-
که هزاران خانه از یک نقد گنج ** توان عمارت کرد بیتکلیف و رنج
- Çünkü bu hazinenin ele geçecek bir parasıyla zahmetsiz, meşakkatsiz binlerce ev yapılabilir.
-
عاقبت این خانه خود ویران شود ** گنج از زیرش یقین عریان شود
- Nihayet bu ev zaten viran olacak, altındaki hazine de apaçık meydana çıkacak!
-
لیک آن تو نباشد زانک روح ** مزد ویران کردنستش آن فتوح
- Fakat o vakit hazine senin olmaz, çünkü o ele geçen ganimet, ruhun evi yıkma ücretidir.
-
چون نکرد آن کار مزدش هست لا ** لییس للانسان الا ما سعی 2545
- insan, ancak çalıştığını kazanır. o işten hiçbir ücrete sahip olamayınca,
-
دست خایی بعد از آن تو کای دریغ ** این چنین ماهی بد اندر زیر میغ
- Artık, eyvanlar olsun., böyle bir ay bulut altındaymış da görmedim!
-
من نکردم آنچ گفتند از بهی ** گنج رفت و خانه و دستم تهی
- İyilik edip bana söylenen sözleri tutmadım, attık hazine gitti, elim bomboş diye elini ısırır, hayıflanır durursun!
-
خانهی اجرت گرفتی و کری ** نیست ملک تو به بیعی یا شری
- Meselâ; sen ücretle bir ev kiralarsın, fakat o evi satın alsan bile senin mülkün değildir ki!
-
این کری را مدت او تا اجل ** تا درین مدت کنی در وی عمل
- Bu evde iş işleyesin diye kira müddeti, eceline kadardır.
-
پارهدوزی میکنی اندر دکان ** زیر این دکان تو مدفون دو کان 2550
- Dükkânda eskicilik, yamacılık edersin, fakat bu dükkânının altında iki maden gömülüdür!
-
هست این دکان کرایی زود باش ** تیشه بستان و تکش را میتراش
- Bu dükkân kiralıktır. Çabuk ol, kazmayı al da dibini kaz!
-
تا که تیشه ناگهان بر کان نهی ** از دکان و پارهدوزی وا رهی
- Birdenbire kazma madene rastlasın da dükkândan da kurtul, yamacılıktan da!
-
پارهدوزی چیست خورد آب و نان ** میزنی این پاره بر دلق گران
- Yamacılık dediğin nedir? Su içmek, yemek yemek, bu yamalarla köhne hırkanı yamar durursun!
-
هر زمان میدرد این دلق تنت ** پاره بر وی میزنی زین خوردنت
- Bu beden hırkası daima yırtılır. Sen de bu yemekle, içmekle onu yamarsın!
-
ای ز نسل پادشاه کامیار ** با خود آ زین پارهدوزی ننگ دار 2555
- Ey talihi yaver padişah soyundan gelen, kendine gel de yamacılıktan utan!
-
پارهای بر کن ازین قعر دکان ** تا برآرد سر به پیش تو دو کان
- Bu dükkânın dibini bir parçacık kaz da o iki maden, başını yüceltsin!
-
پیش از آن کین مهلت خانهی کری ** آخر آید تو نخورده زو بری
- Bu kiralık evin kira müddeti bitmeden kendine gel. Yoksa bu müddet biter, sen de ondan bir fayda elde edemezsin!
-
پس ترا بیرون کند صاحب دکان ** وین دکان را بر کند از روی کان
- Sonra dükkân sahibi, seni dükkândan çıkarır; bu dükkânı da hazineyi elde etmek için yıkar.
-
تو ز حسرت گاه بر سر میزنی ** گاه ریش خام خود بر میکنی
- Sen gâh hasretle başına vurursun; gâh ham sakalını yolar durursun!
-
کای دریغا آن من بود این دکان ** کور بودم بر نخوردم زین مکان 2560
- Yazıklar olsun; bu dükkân benimdi. Kör müydüm ki buradan bir fayda elde etmedim!
-
ای دریغا بود ما را برد باد ** تا ابد یا حسرتا شد للعباد
- Yazıklar olsun, bu bizimdi yel götürdü! Biz kullara da ebediyen hasretlere düşüp eyvahlar olsun demek kaldı dersin!
-
غره شدن آدمی به ذکاوت و تصویرات طبع خویشتن و طلب ناکردن علم غیب کی علم انبیاست
- İnsanın, yaradılışında olan zekâ ve düşüncelerine aldanarak peygamberlerin bilgisi olan gayb bilgisini istememesi
-
دیدم اندر خانه من نقش و نگار ** بودم اندر عشق خانه بیقرار
- Ben evde bir süs, bir nakış gördüm de o evin sevgisiyle kararsız bir hale geldim;
-
بودم از گنج نهانی بیخبر ** ورنه دستنبوی من بودی تبر
- Gizli hazineden haberim bile olmadı., yoksa kazma, elimde çiçek demeti kesilirdi!
-
آه گر داد تبر را دادمی ** این زمان غم را تبرا دادمی
- Ah, o zaman kazmanın hakkını verseydim şimdi gamdan kurtulmuş olurdum!
-
چشم را بر نقش میانداختم ** همچو طفلان عشقها میباختم 2565
- Gözümü nakşa, takmış, çocuklar gibi aşk oyunlarına dalıp kalmıştım!
-
پس نکو گفت آن حکیم کامیار ** که تو طفلی خانه پر نقش و نگار
- O muradına erişmiş hakim, sen bir çocuksun. Evde nakışlarla, suretlerle dolu diyerek ne de doğru, ne de güzel söylemiştir.
-
در الهینامه بس اندرز کرد ** که بر آر دودمان خویش گرد
- İlâhiname de çok vasiyetlerde bulunmuş, tozu dumana ver, varlığının kökünü kazı demiştir.
-
بس کن ای موسی بگو وعدهی سوم ** که دل من ز اضطرابش گشت گم
- Firavun ey Musa dedi; kâfi, gönlüm, ıstıraptan eridi gitti., artık üçüncü vadini söyle!
-
گفت موسی آن سوم ملک دوتو ** دو جهانی خالص از خصم و عدو
- Musa dedi ki; üçüncüsü şu: Devletin iki kat artar, iki âlemin de düşmandan arınmış devlet ve saltanatına nail olursun!
-
بیشتر زان ملک که اکنون داشتی ** کان بد اندر جنگ و این در آشتی 2570
- Şimdiki devlet ve ikbalinden daha fazla devlete, ikbale ve ülkelere sahip olursun. Şimdiki devletin savaş içindedir, o devlet sulh ve huzur içinde!
-
آنک در جنگت چنان ملکی دهد ** بنگر اندر صلح خوانت چون نهد
- Savaş âleminde sana böyle bir devlet ve ülke ihsan eden, bir gör de bak, sulhta ülkene nasıl bir sofra kurar!
-
آن کرم که اندر جفا آنهات داد ** در وفا بنگر چه باشد افتقاد
- Keremiyle cefa zamanında onları veren, vefa zamanında seni nasıl görüp gözetir, arayıp yoklar, bir bak da gör!
-
گفت ای موسی چهارم چیست زود ** بازگو صبرم شد و حرصم فزود
- Firavun, ey Musa, dördüncüsü nedir? Çabuk söyle, çünkü sabrım yetti, hırsım arttı dedi.
-
گفت چارم آنک مانی تو جوان ** موی همچون قیر و رخ چون ارغوان
- Musa dedi ki: Daima genç kalırsın, daima saçın, sakalın katran gibi siyah, yüzün erguvan gibi kırmızı olur.
-
رنگ و بو در پیش ما بس کاسدست ** لیک تو پستی سخن کردیم پست 2575
- Bizce rengin, kokunun değeri yoktur. Fakat sen aşağılıksın, onun için aşağı âlemden konuşuyorum!
-
افتخار از رنگ و بو و از مکان ** هست شادی و فریب کودکان
- Renkle, kokuyla, mevkile öğünmek, çocukları sevindirir, aldatır!
-
بیان این خبر کی کلموا الناس علی قدر عقولهم لا علی قدر عقولکم حتی لا یکذبوا الله و رسوله
- Halka, kendi aklınız miktarınca değil, onların akılları miktarınca söz söyleyin ki Allah’a ve Peygamber'ine yalan demesinler hadisi
-
چونک با کودک سر و کارم فتاد ** هم زبان کودکان باید گشاد
- İşim çocuğa düştü., gayri çocukların ağzını kullanmam lâzım!
-
که برو کتاب تا مرغت خرم ** یا مویز و جوز و فستق آورم
- Mektebe git de sana kuş alayım yahut kuru "üzüm, ceviz ve fıstık getireyim diyeyim!
-
جز شباب تن نمیدانی به کیر ** این جوانی را بگیر ای خر شعیر
- Sen beden gençliğinden başka bir şey bilmiyorsun ya, al işte bu gençliği, a eşek, nah sana arpa
-
هیچ آژنگی نیفتد بر رخت ** تازه ماند آن شباب فرخت 2580
- Yüzün hiç buruşmaz, pörsümez. Kutlu gençliğin hep bu halde kalır.
-
نه نژند پیریت آید برو ** نه قد چون سرو تو گردد دوتو
- Ona ne ihtiyarlık buruşması gelir, ne de selvi ye benzeyen boyun iki kat olur!
-
نه شود زور جوانی از تو کم ** نه به دندانها خللها یا الم
- Ne sendeki gençliğin kuvveti azalır, ne dişlerin, ağrır, sallanır!
-
نه کمی در شهوت و طمث و بعال ** که زنان را آید از ضعفت ملال
- Kadınların erkekten nefretine sebep olan gevşekliği, kadına yaklaşmamak derdini görmezsin!
-
آنچنان بگشایدت فر شباب ** که گشود آن مژدهی عکاشه باب
- Gençlik çağının parlaklığı seni öyle bir açar, neşelendirir ki Ukâşe'nin müjdesi de Peygamber'i öyle-açmış, öyle neşelendirmişti işte!
-
قوله علیه السلام من بشرنی بخروج صفر بشرته بالجنة
- Saferin çıktığını kim müjdelerse ona cennet müjdesi vereceğim buyurması
-
احمد آخر زمان را انتقال ** در ربیع اول آید بی جدال 2585
- Ahir zaman Peygamberi Ahmed, Rebiyülevvel ayında göçtü, bunda hiç ihtilâf yoktur.
-
چون خبر یابد دلش زین وقت نقل ** عاشق آن وقت گردد او به عقل
- Gönlü, bu göç zamanını haber alınca can ve gönülden o vakta âşık oldu.
-
چون صفر آید شود شاد از صفر ** که پس این ماه میسازم سفر
- Safer gelince, bu ay bitince sefer edeceğim diye-neşelendi.
-
هر شبی تا روز زین شوق هدی ** ای رفیق راه اعلی میزدی
- Her gece bu buluşmanın iştiyakıyla sabahlara kadar "Ey yücelerden yüce arkadaş!" der dururdu!
-
گفت هر کس که مرا مژده دهد ** چون صفر پای از جهان بیرون نهد
- "Bana kim safer ayı çıktı diye müjde verirse._x000D_
-
که صفر بگذشت و شد ماه ربیع ** مژدهور باشم مر او را و شفیع 2590
- Kim safer gitti, Rebiyyülevvel geldi diye beni muştularsa ben de onu cennetle muştular, ona şefaatçi olurum dedi."
-
گفت عکاشه صفر بگذشت و رفت ** گفت که جنت ترا ای شیر زفت
- Ukâşe gelip müjde dedi., safer çıktı gitti. Peygamber de "Ey ulu aslan, cennet senindir" buyurdu