-
نک عصا آوردهام بهر ادب ** هر خری را کو نباشد مستحب 2805
- İşte sevilmeyen her eşeği yola getirmek, terbiye etmek için sopa getirdim ben!
-
اژدهایی میشود در قهر تو ** که اژدهایی گشتهای در فعل و خو
- Seni kahretmek için o sopa, bir ejderha kesilir... çünkü sen de işte ve huyda bir ejderha kesilmişsin.
-
اژدهای کوهیی تو بیامان ** لیک بنگر اژدهای آسمان
- Sen amansız bir dağ ejderhasısın ama gökyüzü ejderhasına da bak!
-
این عصا از دوزخ آمد چاشنی ** که هلا بگریز اندر روشنی
- Bu sopada cehennemden bir hisse var... kendine gel de aydınlığa kaç.
-
ورنه در مانی تو در دندان من ** مخلصت نبود ز در بندان من
- Yoksa benim dişlerimin arasında kalırsın... benim kahrımdan seni kimse kurtaramaz demektedir.
-
این عصایی بود این دم اژدهاست ** تا نگویی دوزخ یزدان کجاست 2810
- Tanrı’nın cehennemi nerede demeyesin diye bu, bir sopayken şimdi ejderha olmuştur.
-
در بیان آنک شناسای قدرت حق نپرسد کی بهشت و دوزخ کجاست
-
هر کجا خدا دوزخ کند ** اوج را بر مرغ دام و فخ کند
- Tanrı kudretini bilip tanıyan cennetle cehennem nerede ki diye sormaz.
-
هم ز دندانت برآید دردها ** تا بگویی دوزخست و اژدها
- Tanrı, nereyi isterse orasını cehennem yapar... gökyüzünün yücelerini kuşa ökse ve tuzak haline getirir.
-
یا کند آب دهانت را عسل ** که بگویی که بهشتست و حلل
- Dişlerine bir ağrı verir ki bu diş ağrısı cehennem, ejderha dersin. Yahut da tükürdüğünü bal haline kor... bu, cennet ve cennet elbiseleri dersin!
-
از بن دندان برویاند شکر ** تا بدانی قوت حکم قدر
- Dişlerinin dibinden şeker bitirir... bu suretle kaderin hükmünü anlar bilirsin!
-
پس به دندان بیگناهان را مگز ** فکر کن از ضربت نامحترز 2815
- Şu halde dişlerinle suçsuzları ısırma... çekinemeyeceğin, kurtulamayacağın silleyi düşün.
-
نیل را بر قبطیان حق خون کند ** سبطیان را از بلا محصون کند
- Tanrı Nil’i Kıpti’lere kan haline getirdi... İsrail oğullarını da belâdan korudu.
-
تا بدانی پیش حق تمییز هست ** در میان هوشیار راه و مست
- Buna bak da Tanrının yoldaki aklı başında kişiyle sarhoşu ayırt ettiğini anla.
-
نیل تمییز از خدا آموختست ** که گشاد آن را و این را سخت بست
- Nil bu ayırt edişi Tanrıdan öğrendi de buna ihsanlarda bulundu, öbürünü sıkıca bağladı.
-
لطف او عاقل کند مر نیل را ** قهر او ابله کند قابیل را
- Tanrı lûtfu, Nil’e akıl verdi... kahrı ise Kabil’i sersemleştirdi.
-
در جمادات از کرم عقل آفرید ** عقل از عاقل به قهر خود برید 2820
- Keremiyle cansız şeylerde akıl yarattı... kahrı ile akıllının aklını aldı.
-
در جماد از لطف عقلی شد پدید ** وز نکال از عاقلان دانش رمید
- Lûtfuyla cansız şeyde akıl peydahlandı... kahrı ile bilgi akıllardan kaçtı!
-
عقل چون باران به امر آنجا بریخت ** عقل این سو خشم حق دید و گریخت
- Emriyle oraya yağmur gibi akıl yağdı... bunun aklıysa Tanrı hışmını görüp kaçtı gitti!
-
ابر و خورشید و مه و نجم بلند ** جمله بر ترتیب آیند و روند
- Bulut, güneş, ay ve yücelerdeki yıldızlar... hepsi de bir nizamla gelirler, giderler.
-
هر یکی ناید مگر در وقت خویش ** که نه پس ماند ز هنگام و نه پیش
- Her biri, ancak vaktinde gelir... vaktini ne geciktirir, ne de erken gelip çatar.
-
چون نکردی فهم این را ز انبیا ** دانش آوردند در سنگ و عصا 2825
- Bunu nasıl oldu da peygamberlerden anlamadın sen?Onlar, taşa sopaya bilgi ihsan ettiler.
-
تا جمادات دگر را بی لباس ** چون عصا و سنگ داری از قیاس
- Bunları gör de diğer cansız şeyleri de şüphesiz bir halde sopaya, taşa kıyas et!
-
طاعت سنگ و عصا ظاهر شود ** وز جمادات دگر مخبر شود
- Taşla sopanın itaati meydana çıkar, görünürde öbür cansız şeylerin halinde de haber verir...
-
که ز یزدان آگهیم و طایعیم ** ما همه نی اتفاقی ضایعیم
- Onlar da “Biz, Tanrı’yı biliriz, ona itaat ederiz... hepimiz de tesadüfen halk edilmiş abes şeyler değiliz” derler.
-
همچو آب نیل دانی وقت غرق ** کو میان هر دو امت کرد فرق
- Nil suyuna bak da anla... boğarken iki ümmetin arasını ayırt etti ya!
-
چون زمین دانیش دانا وقت خسف ** در حق قارون که قهرش کرد و نسف 2830
- Yer, nasıl Karun’u kahredip sömürdü; onu nasıl bildiyse Nil’i de öyle bilgi sahibi bil.
-
چون قمر که امر بشنید و شتافت ** پس دو نیمه گشت بر چرخ و شکافت
- Ay da öyle... emri duyunca derhal gökyüzünde yarıldı, ikiye bölündü ya.
-
چون درخت و سنگ کاندر هر مقام ** مصطفی را کرده ظاهرالسلام
- Nerede bir ağaç ve taş varsa Mustafa’yı görünce apaçık selâm verdi ya! İşte cansızların hepsini de böyle bil, böyle tanı!
-
جواب دهری کی منکر الوهیت است و عالم را قدیم میگوید
- Tanrı varlığını inkâr eden ve âleme evvel, yok diyen Dehri’ye cevap
-
دی یکی میگفت عالم حادثست ** فانیست این چرخ و حقش وارثست
- Dün birisi, âlem, sonradan yaratıldı... bu gökyüzü fânidir, vârisi Hak’dır diyordu.
-
فلسفیی گفت چون دانی حدوث ** حادثی ابر چون داند غیوث
- Bir filozof dedi ki: Sonradan yaratıldığını nasıl biliyorsun? Yağmur,bulutun sonradan yaratıldığını nasıl bilir?
-
ذرهای خود نیستی از انقلاب ** تو چه میدانی حدوث آفتاب 2835
- Bu değişip duran âlemden sen, bir zerre bile değilsin... öyle olduğu halde güneşin sonradan yaratıldığını ne bilirsin ki?
-
کرمکی کاندر حدث باشد دفین ** کی بداند آخر و بدو زمین
- Pislik içinde gömülü olan bir kurtcağız, yeryüzünün evvelini, sonunu nereden bilecek?
-
این به تقلید از پدر بشنیدهای ** از حماقت اندرین پیچیدهای
- Sen bu sözü babandan duydun... taklitle aptallığından ona sarıldın?
-
چیست برهان بر حدوث این بگو ** ورنه خامش کن فزون گویی مجو
- Sonradan yaratıldığına delil nedir? söyle; yoksa sus, fazla söylenmeye kalkma!
-
گفت دیدم اندرین بحث عمیق ** بحث میکردند روزی دو فریق
- Adam dedi ki: Bu derin denizde bir gün iki bölük halkın bahse giriştiklerini gördüm.
-
در جدال و در خصام و در ستوه ** گشت هنگامه بر آن دو کس گروه 2840
- Onlar çekişir bahsederken halk onların başına üşüştü.
-
من به سوی جمع هنگامه شدم ** اطلاع از حال ایشان بستدم
- Ben de kalabalığın arasına karıştım, onların sözlerini, hallerini anlamak için durdum, bekledim.
-
آن یکی میگفت گردون فانیست ** بیگمانی این بنا را بانیست
- Bir bölüğü âlem fânidir... şüphe yok ki bu yapının bir yapıcısı var diyordu.
-
وان دگر گفت این قدیم و بی کیست ** نیستش بانی و یا بانی ویست
- Öbür bölüğün bu âlem kadimdir, evveli yoktur, yaratıcısı yapıcısı da yoktur... varsa bile kendisidir diyordu.
-
گفت منکر گشتهای خلاق را ** روز و شب آرنده و رزاق را
- Tanrıya inanan, yaratıcıyı inkar ettin... geceyle gündüzü getirip götüren ve rızk veren Tanrıya münkir oldun, dedi.
-
گفت بی برهان نخواهم من شنید ** آنچ گولی آن به تقلیدی گزید 2845
- Filozof ben dedi... delilsiz sözü dinlemem, taklide ancak ahmak olan kapılır!
-
هین بیاور حجت و برهان که من ** نشنوم بی حجت این را در زمن
- Hadi delilini göster... yoksa bu âlemde delilsiz söz dinlemem ben!
-
گفت حجت در درون جانمست ** در درون جان نهان برهانمست
- Mümin dedi ki: Delil, canımdadır... canımın içinde gizli delilim var!
-
تو نمیبینی هلال از ضعف چشم ** من همی بینم مکن بر من تو خشم
- Senin gözün zayıftır, hilâli göremezsin; fakat ben görüyorum, bana kızma.
-
گفت و گو بسیار گشت و خلق گیج ** در سر و پایان این چرخ پسیج
- Dedikodu uzadıkça uzadı... dinleyenlerde bu bezenmiş âlemin başına, sonuna hayran olup kaldılar.
-
گفت یارا در درونم حجتیست ** بر حدوث آسمانم آیتیست 2850
- Mümin,dostum dedi... gönlümde bir delil var... bence, bu, âlemin sonradan yaratıldığına bir alâmet!
-
من یقین دارم نشانش آن بود ** مر یقیندان را که در آتش رود
- İyice inanmışım... inancımın nişanesi de şu: İyice inanan ateşe bile girse,
-
در زبان میناید آن حجت بدان ** همچو حال سر عشق عاشقان
- Aşıklardaki aşk sırrı gibi ona bir ziyan gelmez, yanmaz, mahvolmaz!
-
نیست پیدا سر گفت و گوی من ** جز که زردی و نزاری روی من
- Sözlerinin sırrı, ancak yüzümün sarılığından, zayıflığından anlaşılır.
-
اشک و خون بر رخ روانه میدود ** حجت حسن و جمالش میشود
- Yanaklara akan kanlı göz yaşları, sevgilinin güzelliğine delildir.