چون نظر در پیش افکند او بدید ** آنچ خواهد بود تا محشر پدید
Ön tarafa baktı mı mahşere kadar ne olacaksa onların da hepsi gözünün önünde canlanır.
پس ز پس میبیند او تا اصل اصل ** پیش میبیند عیان تا روز فصل
Şu halde arkaya bakınca aslın aslına kadar... önüne bakınca kıyamete kadar her şey gözüne apaçık görünür.
هر کسی اندازهی روشندلی ** غیب را بیند به قدر صیقلی
Herkes gönlünün aydınlığı ve cilâsı nispetinde gaybı görür.
هر که صیقل بیش کرد او بیش دید ** بیشتر آمد برو صورت پدید2910
Kim gönlünü daha fazla cilâladı ise daha ziyade görür... ona daha fazla suretler görünür.
گر تو گویی کان صفا فضل خداست ** نیز این توفیق صیقل زان عطاست
Sen eğer bu arılık Tanrı lûtfu dersen gönlünü arıtmaya muvaffak oluş da onun vergisidir, onun lûtfundandır.
قدر همت باشد آن جهد و دعا ** لیس للانسان الا ما سعی
O çalışma da o dua da himmet miktarıncadır... “İnsan, ancak çalıştığını elde eder!”
واهب همت خداوندست و بس ** همت شاهی ندارد هیچ خس
Himmeti veren ancak Tanrıdır... hiçbir saman çöpü, padişahın himmetine sahip değildir.
نیست تخصیص خدا کس را به کار ** مانع طوع و مراد و اختیار
Tanrının bir adamı bir işe ayırması, bir işe koşması, dileği, isteği, ihtiyar ve iradeyi men etmek değildir ki!
لیک چون رنجی دهد بدبخت را ** او گریزاند به کفران رخت را2915
Fakat talihsize bir zahmet erdi mi o pılısını pırtısını toplar, küfür ve isyan semtine çeker.
نیکبختی را چو حق رنجی دهد ** رخت را نزدیکتر وا مینهد
Talihli birisine bir zahmet verdi mi o, pılısını pırtısını daha yakına çeker getirir.
بددلان از بیم جان در کارزار ** کرده اسباب هزیمت اختیار
Kötü yürekliler, korkularından savaşta kaçma sebeplerini ele alırlar, onlara yapışırlar.
پردلان در جنگ هم از بیم جان ** حمله کرده سوی صف دشمنان
Cesur erlerse yine can korkusundan düşman saflarına hücum ederler.
رستمان را ترس و غم وا پیش برد ** هم ز ترس آن بددل اندر خویش مرد
Korku ve tasa Rüstem’leri ileri götürür... o kötü yürekli korkaksa korkusundan olduğu yerde ölür gider.
چون محک آمد بلا و بیم جان ** زان پدید آید شجاع از هر جبان2920
Belâ ve can korkusu mihenktir... onun içindir yiğitler, tehlike anında korkaklardan ayırt edilirler.
وحی کردن حق به موسی علیهالسلام کی ای موسی من کی خالقم تعالی ترا دوست میدارم
Tanrı’nın Musa Aleyhisselâm’a”Ey Musa,ben yaratıcı Tanrı,seni seviyorum”diye vahyetmesi
گفت موسی را به وحی دل خدا ** کای گزیده دوست میدارم ترا
Tanrı Musa’nın gönlüne vahyetti: “Ey seçilmiş kişi ben seni seviyorum.”
گفت چه خصلت بود ای ذوالکرم ** موجب آن تا من آن افزون کنم
Musa ey kerem sahibi dedi: sebebini söyle de neyse onu arttırayım.
گفت چون طفلی به پیش والده ** وقت قهرش دست هم در وی زده
Tanrı dedi ki: Çocuk,anası kendisine kızsa bile yine anasına sarılır!
خود نداند که جز او دیار هست ** هم ازو مخمور هم از اوست مست
Ondan başka birisinin varlığını bile bilmez... ondan mahmurdur, ondan sarhoş.
مادرش گر سیلیی بر وی زند ** هم به مادر آید و بر وی تند2925
Anası ona bir sille indirse yine anasına gelir, ona sokulur.
از کسی یاری نخواهد غیر او ** اوست جمله شر او و خیر او
Ondan başka kimseden yardım istemez... bütün şerri de odur, bütün hayrı da o.
خاطر تو هم ز ما در خیر و شر ** التفاتش نیست جاهای دگر
Senin hatırında da hayırdan, şerden bizden başka kimse yok... başka yerlere dönüp bakmıyorsun bile!
غیر من پیشت چون سنگست و کلوخ ** گر صبی و گر جوان و گر شیوخ
Benden başka ne varsa sence taştan, kerpiçten ibaret... ister çocuk olsun, ister genç, ister ihtiyar, hiç kimseye aldırış ettiğin yok.
همچنانک ایاک نعبد در حنین ** در بلا از غیر تو لانستعین
Namazda “İyyake nâbüdü- yalnız sana taparız” ve belâ vakitlerinde “Senden başkasından yardım istemeyiz” demek de buna benzer.
هست این ایاک نعبد حصر را ** در لغت و آن از پی نفی ریا2930
Bu “İyyake nâbüdü” lûgatte hasrdır ve ancak ziyanı gidermeye münhasırdır.
هست ایاک نستعین هم بهر حصر ** حصر کرده استعانت را و قصر
“İyyake nestaîn” de hasr içindir ve yardım istemeyi yalnız Tanrı’ya hasreder.
که عبادت مر ترا آریم و بس ** طمع یاری هم ز تو داریم و بس
Yani bu ayetin mânası şudur: Ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım isteriz.
خشم کردن پادشاه بر ندیم و شفاعت کردن شفیع آن مغضوب علیه را و از پادشاه درخواستن و پادشاه شفاعت او قبول کردن و رنجیدن ندیم از این شفیع کی چرا شفاعت کردی
Padişahın nedime kızması,birisinin şefaat ederek bağışlanmasını,dilemesi,padişahın bu şefaati kabulü,nedimin,neden şefaat ettin diye o adama incinmesi
پادشاهی بر ندیمی خشم کرد ** خواست تا از وی برآرد دود و گرد
Bir padişah, nedimlerinden birine kızdı, onun tozunu dumanına katmak, onu mahvetmek istedi.
کرد شه شمشیر بیرون از غلاف ** تا زند بر وی جزای آن خلاف
Kılıcını kınından çekti, yaptığı hareketin cezasını verecek, nedimin başını kesecekti.
هیچ کس را زهره نه تا دم زند ** یا شفیعی بر شفاعت بر تند2935
Kimsede bir şey söyleme, yahut birisinin şefaat edip bağışlanmasını dilemeye kudret yoktu.
جز عمادالملک نامی در خواص ** در شفاعت مصطفیوارانه خاص
Yalnız padişah yakınlarından İmadülmülk adlı birisi, Mustafa’casına şefaate kalkıştı;
بر جهید و زود در سجده فتاد ** در زمان شه تیغ قهر از کف نهاد
Yerinden sıçrayıp hemen secdeye kapandı... padişah da derhal kılıcını elinden bıraktı..
گفت اگر دیوست من بخشیدمش ** ور بلیسی کرد من پوشیدمش
Dedi ki: “İfrit bile olsa bağışladım... Şeytan bile olsa suçunu örttüm.
چونک آمد پای تو اندر میان ** راضیم گر کرد مجرم صد زیان
Ayağını ortaya attın mı atmadın mı? Yüzlerce ziyanda bulunmuş olsa razıyım.
صد هزاران خشم را توانم شکست ** که ترا آن فضل و آن مقدار هست2940
Yüz binlerce kızgınlıktan geçebilirim... senin benim yanımda o derece bir değerin vardır.
لابهات را هیچ نتوانم شکست ** زآنک لابهی تو یقین لابهی منست
Senin yalvarmana aldırış etmezlikten gelemem... senin yalvarman benim yalvarmam demektir.
گر زمین و آسمان بر هم زدی ** ز انتقام این مرد بیرون نامدی
Yerle gök birbirine karışsaydı bu adamı yine affetmezdim.
ور شدی ذره به ذره لابهگر ** او نبردی این زمان از تیغ سر
Vücudunun her zerresi, ayrı, ayrı yalvarsaydı yine başını kılıçtan kurtaramazdı.
بر تو میننهیم منت ای کریم ** لیک شرح عزت تست ای ندیم
Fakat bağışladım diye seni minnetli bir hale getirmiyorum ha... yalnız benim yanımdaki değerinin anlatıyorum ey benim yanımdaki değerini anlatıyorum ey benim nedimim!
این نکردی تو که من کردم یقین ** ایی صفاتت در صفات ما دفین2945
Bunu sen yapmadın, ben yaptım... ey sıfatları, bizim sıfatlarımızda görülmüş, ey varlığını bize vermiş olan nedim!
تو درین مستعملی نی عاملی ** زانک محمول منی نی حاملی
Bu işi sen dileyerek yapmadın, içinden öyle geldi... seni bu işe sevk eden biziz... Çünkü ben, sana kendimi vermiş değilim, sen varlığını bana vermişsin!
ما رمیت اذ رمیت گشتهای ** خویشتن در موج چون کف هشتهای
“Sen atmadın o taşları... hakikatte Tanrı attı” ayetine mazhar olmuşsun... kendini köpük gibi dalgaya salıvermiş, bırakmışsın!
لا شدی پهلوی الا خانهگیر ** این عجب که هم اسیری هم امیر
Mademki lâ oldun, illânın yanında ev kur... şaşılacak şey şu: Hem esirsin hem bey!
آنچ دادی تو ندای شاه داد ** اوست بس الله اعلم بالرشاد
Ne verdiysen padişah verdi, sen vermedin... doğruyu Tanrı daha iyi bilir ya, ortada var olan ancak odur.
وآن ندیم رسته از زخم و بلا ** زین شفیع آزرد و برگشت از ولا2950
O nedim zahmetten belâdan kurtuldu, fakat bu şefaatçiye öyle bir incindi ki selâm bile vermez oldu.
دوستی ببرید زان مخلص تمام ** رو به حایط کرد تا نارد سلام
O ihlâs sahibi kişiden dostluğu kesti... yolda rastlasa yüzünü duvara döner, selâm vermezdi!
زین شفیع خویشتن بیگانه شد ** زین تعجب خلق در افسانه شد
Kendisini kurtaran arkadaşına âdeta yabancı olmuştu... halk şaşırdı, bu iş, ağızlara yayıldı, hikaye gibi söylenmeye başlandı.
که نه مجنونست یاری چون برید ** از کسی که جان او را وا خرید
Herkes, deli değilse neden canını satın alan arkadaşı ile dostluktan vazgeçti.
وا خریدش آن دم از گردن زدن ** خاک نعل پاش بایستی شدن
O, onun başını kurtardı, canını satın aldı... ayağının bastığı yer toprak kesilmeliydi.
بازگونه رفت و بیزاری گرفت ** با چنین دلدار کینداری گرفت2955
Halbuki bu tersine hareket etti, ondan vazgeçti, böyle bir dosta kin gütmeye başladı diyordu.
پس ملامت کرد او را مصلحی ** کیین جفا چون میکنی با ناصحی
Aralarını bulmak isteyen birisi onu kınadı da dedi ki: Böyle bir öğütçü dosta neden bu cefada bulunuyorsun?