-
آنچ دادی تو ندای شاه داد ** اوست بس الله اعلم بالرشاد
- Ne verdiysen padişah verdi, sen vermedin... doğruyu Tanrı daha iyi bilir ya, ortada var olan ancak odur.
-
وآن ندیم رسته از زخم و بلا ** زین شفیع آزرد و برگشت از ولا 2950
- O nedim zahmetten belâdan kurtuldu, fakat bu şefaatçiye öyle bir incindi ki selâm bile vermez oldu.
-
دوستی ببرید زان مخلص تمام ** رو به حایط کرد تا نارد سلام
- O ihlâs sahibi kişiden dostluğu kesti... yolda rastlasa yüzünü duvara döner, selâm vermezdi!
-
زین شفیع خویشتن بیگانه شد ** زین تعجب خلق در افسانه شد
- Kendisini kurtaran arkadaşına âdeta yabancı olmuştu... halk şaşırdı, bu iş, ağızlara yayıldı, hikaye gibi söylenmeye başlandı.
-
که نه مجنونست یاری چون برید ** از کسی که جان او را وا خرید
- Herkes, deli değilse neden canını satın alan arkadaşı ile dostluktan vazgeçti.
-
وا خریدش آن دم از گردن زدن ** خاک نعل پاش بایستی شدن
- O, onun başını kurtardı, canını satın aldı... ayağının bastığı yer toprak kesilmeliydi.
-
بازگونه رفت و بیزاری گرفت ** با چنین دلدار کینداری گرفت 2955
- Halbuki bu tersine hareket etti, ondan vazgeçti, böyle bir dosta kin gütmeye başladı diyordu.
-
پس ملامت کرد او را مصلحی ** کیین جفا چون میکنی با ناصحی
- Aralarını bulmak isteyen birisi onu kınadı da dedi ki: Böyle bir öğütçü dosta neden bu cefada bulunuyorsun?
-
جان تو بخرید آن دلدار خاص ** آن دم از گردن زدن کردت خلاص
- Padişahın o has dostu, senin canını satın aldı, boynun vurulmadı, kurtuldun, fakat seni o kurtardı!
-
گر بدی کردی نبایستی رمید ** خاصه نیکی کرد آن یار حمید
- Kötülük bile yapsaydı kaçmaman gerekti... halbuki o temiz ve iyi dost, sana iyilikte bulundu!
-
گفت بهر شاه مبذولست جان ** او چرا آید شفیع اندر میان
- Nedim dedi ki: Ben, canımı padişaha feda edecektim... o, neden araya girdi de şefaatte bulundu?
-
لی معالله وقت بود آن دم مرا ** لا یسع فیه نبی مجتبی 2960
- O anda ben Tanrıyla öyle bir haldeydim ki aramıza seçilmiş bir peygamber bile giremezdi!
-
من نخواهم رحمتی جز زخم شاه ** من نخواهم غیر آن شه را پناه
- Padişahın kahrından başka bir rahmet istemem, ondan başka kimseye sığınamam.
-
غیر شه را بهر آن لا کردهام ** که به سوی شه تولا کردهام
- Ben, padişaha yüz tutmuş, onu sevmiş, ondan başkasını yok bilmişim!
-
گر ببرد او به قهر خود سرم ** شاه بخشد شصت جان دیگرم
- Kahrı ile başımı kesse bile bana altmış tane can bağışlar!
-
کار من سربازی و بیخویشی است ** کار شاهنشاه من سربخشی است
- Benim işim başımla oynamak, arlıktan geçmektir... padişahımın işi de baş bağışlamaktır.
-
فخر آن سر که کف شاهش برد ** ننگ آن سر کو به غیری سر برد 2965
- Padişahın eliyle kesilen başa ne mutlu... yazıklar olsun ondan başkasına eğilen başa !
-
شب که شاه از قهر در قیرش کشید ** ننگ دارد از هزاران روز عید
- Padişah kahreder de geceyi zift gibi karanlık bir hale sokarsa gece, öyle bir yüce dereceye erer ki binlerce bayram günü olmadan bile arlanır!
-
خود طواف آنک او شهبین بود ** فوق قهر و لطف و کفر و دین بود
- Padişahı gören kimsenin padişahın etrafında dönmesi kahrın da üstündedir, lûtfun da; küfürden de üstündür, dinden de!
-
زان نیامد یک عبارت در جهان ** که نهانست و نهانست و نهان
- Buna ait âlemde bir söz yoktur... gizlidir, gizlidir gizli!
-
زانک این اسما و الفاظ حمید ** از گلابهی آدمی آمد پدید
- Çünkü bu güzel ve temiz adlarla sözler, Âdem kirmanından zuhur etti.
-
علم الاسما بد آدم را امام ** لیک نه اندر لباس عین و لام 2970
- “Allemel’esma” Âdem’e imamdı, fakat ayın lâm elbisesi ile değil!
-
چون نهاد از آب و گل بر سر کلاه ** گشت آن اسمای جانی روسیاه
- Âdem başına sudan,topraktan bir külâh koyunca o cana ait adların yüzü karardı.
-
که نقاب حرف و دم در خود کشید ** تا شود بر آب و گل معنی پدید
- Suyla topraktan mâna zuhur etsin diye cana ait adlar, harf ve nefes nikabiyle yüzlerini örttüler.
-
گرچه از یک وجه منطق کاشف است ** لیک از ده وجه پرده و مکنف است
- Söz, gerçi bir bakımdan mânayı açar ama on bakımdan da örter, gizler!
-
گفتن خلیل مر جبرئیل را علیهماالسلام چون پرسیدش کی الک حاجة خلیل جوابش داد کی اما الیک فلا
- Halil’e Cebrail aleyhisselâm’ın “Hacetin var mı? Diye sorması,onun da “Var..var ama senden değil“ diye cevap vermesi
-
من خلیل وقتم و او جبرئیل ** من نخواهم در بلا او را دلیل
- Ben, zamanın Halil’iyim, o da Cebrail’dir. Bela çağında onun kılavuzluğunu istemem ben!
-
او ادب ناموخت از جبریل راد ** که بپرسید از خیل حق مراد 2975
- O, Halil’e şefaat eden Cebrail’den edep öğrenmedi mi ki? Cebrail Tanrı Halil’ine
-
که مرادت هست تا یاری کنم ** ورنه بگریزم سبکباری کنم
- “Muradın var mı? Söyle de yardım edeyim... yoksa derhal çekip gideyim”... deyince
-
گفت ابراهیم نی رو از میان ** واسطه زحمت بود بعد العیان
- İbrahim, “hayır... sen aradan çık. Hakikat meydana çıktıktan sonra vasıta zahmettir” dedi.
-
بهر این دنیاست مرسل رابطه ** مومنان را زانک هست او واسطه
- Peygamber bu dünya için kulları Tanrıya ulaştıran bir bağdır. Çünkü o müminlerle Tanrı arasında bir vasıtadır.
-
هر دل ار سامع بدی وحی نهان ** حرف و صوتی کی بدی اندر جهان
- Fakat her gönül, gizli vahyi duyup işitseydi âlemde harf ve sese ne lüzum kalırdı?
-
گرچه او محو حقست و بیسرست ** لیک کار من از آن نازکترست 2980
- Gerçi o, Tanrıdan mahvolmuştur, başsızdır... fakat benim işim ondan da ince!
-
کردهی او کردهی شاهست لیک ** پیش ضعفم بد نمایندهست نیک
- Onun yaptığı iş Tanrı işidir, ben ona göre zayıfım... doğru, fakat bu iş, yine bana pek kötü görünmede!
-
آنچ عین لطف باشد بر عوام ** قهر شد بر نازنینان کرام
- Halka lûtfun ta kendisi olan şey, yüce ve nazenin erlere kahırdır.
-
بس بلا و رنج میباید کشید ** عامه را تا فرق را توانند دید
- Şu halde halk, zahmet ve belâlar çekmeli de aradaki farkı görüp anlamalı!
-
کین حروف واسطه ای یار غار ** پیش واصل خار باشد خار خار
- Ey hakikî dost, mânayı anlamaya vasıta olan bu harfler, mânaya erişmiş adama göre dikendir, hordur hakîrdir!
-
بس بلا و رنج بایست و وقوف ** تا رهد آن روح صافی از حروف 2985
- Öyleyse saf ruhun harflerden kurtulması için pek çok belâlar çekmesi, pek anlayışlı olması lâzımdır.
-
لیک بعضی زین صدا کرتر شدند ** باز بعضی صافی و برتر شدند
- Fakat bazıları bu sesten büsbütün sağır kesilirler, bazıları ise daha yücedir, daha üstün olurlar!
-
همچو آب نیل آمد این بلا ** سعد را آبست و خون بر اشقیا
- Bu belâ Nil ırmağına benzer, iyilere sudur, kötülere kan!
-
هر که پایانبینتر او مسعودتر ** جدتر او کارد که افزون دید بر
- Kim, sonu daha fazla görürse daha kutludur... daha ciddiyetle işe sarılır, ekin eker de daha fazla meyve toplar.
-
زانک داند کین جهان کاشتن ** هست بهر محشر و برداشتن
- Çünkü bilir ki bu ekim dünyası, mahşere hazırlanmak, ahirette burada ektiğini toplamak, devşirmek için yaratılmıştır.
-
هیچ عقدی بهر عین خود نبود ** بلک از بهر مقام ربح و سود 2990
- Hiçbir bağlantı yoktur ki yalnız o bağ için bağlansın... o bağlantı, bir ticaret elde etmek, bir kâr kazanmak içindir.
-
هیچ نبود منکری گر بنگری ** منکریاش بهر عین منکری
- Dikkat edersen görürsün ki hiçbir münkirin inkârı, sırf inkâr için değildir...
-
بل برای قهر خصم اندر حسد ** یا فزونی جستن و اظهار خود
- Hasedinden düşmanı kahretmek, yahut üstün olmayı dilemek, kendini göstermek içindir.
-
وآن فزونی هم پی طمع دگر ** بیمعانی چاشنی ندهد صور
- O üstünlük isteği de başka bir tamahladır... hâsılı mânalar olmadıkça suretlerin bir lezzeti olamaz!
-
زان همیپرسی چرا این میکنی ** که صور زیتست و معنی روشنی
- İşte onun için “Neden bunu yapıyorsun?” diye sorarsın... çünkü suretler zeytin yağıdır mâna ışık.
-
ورنه این گفتن چرا از بهر چیست ** چونک صورت بهر عین صورتیست 2995
- Değilse bu “Neden” sözü neden? Çünkü suret, ancak o suret için olsaydı “Neden bunu yapıyorsun?” diye sormazdın ki!
-
این چرا گفتن سال از فایدهست ** جز برای این چرا گفتن بدست
- Bu “Neden” diye sormak, bir şey öğrenmek içindir... bundan başka bir suretle neden diye sormak kötüdür.
-
از چه رو فایدهی جویی ای امین ** چون بود فایده این خود همین
- Ey emin adam, bunun faydası, sırrı bundan ibaretse neden hikmetini arıyorsun ya!
-
پس نقوش آسمان و اهل زمین ** نیست حکمت کان بود بهر همین
- Göğün ve yer ehlinin suretleri, ancak bu suretler için yaratılmışsa bunda bir hikmet yoktur ki!