English    Türkçe    فارسی   

4
2867-2916

  • چون گرو بستند غالب شد صواب ** در دوام و معجزات و در جواب
  • Müminle filozof bu işe karar verdiler... mucizelerin devam ettiği zuhur etti; doğru olan galip oldu... bu cevaptan
  • فهم کردم کانک دم زد از سبق ** وز حدوث چرخ پیروزست و حق
  • Anladım ki âlemin evveli vardır, bu gök kubbe sonradan yaratılmıştır diyen haklıdır.
  • حجت منکر هماره زردرو ** یک نشان بر صدق آن انکار کو
  • Münkirin getirdiği delilin yüzü daima sarıdır... o inkârın doğruluğuna nerede bir nişane?
  • یک مناره در ثنای منکران ** کو درین عالم که تا باشد نشان 2870
  • Münkirlerin övüldüğü bir minare nerede? Alemde böyle bir minare göster bana da onların doğruluğuna nişane olsun.
  • منبری کو که بر آنجا مخبری ** یاد آرد روزگار منکری
  • Hani nerede bir mimber ki oraya birisi çıksın da bir münkirin zamanını ansın.
  • روی دینار و درم از نامشان ** تا قیامت می‌دهد زین حق نشان
  • Paraların üstüne basılan peygamber adları, kıyamete kadar onların doğruluğuna alâmettir.
  • سکه‌ی شاهان همی گردد دگر ** سکه‌ی احمد ببین تا مستقر
  • Padişahların paraları değişir durur.. fakat Ahmed’in parası, kıyamete dek sürer gider!
  • بر رخ نقره و یا روی زری ** وا نما بر سکه نام منکری
  • Altın olsun, gümüş olsun... bir paranın üstünde bir münkirin adını gösterene!
  • خود مگیر این معجز چون آفتاب ** صد زبان بین نام او ام‌الکتاب 2875
  • Hadi bunu mucize sayma! Peki bir de güneş gibi apaydın olan ve adına Ümmül Kitap denen yüz dilli Kuran’a bak!
  • زهره نی کس را که یک حرفی از آن ** یا بدزدد یا فزاید در بیان
  • Kimsenin ondan bir harfi çalmaya, yahut sözüne bir söz katmaya ne haddi var, ne kudreti!
  • یار غالب شو که تا غالب شوی ** یار مغلوبان مشو هین ای غوی
  • Üstünün dostu ol ki üstün olasın... kendine gel be hey azgın, mağluplara dost olma!
  • حجت منکر همین آمد که من ** غیر این ظاهر نمی‌بینم وطن
  • Münkirin delili, ancak ve ancak şudur: Ben şu görünen yurttan başka bir şey görmüyorum!
  • هیچ نندیشد که هر جا ظاهریست ** آن ز حکمتهای پنهان مخبریست
  • Hiç düşünmez ki nerede bir görünen şey varsa o, gizli hikmetleri haber vermededir.
  • فایده‌ی هر ظاهری خود باطنیست ** هم‌چو نفع اندر دواها کامنست 2880
  • Her görünen şeyin faydası, faydanın ilaçlarda gizli oluşu gibi o şeyin içinde gizlidir.
  • تفسیر این آیت کی و ما خلقنا السموات والارض و ما بینهما الا بالحق نیافریدمشان بهر همین کی شما می‌بینید بلک بهر معنی و حکمت باقیه کی شما نمی‌بینید آن را
  • “Gökleri ve yeri ve ikisi arasındakileri hak üzere yarattım” yani onları yalnız görün diye değil,sizin görmediğiniz mâna ve bakî olan bir hikmet için yarattım âyetinin tefsiri
  • هیچ نقاشی نگارد زین نقش ** بی امید نفع بهر عین نقش
  • Hiçbir ressam var mıdır ki yaptığı resmi, hiçbir menfaat ümidi gözetmeden yalnız resim yapmak için yapsın.
  • بلک بهر میهمانان و کهان ** که به فرجه وارهند از اندهان
  • Hem resim yapmak için yapar, hem de uluların büyüklerin bir vesile ile kederlerinden kurtulmalarını ister.
  • شادی بچگان و یاد دوستان ** دوستان رفته را از نقش آن
  • Çocukların neşelenmesini, bu resimle ölüp gitmiş dostların, dostlar tarafından hatırlanmasını diler.
  • هیچ کوزه‌گر کند کوزه شتاب ** بهر عین کوزه نه بر بوی آب
  • Hiçbir testici yoktur ki içine su konmasını düşünmeden testisini, sırf testi yapmak için yapsın!
  • هیچ کاسه گر کند کاسه تمام ** بهر عین کاسه نه بهر طعام 2885
  • Hiçbir kâseci yoktur ki kaseyi ancak kâse olmak için yapsın da içine yemek konmak için yapmasın!
  • هیچ خطاطی نویسد خط به فن ** بهر عین خط نه بهر خواندن
  • Hiçbir hattat yoktur ki özene bezene yazdığı yazıyı yalnız yazısını, yazısının güzelliğini göstermek için yazsın da okumak için yazmasın.
  • نقش ظاهر بهر نقش غایبست ** وان برای غایب دیگر ببست
  • Görünen suret gayp âlemindeki surete delâlet eder, o da başka bir gayp suretinden vücut bulmuştur.
  • تا سوم چارم دهم بر می‌شمر ** این فواید را به مقدار نظر
  • Böylece bunları, görüşünün miktarınca ta üçüncü dördüncü, onuncu surete kadar say dur.
  • هم‌چو بازیهای شطرنج ای پسر ** فایده‌ی هر لعب در تالی نگر
  • Oğul bunla, satrançtaki oyunlara benzer... her oyunun faydasını ondan sonrakinde gör.
  • این نهادند بهر آن لعب نهان ** وان برای آن و آن بهر فلان 2890
  • Bu oyunu, o gizli oyunu oynamak için, onu da diğer bir oyun için... nihayet o oyunu da bir başka oyun için oynarlar.
  • هم‌چنین دیده جهات اندر جهات ** در پی هم تا رسی در برد و مات
  • Gözünü böylece etraftan ileriye çevir de ta karşındakini mat edip oyunu kazanıncaya dek ne oyunlar oynayacaksan hepsini gör.
  • اول از بهر دوم باشد چنان ** که شدن بر پایه‌های نردبان
  • Merdiven basamaklarına çıkmak için önce birincisine, sonra ikincisine basmak lazım.
  • و آن دوم بهر سوم می‌دان تمام ** تا رسی تو پایه پایه تا به بام
  • İkincisi de bil ki üçüncüsüne çıkmak için kurulmuştur... böyle, böyle merdivenin son basamağına çıkar dama varırsın.
  • شهوت خوردن ز بهر آن منی ** آن منی از بهر نسل و روشنی
  • Yemek meni içindir... meni de soy sop üretmek, gönlü gözü aydınlatmak içindir.
  • کندبینش می‌نبیند غیر این ** عقل او بی‌سیر چون نبت زمین 2895
  • Fakat kısa görüşlü adam, ilk işten başka bir şey görmez... aklı yerde yetişen otlara benzer, yere mahkûmdur, gezmez dolaşamaz.
  • نبت را چه خوانده چه ناخوانده ** هست پای او به گل در مانده
  • Otu, ha çağırmışsın,ha çağırmamışsın... ayağı toprağa kakılmış kalmıştır.
  • گر سرش جنبد پیر باد رو ** تو به سر جنبانیش غره مشو
  • Rüzgarın tesiri ile başını sallasa da baş sallanmasına aldanma.
  • آن سرش گوید سمعنا ای صبا ** پای او گوید عصینا خلنا
  • Başı, ey seher yeli, duyduk, peki der ama ayağı isyan ediyoruz bırak bizi der.
  • چون ندارد سیر می‌راند چون عام ** بر توکل می‌نهد چون کور گام
  • Kısa görüşlüde gezip dolaşmayı bilmediğinden aşağılık kişiler gibi sürünüp gider... körler gibi Tanrıya dayanıp adım atar.
  • بر توکل تا چه آید در نبرد ** چون توکل کردن اصحاب نرد 2900
  • Savaşta Tanrıya dayanmaktan ne fayda çıkar ki? Bu tavla oynayan acemilerin Tanrıya dayanmasına benzer.
  • وآن نظرهایی که آن افسرده نیست ** جز رونده و جز درنده‌ی پرده نیست
  • Donup kalmamış olan keskin bakışlarsa, ileriyi delip gider, perdeleri yırtıp görür.
  • آنچ در ده سال خواهد آمدن ** این زمان بیند به چشم خویشتن
  • Bu bakışa sahip olanlar, on yıl sonra olacak şeyi şimdicik, hem de gözleri ile görürler.
  • هم‌چنین هر کس به اندازه‌ی نظر ** غیب و مستقبل ببیند خیر وشر
  • Böylece herkes bakışı ve görüşü miktarınca gaybı da görür, geleceği de... hayrı da görür şerri de.
  • چونک سد پیش و سد پس نماند ** شد گذاره چشم و لوح غیب خواند
  • Gözün önünde ardında bir hail kalmadı mı bütün dünya dümdüz olur, göz, gayp levhini bile okur.
  • چون نظر پس کرد تا بدو وجود ** ماجرا و آغاز هستی رو نمود 2905
  • Gözünü ardına çevirdi mi varlığın başladığı zamandan itibaren bütün macera ve âlemin yaradılışı gözüne görünür!
  • بحث املاک زمین با کبریا ** در خلیفه کردن بابای ما
  • Yer meleklerinin ululuk ıssı Tanrı ile babamızın halife olması hususunda bahse giriştiklerini duyar görür.
  • چون نظر در پیش افکند او بدید ** آنچ خواهد بود تا محشر پدید
  • Ön tarafa baktı mı mahşere kadar ne olacaksa onların da hepsi gözünün önünde canlanır.
  • پس ز پس می‌بیند او تا اصل اصل ** پیش می‌بیند عیان تا روز فصل
  • Şu halde arkaya bakınca aslın aslına kadar... önüne bakınca kıyamete kadar her şey gözüne apaçık görünür.
  • هر کسی اندازه‌ی روشن‌دلی ** غیب را بیند به قدر صیقلی
  • Herkes gönlünün aydınlığı ve cilâsı nispetinde gaybı görür.
  • هر که صیقل بیش کرد او بیش دید ** بیشتر آمد برو صورت پدید 2910
  • Kim gönlünü daha fazla cilâladı ise daha ziyade görür... ona daha fazla suretler görünür.
  • گر تو گویی کان صفا فضل خداست ** نیز این توفیق صیقل زان عطاست
  • Sen eğer bu arılık Tanrı lûtfu dersen gönlünü arıtmaya muvaffak oluş da onun vergisidir, onun lûtfundandır.
  • قدر همت باشد آن جهد و دعا ** لیس للانسان الا ما سعی
  • O çalışma da o dua da himmet miktarıncadır... “İnsan, ancak çalıştığını elde eder!”
  • واهب همت خداوندست و بس ** همت شاهی ندارد هیچ خس
  • Himmeti veren ancak Tanrıdır... hiçbir saman çöpü, padişahın himmetine sahip değildir.
  • نیست تخصیص خدا کس را به کار ** مانع طوع و مراد و اختیار
  • Tanrının bir adamı bir işe ayırması, bir işe koşması, dileği, isteği, ihtiyar ve iradeyi men etmek değildir ki!
  • لیک چون رنجی دهد بدبخت را ** او گریزاند به کفران رخت را 2915
  • Fakat talihsize bir zahmet erdi mi o pılısını pırtısını toplar, küfür ve isyan semtine çeker.
  • نیکبختی را چو حق رنجی دهد ** رخت را نزدیکتر وا می‌نهد
  • Talihli birisine bir zahmet verdi mi o, pılısını pırtısını daha yakına çeker getirir.