در شوره خاک
- Uykuya dalmış bilgisiz kişiye öğüt vermek, çorak yere tohum saçmaktır.
-
چاک حمق و جهل نپذیرد رفو ** تخم حکمت کم دهش ای پندگو 2265
- Aptallık ve bilgisizlik yırtığı yama kabul etmez... Ey öğütçü, ona hikmet tohumunu pek saçma.
-
چاره اندیشیدن آن ماهی نیمعاقل و خود را مرده کردن
- O yarı akıllı balığın kurtulmak için bir çare düşünmesi ve kendisini ölü göstermesi
-
گفت ماهی دگر وقت بلا ** چونک ماند از سایهی عاقل جدا
- Öbür balık, o belâ çağında aklının gölgesinden ayrı düştü de dedi ki:
-
کو سوی دریا شد و از غم عتیق ** فوت شد از من چنان نیکو رفیق
- O, denize vardı, gamdan azat oldu... Ben öyle bir iyi arkadaştan ayrıldım.
-
لیک زان نندیشم و بر خود زنم ** خویشتن را این زمان مرده کنم
- Fakat artık onu düşünmeyeyim de kendi kendime bir çare bulayım... Şimdi kendimi ölü göstereyim ben...
-
پس برآرم اشکم خود بر زبر ** پشت زیر و میروم بر آب بر
- Suyun üstüne çıkıp karnımı yukarıya, sırtı mı aşağıya verip kendimi salı vereyim... Su, nereye götürürse gideyim.
-
میروم بر وی چنانک خس رود ** نی بسباحی چنانک کس رود 2270
- Yüzen kişi gibi değil de âdeta bir saman çöpü gibi su üstünde sürükleneyim.