-
بودم از گنج نهانی بیخبر ** ورنه دستنبوی من بودی تبر
- Gizli hazineden haberim bile olmadı., yoksa kazma, elimde çiçek demeti kesilirdi!
-
آه گر داد تبر را دادمی ** این زمان غم را تبرا دادمی
- Ah, o zaman kazmanın hakkını verseydim şimdi gamdan kurtulmuş olurdum!
-
چشم را بر نقش میانداختم ** همچو طفلان عشقها میباختم 2565
- Gözümü nakşa, takmış, çocuklar gibi aşk oyunlarına dalıp kalmıştım!
-
پس نکو گفت آن حکیم کامیار ** که تو طفلی خانه پر نقش و نگار
- O muradına erişmiş hakim, sen bir çocuksun. Evde nakışlarla, suretlerle dolu diyerek ne de doğru, ne de güzel söylemiştir.
-
در الهینامه بس اندرز کرد ** که بر آر دودمان خویش گرد
- İlâhiname de çok vasiyetlerde bulunmuş, tozu dumana ver, varlığının kökünü kazı demiştir.
-
بس کن ای موسی بگو وعدهی سوم ** که دل من ز اضطرابش گشت گم
- Firavun ey Musa dedi; kâfi, gönlüm, ıstıraptan eridi gitti., artık üçüncü vadini söyle!
-
گفت موسی آن سوم ملک دوتو ** دو جهانی خالص از خصم و عدو
- Musa dedi ki; üçüncüsü şu: Devletin iki kat artar, iki âlemin de düşmandan arınmış devlet ve saltanatına nail olursun!
-
بیشتر زان ملک که اکنون داشتی ** کان بد اندر جنگ و این در آشتی 2570
- Şimdiki devlet ve ikbalinden daha fazla devlete, ikbale ve ülkelere sahip olursun. Şimdiki devletin savaş içindedir, o devlet sulh ve huzur içinde!
-
آنک در جنگت چنان ملکی دهد ** بنگر اندر صلح خوانت چون نهد
- Savaş âleminde sana böyle bir devlet ve ülke ihsan eden, bir gör de bak, sulhta ülkene nasıl bir sofra kurar!
-
آن کرم که اندر جفا آنهات داد ** در وفا بنگر چه باشد افتقاد
- Keremiyle cefa zamanında onları veren, vefa zamanında seni nasıl görüp gözetir, arayıp yoklar, bir bak da gör!
-
گفت ای موسی چهارم چیست زود ** بازگو صبرم شد و حرصم فزود
- Firavun, ey Musa, dördüncüsü nedir? Çabuk söyle, çünkü sabrım yetti, hırsım arttı dedi.
-
گفت چارم آنک مانی تو جوان ** موی همچون قیر و رخ چون ارغوان
- Musa dedi ki: Daima genç kalırsın, daima saçın, sakalın katran gibi siyah, yüzün erguvan gibi kırmızı olur.
-
رنگ و بو در پیش ما بس کاسدست ** لیک تو پستی سخن کردیم پست 2575
- Bizce rengin, kokunun değeri yoktur. Fakat sen aşağılıksın, onun için aşağı âlemden konuşuyorum!
-
افتخار از رنگ و بو و از مکان ** هست شادی و فریب کودکان
- Renkle, kokuyla, mevkile öğünmek, çocukları sevindirir, aldatır!
-
بیان این خبر کی کلموا الناس علی قدر عقولهم لا علی قدر عقولکم حتی لا یکذبوا الله و رسوله
- Halka, kendi aklınız miktarınca değil, onların akılları miktarınca söz söyleyin ki Allah’a ve Peygamber'ine yalan demesinler hadisi
-
چونک با کودک سر و کارم فتاد ** هم زبان کودکان باید گشاد
- İşim çocuğa düştü., gayri çocukların ağzını kullanmam lâzım!
-
که برو کتاب تا مرغت خرم ** یا مویز و جوز و فستق آورم
- Mektebe git de sana kuş alayım yahut kuru "üzüm, ceviz ve fıstık getireyim diyeyim!
-
جز شباب تن نمیدانی به کیر ** این جوانی را بگیر ای خر شعیر
- Sen beden gençliğinden başka bir şey bilmiyorsun ya, al işte bu gençliği, a eşek, nah sana arpa
-
هیچ آژنگی نیفتد بر رخت ** تازه ماند آن شباب فرخت 2580
- Yüzün hiç buruşmaz, pörsümez. Kutlu gençliğin hep bu halde kalır.
-
نه نژند پیریت آید برو ** نه قد چون سرو تو گردد دوتو
- Ona ne ihtiyarlık buruşması gelir, ne de selvi ye benzeyen boyun iki kat olur!
-
نه شود زور جوانی از تو کم ** نه به دندانها خللها یا الم
- Ne sendeki gençliğin kuvveti azalır, ne dişlerin, ağrır, sallanır!
-
نه کمی در شهوت و طمث و بعال ** که زنان را آید از ضعفت ملال
- Kadınların erkekten nefretine sebep olan gevşekliği, kadına yaklaşmamak derdini görmezsin!
-
آنچنان بگشایدت فر شباب ** که گشود آن مژدهی عکاشه باب
- Gençlik çağının parlaklığı seni öyle bir açar, neşelendirir ki Ukâşe'nin müjdesi de Peygamber'i öyle-açmış, öyle neşelendirmişti işte!
-
قوله علیه السلام من بشرنی بخروج صفر بشرته بالجنة
- Saferin çıktığını kim müjdelerse ona cennet müjdesi vereceğim buyurması
-
احمد آخر زمان را انتقال ** در ربیع اول آید بی جدال 2585
- Ahir zaman Peygamberi Ahmed, Rebiyülevvel ayında göçtü, bunda hiç ihtilâf yoktur.
-
چون خبر یابد دلش زین وقت نقل ** عاشق آن وقت گردد او به عقل
- Gönlü, bu göç zamanını haber alınca can ve gönülden o vakta âşık oldu.
-
چون صفر آید شود شاد از صفر ** که پس این ماه میسازم سفر
- Safer gelince, bu ay bitince sefer edeceğim diye-neşelendi.
-
هر شبی تا روز زین شوق هدی ** ای رفیق راه اعلی میزدی
- Her gece bu buluşmanın iştiyakıyla sabahlara kadar "Ey yücelerden yüce arkadaş!" der dururdu!
-
گفت هر کس که مرا مژده دهد ** چون صفر پای از جهان بیرون نهد
- "Bana kim safer ayı çıktı diye müjde verirse._x000D_
-
که صفر بگذشت و شد ماه ربیع ** مژدهور باشم مر او را و شفیع 2590
- Kim safer gitti, Rebiyyülevvel geldi diye beni muştularsa ben de onu cennetle muştular, ona şefaatçi olurum dedi."
-
گفت عکاشه صفر بگذشت و رفت ** گفت که جنت ترا ای شیر زفت
- Ukâşe gelip müjde dedi., safer çıktı gitti. Peygamber de "Ey ulu aslan, cennet senindir" buyurdu
-
دیگری آمد که بگذشت آن صفر ** گفت عکاشه ببرد از مژده بر
- Başka birisi de gelip safer çıktı dedi., bet dedi ki: O müjdeyi Ukâşe aldı!
-
پس رجال از نقل عالم شادمان ** وز بقااش شادمان این کودکان
- Erler, görüyorsun ya, âlemden göçmeden neşeleniyorlar, şu çocuklarsa âlemde kalmalarına seviniyorlar!
-
چونک آب خوش ندید آن مرغ کور ** پیش او کوثر نیامد آب شور
- İyi suyun tadını tatmayan kör kuşa, acı su, kevser görünür.
-
همچنین موسی کرامت میشمرد ** که نگردد صاف اقبال تو درد 2595
- Musa da, senin saf ikbaline bir dert erişmez diye bu tarzda kerametler sayıp dökmekteydi.
-
گفت احسنت و نکو گفت ولیک ** تا کنم من مشورت با یار نیک
- Firavun, pek güzel, iyi söyledin ama bir de iyi bir dostla görüşeyim, danışayım dedi.
-
مشورت کردن فرعون با ایسیه در ایمان آوردن به موسی علیهالسلام
- Firavun'un, Masa aleyhisselâm'a inanma hususunda Asiye'ye danışması
-
باز گفت او این سخن با ایسیه ** گفت جان افشان برین ای دلسیه
- Firavun, bu sözü Asiye'ye açtı. Asiye dedi ki: A gönlü kararmış, bu vaatlere can ver!
-
بس عنایتهاست متن این مقال ** زود در یاب ای شه نیکو خصال
- Bu sözlerde ne büyük inayetler var, ey iyi huylu padişah, durma, hemen bunları elde et!
-
وقت کشت آمد زهی پر سود کشت ** این بگفت و گریه کرد و گرم گشت
- Ekim zamanı geldi., hem de ne faydalı ekim ya! Bu sözleri söyledi ve iştiyakından ağlamaya başladı.
-
بر جهید از جا و گفتا بخ لک ** آفتابی تاجر گشتت ای کلک 2600
- Yerinden sıçradı, ne mutlu sana dedi... A kelceğiz, güneş, başına taç oldu!
-
عیب کل را خود بپوشاند کلاه ** خاصه چون باشد کله خورشید و ماه
- Kelin ayıbını külah örter. Hele o külah güneş ve ay olursa ne mutlu!
-
هم در آن مجلس که بشنیدی تو این ** چون نگفتی آری و صد آفرین
- Daha o mecliste bunu duyunca neden evet, yüzlerce hamdolsun demedin?
-
این سخن در گوش خورشید ار شدی ** سرنگون بر بوی این زیر آمدی
- Bu söz, güneşin kulağına değseydi buna nail olmak ümidiyle baş aşağı yere inerdi!
-
هیچ میدانی چه وعدهست و چه داد ** میکند ابلیس را حق افتقاد
- Hiç bildin mi, ne vaattir bu, ne lütuf tur? Hak, İblis' i arayıp soruyor âdeta!
-
چون بدین لطف آن کریمت باز خواند ** ای عجب چون زهرهات بر جای ماند 2605
- O kerem sahibi, seni böyle bir lütfa, böyle bir ihsana çağırdı da nasıl tahammül ettin? Şaşılacak şey
-
زهرهات ندرید تا زان زهرهات ** بودی اندر هر دو عالم بهرهات
- Nasıl yüreğini eritmedi bu? Eritseydi iki cihandan da nasip alırdın!
-
زهرهای کز بهرهی حق بر درد ** چون شهیدان از دو عالم بر خورد
- Adamın yüreği Allah için erirse şehitler gibi iki âlemde de lütfa, ihsana mazhar olur.
-
غافلی هم حکمتست و این عمی ** تا بماند لیک تا این حد چرا
- Gafillik de hikmettir, bu kör oluşun da bir hikmeti var, var ama neden bu dereceye kadar olsun?
-
غافلی هم حکمتست و نعمتست ** تا نپرد زود سرمایه ز دست
- Sermayenin çabucak elden uçamaması için gafillik, hem hikmettir, hem nimet!
-
لیک نی چندانک ناسوری شود ** زهر جان و عقل رنجوری شود 2610
- Fakat unulmaz bir yara haline gelmemeli... Aklın ve canın zehri olmamalı, adama eziyet vermemeli!
-
خود کی یابد این چنین بازار را ** که به یک گل میخری گلزار را
- Kim böyle bir alışverişi edebilir? Bir gülle gül bahçesini satın alıyorsun!
-
دانهای را صد درختستان عوض ** حبهای را آمدت صد کان عوض
- Bir taneye karşılık yüzlerce ağaçlık, bir habbeye karşılık yüzlerce maden!