-
تا بنفس خویش فرعون آمدش ** لابه میکردش دو تا گشته قدش
- Nihayet, Firavun, bizzat Musa Aleyhisselamın huzurunda eğilip yalvardı. (T.M.)
-
کانچ ما کردیم ای سلطان مکن ** نیست ما را روی ایراد سخن
- Ey Sultan! Söz söyleyecek yüzümüz yoksa da, bizim yaptıklarımızı, sen bize yapma! (T.M.)
-
پاره پاره گردمت فرمانپذیر ** من بعزت خوگرم سختم مگیر
- Parça parça olmuşum, niyazımız kabul et. Ben, izzet ve azamete alışmışım, bana sert muamele etme! (T.M.)
-
هین بجنبان لب به رحمت ای امین ** تا ببندد این دهانهی آتشین
- Ey emin Musa! Haydi, dudağını merhametle kımıldat da, belanın bu ateşli ağzı kapansın. (T.M.)
-
گفت یا رب میفریبد او مرا ** میفریبد او فریبندهی ترا 3595
- Musa Aleyhisselam, dedi ki: “Ya Rabbi! Firavun, beni aldatıyor; ama seni aldatamaz!” (T.M.)
-
بشنوم یا من دهم هم خدعهاش ** تا بداند اصل را آن فرعکش
- Onun hilesini kabul mü edeyim, yoksa o hilenin aslını bilmesi için, hudasına mukabelede bulunayım mı? (T.M.)
-
که اصل هر مکری و حیلت پیش ماست ** هر چه بر خاکست اصلش از سماست
- Her mekir ve hilenin aslı, bizdedir. Arz üzerinde olan her şeyin aslı, göktedir. (T.M.)
-
گفت حق آن سگ نیرزد هم به آن ** پیش سگ انداز از دور استخوان
- Cenab-ı Hakk, buyurdu ki: “Ya Musa! O köpek, hudaya değmez. Sen o köpeğin önüne, uzaktan bir kemik atıver.” (T.M.)
-
هین بجنبان آن عصا تا خاکها ** وا دهد هرچه ملخ کردش فنا
- Haydi asanı kımıldat da, topraklar, çekirgelerin yok ettiklerini yeniden versinler. (T.M.)
-
وان ملخها در زمان گردد سیاه ** تا ببیند خلق تبدیل اله 3600
- O çekirgeler, derhal yanıp simsiyah olsunlar da, halk, Allah’ın tebdil ve tahvilini görsün! (T.M.)
-
که سببها نیست حاجت مر مرا ** آن سبب بهر حجابست و غطا
- Benim sebeplere ihtiyacım yoktur. O sebepler, hakikati örtmek için birer perdedir. (T.M.)
-
تا طبیعی خویش بر دارو زند ** تا منجم رو با ستاره کند
- O sebepler, tabiatçı ilaca dayansın; müneccim, yıldızları gözlesin! (T.M.)
-
تا منافق از حریصی بامداد ** سوی بازار آید از بیم کساد
- Münafık, hırs ve tamah sevkiyle ve bir şey bulamamak korkusuyla, erkenden pazara gelsin! (T.M.)
-
بندگی ناکرده و ناشسته روی ** لقمهی دوزخ بگشته لقمهجوی
- Allah’a ibadet etmemiş, hatta yüzünü yıkamamışken, o cehennem lokması, yiyecek aramaktadır. (T.M.)
-
آکل و ماکول آمد جان عام ** همچو آن برهی چرنده از حطام 3605
- Yayılıp otlayan kuzu gibi, avam halkının canı da hem yer, hem de yenir. (T.M.)
-
میچرد آن بره و قصاب شاد ** کو برای ما چرد برگ مراد
- Kuzu otlayıp yayıldıkça, kasap, “O, bizim için otlayıp semiriyor” diye sevinir. (T.M.)
-
کار دوزخ میکنی در خوردنی ** بهر او خود را تو فربه میکنی
- Sen, yiyip içme hususunda, cehennem gibi oburluk eder, cehennem için semirir durursun. (T.M.)
-
کار خود کن روزی حکمت بچر ** تا شود فربه دل با کر و فر
- Bir gün bari hikmet otlağından yayıl da, kalbin, gelişip güzelleşsin! (T.M.)
-
خوردن تن مانع این خوردنست ** جان چو بازرگان و تن چون رهزنست
- Ama ten gıdası, bu hikmet rızkına mani olur. Çünkü ruh, tacirdir; ten ise, yol kesici! (T.M.)
-
شمع تاجر آنگهست افروخته ** که بود رهزن چو هیزم سوخته 3610
- Yol kesici, odun gibi yanar kül olursa, tacirin mumu parlak yanar. (T.M.)
-
که تو آن هوشی و باقی هوشپوش ** خویشتن را گم مکن یاوه مکوش
- Ey insan! Sen şuurdan ibaretsin, gerisi o şuuru örter. Binaenaleyh, kendini kaybetme de, boş yere uğraşma! (T.M.)
-
دانک هر شهوت چو خمرست و چو بنگ ** پردهی هوشست وعاقل زوست دنگ
- Bilmiş ol ki, her şehvet, şarap ve afyon gibi şuur perdesidir. Akıllı bir kimse, onun tesiriyle şaşkınlaşır. (T.M.)
-
خمر تنها نیست سرمستی هوش ** هر چه شهوانیست بندد چشم و گوش
- Sanma ki, insan ancak şaraptan sarhoş olur, aklı gider; bütün şehvetler, gözü ve kulağı bağlar! (T.M.)
-
آن بلیس از خمر خوردن دور بود ** مست بود او از تکبر وز جحود
- Şeytan, şarap içmekten uzaktı; onu, kibir ve inkârı sarhoş etmişti. (T.M.)
-
مست آن باشد که آن بیند که نیست ** زر نماید آنچ مس و آهنیست 3615
- Sarhoş, olmayanı var olarak gören, bakırı ve demiri de altın olarak gören kimsedir. (T.M.)
-
این سخن پایان ندارد موسیا ** لب بجنبان تا برون روژد گیا
- Ey Musa! Bu sözün sonu yoktur. Dudağını hemen oynat ki, yeniden yeşillikler bitsin. (T.M.)
-
همچنان کرد و هم اندر دم زمین ** سبز گشت از سنبل و حب ثمین
- Musa emre uyunca, derhal yeryüzü yeşerdi, sümbüller ve iri taneli başaklarla doldu. (T.M.)
-
اندر افتادند در لوت آن نفر ** قحط دیده مرده از جوع البقر
- Kıtlık görmüş ve sığır açlığına uğrayıp, ölüm haline gelmiş olan Kıptiler, hemen o nimete saldırdılar. (T.M.)
-
چند روزی سیر خوردند از عطا ** آن دمی و آدمی و چارپا
- İnsanlar ve hayvanlar, birkaç gün Hakk’ın bu ihsanı ile karınlarını iyice doyurdular.(T.M.)
-
چون شکم پر گشت و بر نعمت زدند ** وآن ضرورت رفت پس طاغی شدند 3620
- Karınları doyup bol bol nimet bulunca, isyankâr oldular; zaruret gidince azgınlaştılar. (T.M.)
-
نفس فرعونیست هان سیرش مکن ** تا نیارد یاد از آن کفر کهن
-
بی تف آتش نگردد نفس خوب ** تا نشد آهن چو اخگر هین مکوب
-
بیمجاعت نیست تن جنبشکنان ** آهن سردیست میکوبی بدان
- Bilmiş ol ki, beden aç kalmayınca, itaatkâr olmaz. Onu, tokken ibadete sevk etmek, soğuk demiri dövmek gibidir. (T.M.)
-
گر بگرید ور بنالد زار زار ** او نخواهد شد مسلمان هوش دار
- O beden ve ondaki nefs ağlasa ve inim inim inlese de, aklını başına al, Müslüman olmaz. (T.M.)
-
او چو فرعونست در قحط آنچنان ** پیش موسی سر نهد لابهکنان 3625
- Nefis, kıtlık zamanı Musa’nın huzurunda, yerlere kapanıp yalvaran Firavun’a benzer. (T.M.)
-
چونک مستغنی شد او طاغی شود ** خر چو بار انداخت اسکیزه زند
- İnsan, ihtiyaçtan kurtulunca azar. Hani eşeğin, yükünü atınca çifte fırlatması gibi... (T.M.)
-
پس فراموشش شود چون رفت پیش ** کار او زان آه و زاریهای خویش
- İşi ileri gitti ve muradı oldu mu, ağlayıp inlemeleri hep unutulur gider! (T.M.)
-
سالها مردی که در شهری بود ** یک زمان که چشم در خوابی رود
- Bir kimse, yıllarca bir şehirde otursa, hatta orada doğsa büyüse, sonra rüyasında… (T.M.)
-
شهر دیگر بیند او پر نیک و بد ** هیچ در یادش نیاید شهر خود
- İyi ve kötü şeylerle dolu bir şehir görse, kendi memleketini unutur. (T.M.)
-
که من آنجا بودهام این شهر نو ** نیست آن من درینجاام گرو 3630
- “Bulunduğum şehirde, yıllardan beri oturuyorum. Bu yeni şehir, benim memleketim değildir, ben burada iğreti bulunuyorum” demez. (T.M.)
-
بل چنان داند که خود پیوسته او ** هم درین شهرش به دست ابداع و خو
- Belki, daimi surette, gördüğü o yeni şehirde bulunmuş olduğunu zanneder. (T.M.)
-
چه عجب گر روح موطنهای خویش ** که بدستش مسکن و میلاد پیش
- Ruh da, doğup yer tuttuğu gayb âlemini, o eski vatanını, unutup bu dünyaya meyil gösterirse şaşılmaz. (T.M.)
-
مینیارد یاد کین دنیا چو خواب ** میفرو پوشد چو اختر را سحاب
- Çünkü bulutun yıldızları örttüğü gibi, uykuda, o eski vatanını hatırından çıkartır. (T.M.)
-
خاصه چندین شهرها را کوفته ** گردها از درک او ناروفته
- Hususiyle ruh, bu âleme gelinceye kadar birçok makama ayak basmıştır ki, o makamların tozu, hala onun idrakinden silinmemiştir.(T.M.)
-
اجتهاد گرم ناکرده که تا ** دل شود صاف و ببیند ماجرا 3635
- İnsan, başından geçenleri bilmek için, sıkı bir azimle işe girişip gönlünü arıtmamıştır ki! (T.M.)
-
سر برون آرد دلش از بخش راز ** اول و آخر ببیند چشم باز
- Mücahade ile bir ruhun kalbi, esrar penceresinden başını çıkarır da, açılan gözü, evveli ve ahiri görür. (T.M.)
-
اطوار و منازل خلقت آدمی از ابتدا
-
آمده اول به اقلیم جماد ** وز جمادی در نباتی اوفتاد
- Ruh-i insanî, evvela “Cemat” mertebesine geldi, oradan “Nebatat” mertebesine intikal etti. (T.M.)
-
سالها اندر نباتی عمر کرد ** وز جمادی یاد ناورد از نبرد
- Yıllarca “Nebatat” âleminde yaşadı da, “Cemat” âleminde bulunduğunu hatırlamadı. Hatta “Cemat” ile harbetti. (T.M.)
-
وز نباتی چون به حیوانی فتاد ** نامدش حال نباتی هیچ یاد
- “Nebatat” âleminden, “Hayvanat” âlemine intikal edince, bu defa da, “Nebat” âleminde bulunmuş olduğu hatırına gelmedi. (T.M.)
-
جز همین میلی که دارد سوی آن ** خاصه در وقت بهار و ضیمران 3640
- Ancak, nebatata karşı, hususiyle baharda çiçeklerin açıldığı devrede bir meyli vardır. (T.M.)