-
زآنک نیم علم آمد این سال ** هر برونی را نباشد آن مجال
- Çünkü bu sual yarı bilgidir. Hiç bilmeyen, bu bilgiden dışarıda kalan bu soruyu soramaz.
-
هم سال از علم خیزد هم جواب ** همچنانک خار و گل از خاک و آب
- Sual de bilgiden doğar, cevap da... nitekim diken de toprakla sudan biter, gül de!
-
هم ضلال از علم خیزد هم هدی ** همچنانک تلخ و شیرین از ندا 3010
- Hem sapıklık bilgiden olur, hem doğru yolu buluş... nitekim acı da rutubetten hâsıl olur, tatlı da!
-
ز آشنایی خیزد این بغض و ولا ** وز غذای خویش بود سقم و قوی
- Bu nefret ve sevgi, aşinalıktan gelir... hastalık da iyi gıdadan olur, kuvvet de!
-
مستفید اعجمی شد آن کلیم ** تا عجمیان را کند زین سر علیم
- Tanrı Kelim’i de, acemilere bu sırrı bildirmek, onları faydalandırmak için kendini acemi yaptı.
-
ما هم از وی اعجمی سازیم خویش ** پاسخش آریم چون بیگانه پیش
- Bizde kendimizi ondan daha acemi yapalım da bilmez gibi cevabını dinleyelim.
-
خرفروشان خصم یکدیگر شدند ** تا کلید قفل آن عقد آمدند
- Eşek satanlar, o satışın anahtarını elde etmek için birbirlerine âdeta düşman olurlar, çekişir dururlar.
-
پس بفرمودش خدا ای ذولباب ** چون بپرسیدی بیا بشنو جواب 3015
- Tanrı buyurdu ki: Ey akıl sahibi Musa, madem ki sordun gel de cevabını duy.
-
موسیا تخمی بکار اندر زمین ** تا تو خود هم وا دهی انصاف این
- Ey Musa, yere bir tohum ek de bunun sırrını anla, insafa gel!
-
چونک موسی کشت و شد کشتش تمام ** خوشههااش یافت خوبی و نظام
- Musa tohum ekti, ekin bitti, kemale gelip başaklandı, güzelce, düzgünce yetişti...
-
داس بگرفت و مر آن را میبرید ** پس ندا از غیب در گوشش رسید
- Orağı alıp biçmeye başladı. Gaybtan kulağına bir ses geldi:
-
که چرا کشتی کنی و پروری ** چون کمالی یافت آن را میبری
- Neden ekiyor, besliyorsun da kemale gelince kesiyor, biçiyorsun?
-
گفت یا رب زان کنم ویران و پست ** که درینجا دانه هست و کاه هست 3020
- Musa dedi ki: Yarabbi, burada tane de var saman da... onun için kesiyorum.
-
دانه لایق نیست درانبار کاه ** کاه در انبار گندم هم تباه
- Çünkü tanenin saman ambarına konması lâyık değil... saman da buğday ambarına konursa yazık olur!
-
نیست حکمت این دو را آمیختن ** فرق واجب میکند در بیختن
- Bu ikisini karıştırmak hikmete uygun olamaz. Mutlaka elerken ayırt etmek lâzım.
-
گفت این دانش تو از کی یافتی ** که به دانش بیدری بر ساختی
- Tanrı dedi ki: Bu bilgiyi sen kimden aldın da bir harman meydana getiriyorsun?
-
گفت تمییزم تو دادی ای خدا ** گفت پس تمییز چون نبود مرا
- Musa,Tanrım bana bu temyizi sen verdin dedi... Tanrı dedi ki: Öyleyse bende nasıl olur da temyiz olmaz?
-
در خلایق روحهای پاک هست ** روحهای تیرهی گلناک هست 3025
- Halk arasında temiz ruhlar da var, topraklara bulanmış kara ruhlar da.
-
این صدفها نیست در یک مرتبه ** در یکی درست و در دیگر شبه
- Bu sedeflerin hepsi bir değil... birisinde inci var, öbüründe boncuk!
-
واجبست اظهار این نیک و تباه ** همچنانک اظهار گندمها ز کاه
- Buğdayları samandan ayırmak nasıl lâzımsa bu iyiyi de kötüyü de ayırmak vâcip.
-
بهر اظهارست این خلق جهان ** تا نماند گنج حکمتها نهان
- Bu âlem halkı, hikmet hazineleri gizli kalmasın, meydana çıksın diye yaratılmıştır.
-
کنت کنزا کنت مخفیا شنو ** جوهر خود گم مکن اظهار شو
- Ben bir hazineydim dedi Tanrı, hem de gizli... bunu duy da cevherini kaybetme, meydana çıkar!
-
بیان آنک روح حیوانی و عقل جز وی و وهم و خیال بر مثال دوغند و روح کی باقیست درین دوغ همچون روغن پنهانست
- Hayvani ruhla cüz’i akıl,vehim ve hayal ayrana benzer..bakî olan ruhsa bu ayranda gizli olan yağa
-
جوهر صدقت خفی شد در دروغ ** همچو طعم روغن اندر طعم دوغ 3030
- Ayran içinde yağ nasıl gizliyse, doğruluk cevherinde yalan da gizlidir.
-
آن دروغت این تن فانی بود ** راستت آن جان ربانی بود
- O yalanın, şu fâni tendir... doğrun da Tanrıya mensup olan can!
-
سالها این دوغ تن پیدا و فاش ** روغن جان اندرو فانی و لاش
- Yıllardır şu ten ayranı meydandadır da can yağı onda fâni ve değersiz bir hale gelmiştir.
-
تا فرستد حق رسولی بندهای ** دوغ را در خمره جنبانندهای
- Nihayet Tanrı, bir elçi kulunu, ayranı yayığa koyup döven birisini gönderir de,
-
تا بجنباند به هنجار و به فن ** تا بدانم من که پنهان بود من
- Bende bir ben gizli olduğunu bileyim diye sıfatla hünerle o yayığı döver.
-
یا کلام بندهای کان جزو اوست ** در رود در گوش او کو وحی جوست 3035
- Yahut da zatından âdeta bir cüz olan bir kulunun sözünü izhar eder de o söz, vahiy arayan kişinin kulağına girer.
-
اذن مومن وحی ما را واعیست ** آنچنان گوشی قرین داعیست
- Müminin kulağı, vahyimizi kavrar, beller... öyle kulak, insanı Hakk’a davet edenin eşidir, arkadaşıdır.
-
همچنانک گوش طفل از گفت مام ** پر شود ناطق شود او درکلام
- Âdeta çocuğun kulağına benzer; anasının sözleriyle dolar da söze başlar, konuşur.
-
ور نباشد طفل را گوش رشد ** گفت مادر نشنود گنگی شود
- Çocukta anlayan bir kulak olmazsa anasının sözünü duymaz, dilsiz olur.
-
دایما هر کر اصلی گنگ بود ** ناطق آنکس شد که از مادر شنود
- Anadan doğma sağır, daima dilsizdir de... söyleyen kişi, sözü önce anasından duymuştur.
-
دانک گوش کر و گنگ از آفتیست ** که پذیرای دم و تعلیم نیست 3040
- Bil ki sağır ve dilsizin kulağı, âfetlerden bir âfettir... ne söz dinlemeye kabiliyeti vardır, ne de bellemeye.
-
آنک بیتعلیم بد ناطق خداست ** که صفات او ز علتها جداست
- Belletilmeden söyleyen Tanrıdır, çünkü onun sıfatları, sebeplerden ayrıdır.
-
یا چو آدم کرده تلقینش خدا ** بیحجاب مادر و دایه و ازا
- Yahut Âdem gibi ana ve dadı hicabı olmaksızın Tanrı telkini ile söyler.
-
یا مسیحی که به تعلیم ودود ** در ولادت ناطق آمد در وجود
- Yahut da Tanrı belletmesiyle Mesih gibi doğar doğmaz konuşur.
-
از برای دفع تهمت در ولاد ** که نزادست از زنا و از فساد
- Doğuşundaki zina ve fesat töhmetlerini reddetmek, zinadan doğmadığını anlatmak için dile gelir.
-
جنبشی بایست اندر اجتهاد ** تا که دوغ آن روغن از دل باز داد 3045
- Çalışmada bir hareket gerek ki ayran, gönüldeki yağdan ayrılsın!
-
روغن اندر دوغ باشد چون عدم ** دوغ در هستی برآورده علم
- Yağ, ayran içinde âdeta yok gibidir de ayran, varlık alemine bayrak dikmiştir.
-
آنک هستت مینماید هست پوست ** وآنک فانی مینماید اصل اوست
- Sen de var olarak görünen deriden ibarettir... fâni görünen yok mu?Asıl var olan odur işte!
-
دوغ روغن ناگرفتست و کهن ** تا بنگزینی بنه خرجش مکن
- Yağlanmamış, eskimemiş ayranın varsa dövüp yağını çıkarmadıkça sakın harcama!
-
هین بگردانش به دانش دست دست ** تا نماید آنچ پنهان کرده است
- Hemen onu bilgiyle elden ele alarak döndüre dur da gizlendiğini meydana çıkarsın.
-
زآنک این فانی دلیل باقیست ** لابهی مستان دلیل ساقیست 3050
- Çünkü bu fâni olan şey, bakînin delilidir... nitekim sarhoşların yalvarmaları da sâkiye delildir!
-
مثال دیگر هم درین معنی
- Buna dair başka bir misâl
-
هست بازیهای آن شیر علم ** مخبری از بادهای مکتتم
- Bayraklardaki aslanların hareketi, gizli bir yelin varlığından haber verir.
-
گر نبودی جنبش آن بادها ** شیر مرده کی بجستی در هوا
- Yeller esmeseydi ölü aslan havada nasıl olur da hareket ederdi?
-
زان شناسی باد را گر آن صباست ** یا دبورست این بیان آن خفاست
- Aslanın hareketlerinden rüzgârın sabah yeli, yahut cenup rüzgârı olduğunu anlarsın... bu hareket, o gizli rüzgârı anlatır.
-
این بدن مانند آن شیر علم ** فکر میجنباند او را دم به دم
- Şu beden de bayraktaki aslana benzer... düşünce onu her an oynatır durur!
-
فکر کان از مشرق آید آن صباست ** وآنک از مغرب دبور با وباست 3055
- Doğudan gelen düşünce sabah yelidir... batıdan gelen ufunetli cenup yeli!
-
مشرق این باد فکرت دیگرست ** مغرب این باد فکرت زان سرست
- Bu düşünce yelinin doğuşu, başka doğudur... bu düşünce yelinin batısı, o yandadır!
-
مه جمادست و بود شرقش جماد ** جان جان جان بود شرق فاد
- Ay cansızdır, doğusu da cansız... fakat gönlün doğusu canlar canının canıdır!