English    Türkçe    فارسی   

4
2385-2434

  • مدتی حس را بشو ز آب عیان ** این چنین دان جامه‌شوی صوفیان 2385
  • Bir zaman duygunu görüş suyuyla yıka... Sofilerin çamaşır yıkamaları budur, böyledir... Bunu böyle bil.
  • چون شدی تو پاک پرده بر کند ** جان پاکان خویش بر تو می‌زند
  • Sen temizlendin mi perde yırtılır... Pak kişilerin canları sana görünmeye başlar.
  • جمله عالم گر بود نور و صور ** چشم را باشد از آن خوبی خبر
  • Bütün âlem nurla, suretlerle dolsa o güzellikten ancak göz haberdar olur.
  • چشم بستی گوش می‌آری به پیش ** تا نمایی زلف و رخساره‌ی به تیش
  • Gözünü yumar da bir güzelin zülfünü, yüzünü görmek için kulağını açarsan,
  • گوش گوید من به صورت نگروم ** صورت ار بانگی زند من بشنوم
  • Kulak der ki: Ben sureti göremem... Ancak suret, bir ses verirse o sesi duyarım.
  • عالمم من لکی اندر فن خویش ** فن من جز حرف و صوتی نیست بیش 2390
  • Bilirim, bilirim ama kendime ait olan şeyleri bilirim... Bana ait şey de harften, sesten başka bir şey değildir.
  • هین بیا بینی ببین این خوب را ** نیست در خور بینی این مطلوب را
  • Kendine gel, hadi ey burun... Şu güzeli gör, desen imkânı yok; burunda bu kabiliyet yoktur.
  • گر بود مشک و گلابی بو برم ** فن من اینست و علم و مخبرم
  • Sana der ki: Mis yahut gülsuyu olursa koklarım... Benim işim budur, bilgim bu kadardır.
  • کی ببینم من رخ آن سیم‌ساق ** هین مکن تکلیف ما لیس یطاق
  • Ben o baldırı gümüşe benzeyen güzeli nasıl görürüm? Aklını başını devşir de yapamayacağım şeyi teklif etme bana!
  • باز حس کژ نبیند غیر کژ ** خواه کژ غژ پیش او یا راست غژ
  • İğri duyguda iğriden başka bir şey göremez... Onun önüne ister eğri getir, ister doğru.
  • چشم احول از یکی دیدن یقین ** دانک معزولست ای خواجه معین 2395
  • Hocam şaşı göz bil ki tek göremez.
  • تو که فرعونی همه مکری و زرق ** مر مرا از خود نمی‌دانی تو فرق
  • Sen de Firavunsun... Tepeden tırnağa kadar hile ve riyadan ibaretsin... Onun beni kendinden farklı görmemektesin.
  • منگر از خود در من ای کژباز تو ** تا یکی تو را نبینی تو دوتو
  • A iğri görüşlü, sen bana kendi gözünle bakma, benim gözümle bak da biri, iki görme!
  • بنگر اندر من ز من یک ساعتی ** تا ورای کون بینی ساحتی
  • Bana, bir an olsun benim gözümle bak da varlıktan öte bir meydan gör.
  • وا رهی از تنگی و از ننگ و نام ** عشق اندر عشق بینی والسلام
  • Darlıktan da kurtul, addan, şöhretten de... Aşk içinden aşk gör vesselam.
  • پس بدانی چونک رستی از بدن ** گوش و بینی چشم می‌داند شدن 2400
  • Bil ki beden çerçevesinden kurtuldun mu kulağın da göz olur, burnun da.
  • راست گفتست آن شه شیرین‌زبان ** چشم گرد مو به موی عارفان
  • O tatlı dilli padişah doğru söylemiştir: Ariflerin her kılı göz kesilir.
  • چشم را چشمی نبود اول یقین ** در رحم بود او جنین گوشتین
  • Göz evvelce göz değildi... O, rahimde bir et parçasından ibaretti.
  • علت دیدن مدان پیه ای پسر ** ورنه خواب اندر ندیدی کس صور
  • Yağ parçası görmeye sebep olmaz oğlum... Öyle olsaydı hiç kimse rüyada görülen şeyleri göremezdi.
  • آن پری و دیو می‌بیند شبیه ** نیست اندر دیدگاه هر دو پیه
  • Mesela şeytan ve peri de görür... Fakat ikisinin gözünde yağ parçasına benzer bir şey yoktur.
  • نور را با پیه خود نسبت نبود ** نسبتش بخشید خلاق ودود 2405
  • Nurun yağla ne münasebeti var? Fakat yaratıcı sevgi ihsan edici Allah bu münasebeti bağışlamıştır işte!
  • آدمست از خاک کی ماند به خاک ** جنیست از نار بی‌هیچ اشتراک
  • İnsan topraktan yaratılmıştır, fakat toprağa benzemez ki... Cinlerin ateşle bir münasebeti yoktur; fakat onlar da ateşten yaratılmışlardır.
  • نیست مانندای آتش آن پری ** گر چه اصلش اوست چون می‌بنگری
  • Perinin aslı ateştir; fakat dikkat edersen ateşe hiç benzemez.
  • مرغ از بادست و کی ماند به باد ** نامناسب را خدا نسبت به داد
  • Kuş, havadan yaratılmış olmakla beraber havaya nereden benzer? Allah, münasebeti olmayan şeylere münasebet verdi.
  • نسبت این فرعها با اصلها ** هست بی‌چون ار چه دادش وصلها
  • Bu feri’lerin asıllarıyla münasebeti vardır... Allah onlara bu münasebeti vermiştir; fakat bu münasebete akıl ermez, keyfiyeti bilinmez!
  • آدمی چون زاده‌ی خاک هباست ** این پسر را با پدر نسبت کجاست 2410
  • İnsan hiçbir değeri olmayan topraktan meydana gelmiştir... Fakat bu oğlun, babası ile ne münasebeti var?
  • نسبتی گر هست مخفی از خرد ** هست بی‌چون و خرد کی پی برد
  • Bir münasebeti varsa bile akıldan gizlidir, keyfiyetine akıl ermez; akıl nereden bu münasebeti izleyecek bulacak?
  • باد را بی چشم اگر بینش نداد ** فرق چون می‌کرد اندر قوم عاد
  • Yele göz vermemiş olsaydı Ad kavmini nasıl fark ederdi?
  • چون همی دانست مومن از عدو ** چون همی دانست می را از کدو
  • Mümini nasıl olur da düşmandan ayırt eder... Şarabı, nasıl olur da testiden fark ederdi?
  • آتش نمرود را گر چشم نیست ** با خلیلش چون تجشم کردنیست
  • Nemrut’un yaktığı ateşe göz olmasaydı Halil’e nasıl olur da, kendisini zahmetlere sokup saygı gösterirdi?
  • گر نبودی نیل را آن نور و دید ** از چه قبطی را ز سبطی می‌گزید 2415
  • Nil’in gözü olmasaydı, görmeseydi, Kıpti ile İsrail oğullarını nasıl ayırt edebilirdi?
  • گرنه کوه و سنگ با دیدار شد ** پس چرا داود را او یار شد
  • Dağda taşta görüş yoktu da nasıl Davut’a yar oldu?
  • این زمین را گر نبودی چشم جان ** از چه قارون را فرو خورد آنچنان
  • Bu yeryüzünün can gözü yoktu da Karun’u neden öyle sömürüp yuttu?
  • گر نبودی چشم دل حنانه را ** چون بدیدی هجر آن فرزانه را
  • Hannane direğinin gönül gözü olmasaydı o tek kişinin, o eşsiz erin ayrılığını görür müydü?
  • سنگ‌ریزه گر نبودی دیده‌ور ** چون گواهی دادی اندر مشت در
  • Kırık taşlar, görmeselerdi avuç içinde nasıl şahadet ederlerdi?
  • ای خرد بر کش تو پر و بالها ** سوره بر خوان زلزلت زلزالها 2420
  • A akıl, sen kanatlarını aç da “İza zülziletil arzu zilzaleha” suresini oku!
  • در قیامت این زمین بر نیک و بد ** کی ز نادیده گواهیها دهد
  • Kıyamet günü bu yeryüzü, görmeseydi iyiye kötüye nasıl şahadet ederdi ki?
  • که تحدث حالها و اخبارها ** تظهر الارض لنا اسرارها
  • Hâlbuki halini, kendisinde olan haberleri söyleyecek... Yeryüzü bize sırlarını açacak.
  • این فرستادن مرا پیش تو میر ** هست برهانی که بد مرسل خبیر
  • Beni senin gibi bir padişaha göndermesi de bir delildir... Gönderen bilir ki.
  • کین چنین دارو چنین ناسور را ** هست درخور از پی میسور را
  • Böyle bir illete böyle bir ilaç lazım bu ilaç, o umulmaz yarayı kolayca iyileştirecek elbet.
  • واقعاتی دیده بودی پیش ازین ** که خدا خواهد مرا کردن گزین 2425
  • Bundan önce rüyalar görmüştüm... Allah’ın beni seçip göndereceğini anlamıştın.
  • من عصا و نور بگرفته به دست ** شاخ گستاخ ترا خواهم شکست
  • Ben elime asayı ve nuru alacak, senin gibi bir küstahın boynuzunu kıracaktım.
  • واقعات سهمگین از بهر این ** گونه گونه می‌نمودت رب دین
  • Bunun için kıyamet gününün sahibi olan Allah sana çeşit çeşit rüyalar gösteriyordu.
  • در خور سر بد و طغیان تو ** تا بدانی کوست درخوردان تو
  • Bunlar senin kötü içine, azgınlığına layık rüyalardı. Bunların sana, senin haline tam uygun olduğunu bildirmek diliyordu.
  • تا بدانی کو حکیمست و خبیر ** مصلح امراض درمان‌ناپذیر
  • Allah, sana bunları gösteriyordu ki onun hikmet sahibi ve her şeyden haberdar, aynı zamanda derman kabul etmez dertlerin dermanını ihsan eder bir Allah olduğunu bilesin.
  • تو به تاویلات می‌گشتی از آن ** کور و گر کین هست از خواب گران 2430
  • Fakat sen bu rüyaları tevile kalkıştın... Kör ve sağır kesildin, bunlar; ağır uykudan meydana gelen hayaller dedin.
  • وآن طبیب و آن منجم در لمع ** دید تعبیرش بپوشید از طمع
  • Doktorlarla müneccimler de kendilerinde olan nur pırıltısı ile tabirini gördüler, fakat tamahlarından hakikati söylemediler.
  • گفت دور از دولت و از شاهیت ** که درآید غصه در آگاهیت
  • Kederlenmek, devletine bir gussa gelmek, senin devletinden, padişahlığından uzaktır.
  • از غذای مختلف یا از طعام ** طبع شوریده همی‌بیند منام
  • Ya çeşitli gıdalardan yahut yemekten insan, hep böyle rüyalar görür dediler.
  • زانک دید او که نصیحت‌جو نه‌ای ** تند و خون‌خواری و مسکین‌خو نه‌ای
  • Çünkü gördüler ki sen öğüt istemiyorsun, kaba ve hoyratsın, kan içicisin... Yok, yoksul huylu değilsin!