English    Türkçe    فارسی   

4
2747-2796

  • این تکبر زهر قاتل دان که هست ** از می پر زهر شد آن گیج مست
  • Bu ululuk, bil ki zehirli bir şaraptır, o şarapla aptal kişi sarhoş olur.
  • چون می پر زهر نوشد مدبری ** از طرب یکدم بجنباند سری
  • Bir devletsiz, zehirli şarabı içti mi bir zamancağız neşeden başını sallar ama
  • بعد یک‌دم زهر بر جانش فتد ** زهر در جانش کند داد و ستد
  • Bir an sonra zehir, canına tesir eder; can verip can almaya başlar!
  • گر نذاری زهری‌اش را اعتقاد ** کو چه زهر آمد نگر در قوم عاد 2750
  • Onun zehirli olduğuna inanmıyorsan bak da gör; Ad kavmine o zehir neler etti?
  • چونک شاهی دست یابد بر شهی ** بکشدش یا باز دارد در چهی
  • Bir padişah, başka bir padişahı tuttu mu ya öldürür, ya bir zindana hapseder!
  • ور بیابد خسته‌ی افتاده را ** مرهمش سازد شه و بدهد عطا
  • Fakat bir düşkün dertliyi görse derdine merhem bulur, ona ihsanlarda bulunur!
  • گر نه زهرست آن تکبر پس چرا ** کشت شه را بی‌گناه و بی‌خطا
  • O ululanma zehir değilse neden padişah, onu suçsuz, hatasız öldürüyor?
  • وین دگر را بی ز خدمت چون نواخت ** زین دو جنبش زهر را شاید شناخت
  • Öbürüne de, kendisine bir kullukta bulunmadığı halde neden iltifat ediyor? Bu iki harekete bakıp zehiri anlamak mümkündür!
  • راه‌زن هرگز گدایی را نزد ** گرگ گرگ مرده را هرگز گزد 2755
  • Yol kesen, asla bir yoksulu dövüp vurmaz. Kurt ölü kurdu katiyen ısırmaz!
  • خضر کشتی را برای آن شکست ** تا تواند کشتی از فجار رست
  • Hızır, gemiyi kötü kişilerin ellerinden kurtarabilmek için deldi, kırdı.
  • چون شکسته می‌رهد اشکسته شو ** امن در فقرست اندر فقر رو
  • Mademki kırık gemi kurtuluyor, sen de kırıl! Emniyet, yoksulluktadır, yürü, yoksul ol!
  • آن کهی کو داشت از کان نقد چند ** گشت پاره پاره از زخم کلند
  • Madeni olan ve madende birkaç parası bulunan dağ, külünk, kazma yaralarıyla paramparça oldu.
  • تیغ بهر اوست کو را گردنیست ** سایه که افکندست بر وی زخم نیست
  • Kılıç, boynu olanın boynunu keser, gölge, yerlere döşenmiştir; o hiç yaralanmaz!
  • مهتری نفطست و آتش ای غوی ** ای برادر چون بر آذر می‌روی 2760
  • Ululuk, fazla ateştir a azgın... Kardeş, kendini ateşe nasıl atıyorsun ki?
  • هر چه او هموار باشد با زمین ** تیرها را کی هدف گردد ببین
  • Yerle bir olan, bak hele, oklara hedef olur mu hiç?
  • سر بر آرد از زمین آنگاه او ** چون هدفها زخم یابد بی رفو
  • Fakat yerden başkaldırdı mı o zaman hedefler gibi çaresiz yaralanır!
  • نردبان خالق این ما و منیست ** عاقبت زین نردبان افتادنیست
  • Bu bizlik, benlik, halkın merdivenidir, halk, nihayet bu merdivenden düşer!
  • هر که بالاتر رود ابله‌ترست ** که استخوان او بتر خواهد شکست
  • Kim merdivenin daha üstüne çıkarsa daha aptaldır. Çünkü düşünce onun kemikleri daha beter kırılır!
  • این فروعست و اصولش آن بود ** که ترفع شرکت یزدان بود 2765
  • Bunlar fer'i lerdir. Asıllarıyla şudur: Yücelik, Allah' ya şirk koşmadır!
  • چون نمردی و نگشتی زنده زو ** یاغیی باشی به شرکت ملک‌جو
  • Ölmedin de onunla ditilmedin mi ona ortak olmaya, ülke ve devlet kazanmaya savaşan bir düşmansın!
  • چون بدو زنده شدی آن خود ویست ** وحدت محضست آن شرکت کیست
  • Fakat onunla dirildin mi, zaten dirilen odur... Bu, tam birliktir; nerde şerik oluş?
  • شرح این در آینه‌ی اعمال جو ** که نیابی فهم آن از گفت و گو
  • Fakat bunu işlerinin aynasında gör. Çünkü bunu sözle, dedikoduyla anlayamazsın!
  • گر بگویم آنچ دارم در درون ** بس جگرها گردد اندر حال خون
  • İçimdekini söylersem çok ciğerleri kan kesiliverir!
  • بس کنم خود زیرکان را این بس است ** بانگ دو کردم اگر در ده کس است 2770
  • Artık bu kadarını kâfi göreyim, zaten anlayanlara bu, yeter... Köyde kimse varsa iki kere seslendim işte!
  • حاصل آن هامان بدان گفتار بد ** این چنین راهی بر آن فرعون زد
  • Hâsılı Haman, o kötü sözlerle böyle bir yolu Firavun' a kesti!
  • لقمه‌ی دولت رسیده تا دهان ** او گلوی او بریده ناگهان
  • Devlet lokması da ağzına kadar gelmişti. Haman, Firavun'un boğazını kesiverdi!
  • خرمن فرعون را داد او به باد ** هیچ شه را این چنین صاحب مباد
  • Firavun'un harmanını o, yele verdi. Hiçbir padişahın böyle veziri olmasın!
  • نومید شدن موسی علیه‌السلام از ایمام فرعون به تاثیر کردن سخن هامان در دل فرعون
  • Musa aleyhisselâm'ın Haman'ın sözlerinin tesiriyle Firavun'un imana gelmesinden ümidini kesmesi
  • گفت موسی لطف بنمودیم وجود ** خود خداوندیت را روزی نبود
  • Musa dedi ki: Ben sana lütuflar gösterdim, cömertliklerde bulundum, fakat ne yapayım? Allah, sana kısmet etmemiş!
  • آن خداوندی که نبود راستین ** مر ورا نه دست دان نه آستین 2775
  • Hakikî olmayan padişahlığı ne el bil, ne yen!
  • آن خداوندی که دزدیده بود ** بی دل و بی جان و بی دیده بود
  • Çalma, çırpma padişahlık, cansız, gönülsüz ve gözsüzdür.
  • آن خداوندی که دادندت عوام ** باز بستانند از تو هم‌چو وام
  • Sana padişahlığı halk verdiyse borç alır gibi yine senden alır!
  • ده خداوندی عاریت به حق ** تا خداوندیت بخشد متفق
  • İğreti padişahlığı Allah' ya ver de Allah sana herkesin kabul edeceği hakikî bir padişahlık versin!
  • منازعت امیران عرب با مصطفی علیه‌السلام کی ملک را مقاسمت کن با ما تا نزاعی نباشد و جواب فرمودن مصطفی علیه‌السلام کی من مامورم درین امارت و بحث ایشان از طرفین
  • Arap beylerinin, ülkeyi ve devlet! Aramızda bölüşelim de kavga, gürültü kalmasın diye Mustafa aleyhisselâm'a müracaatları, Mustafa aleyhisselâm'ın "Ben, bu beyliği yapmaya memurum" diye cevap vermesi, iki tarafın da birbirleriyle bahse girişmeleri
  • آن امیران عرب گرد آمدند ** نزد پیغامبر منازع می‌شدند
  • Arap beyleri toplanıp Peygamber' in yanına gelerek çekişmeye başladılar.
  • که تو میری هر یک از ما هم امیر ** بخش کن این ملک و بخش خود بگیر 2780
  • Dediler ki: Sen bir beysin... Bizim de her birimiz birer beyiz! Şu beyliği bölüşelim, ülkenin sana düşen kısmını al!
  • هر یکی در بخش خود انصاف‌جو ** تو ز بخش ما دو دست خود بشو
  • Her birimiz, kendisine düşen bölüğe razı olsun; sen de artık bizim hissemizden el yıka!
  • گفت میری مر مرا حق داده است ** سروری و امر مطلق داده است
  • Peygamber dedi ki: Bana beyliği Allah verdi... O, bana başbuğluk ve mutlak bir beylik ihsan etti.
  • کین قران احمدست و دور او ** هین بگیرید امر او را اتقوا
  • Buyurdu ki: Bu devir, Ahmed’in devridir, bu zaman, Ahmed’in zamanı... Kendinize gelin de onun emrine uyun!
  • قوم گفتندش که ما هم زان قضا ** حاکمیم و داد امیریمان خدا
  • Kavim, biz de Allah’ın takdiri ile hükmediyoruz... Bize de beyliği veren Allah’tır dedi.
  • گفت لیکن مر مرا حق ملک داد ** مر شما را عاریه از بهر زاد 2785
  • Peygamber fakat dedi... Allah, bana beyliği bir mülk olarak verdi, sizeyse bir vesileyle iğreti.
  • میری من تا قیامت باقیست ** میری عاریتی خواهد شکست
  • Benim beyliğim kıyamete dek bakidir... İğreti beylikse çabucak geçip gider!
  • قوم گفتند ای امیر افزون مگو ** چیست حجت بر فزون‌جویی تو
  • Kavim “ey emîr... Çok söyleme; üstün olduğunu iddia ediyorsun, delilin nedir?” dediler.
  • در زمان ابری برآمد ز امر مر ** سیل آمد گشت آن اطراف پر
  • Derhal Allah’ın kahır emri ile gökyüzünde bir bulut peydahlandı. Sel bastı, bütün o civarı kapladı.
  • رو به شهر آورد سیل بس مهیب ** اهل شهر افغان‌کنان جمله رعیب
  • O pek korkunç sel şehre yüz tuttu... Şehirliler feryat ederek korkudan kaçışmaya başladılar.
  • گفت پیغامبر که وقت امتحان ** آمد اکنون تا گمارد گردد عیان 2790
  • Sınama zamanı gelmişti... Şüphenin kalkacağı hakikatin apaçık ortaya çıkacağı zamandı. Peygamber dedi ki:
  • هر امیری نیزه‌ی خود در فکند ** تا شود در امتحان آن سیل‌بند
  • Her bey mızrağını atsın da şu sel dursun! Beyliğinizi bir sınayalım! Hepsi mızraklarını attılar.
  • پس قضیب انداخت در وی مصطفی ** آن قضیب معجز فرمان روا
  • Mustafa’da elindeki sopayı, o buyruklar yürüten inanmayanları âciz bırakan sopayı attı.
  • نیزه‌ها را هم‌چو خاشاکی ربود ** آب تیز سیل پرجوش عنود
  • O coşkun inatçı ve şiddetli sel, bütün o mızrakları saman çöpü gibi önüne katıp sürükledi.
  • نیزه‌ها گم گشت جمله و آن قضیب ** بر سر آب ایستاده چون رقیب
  • Bütün mızraklar kayboldu... Sopaysa bir gözcü gibi suyun üstünde duruyordu!
  • ز اهتمام آن قضیب آن سیل زفت ** روبگردانید و آن سیلاب رفت 2795
  • O sopanın himmetiyle o şiddetli sel, şehirden yüz çevirdi, başka bir tarafa akıp gitti.
  • چون بدیدند از وی آن امر عظیم ** پس مقر گشتند آن میران ز بیم
  • Bu büyük işi gören Arap beyleri, korkularından hep Mustafa’nın beyliğini tasdik ettiler.