English    Türkçe    فارسی   

4
364-413

  • تا ببینم غایت حلمت شها ** اه کرا باشد مجال این کرا
  • “Padişahım, senin hilmin nereye kadardır? Onu görmek istedim” gibi bir söz söyledi mi hiç? Ah, bu mecal kimde var, kimde?
  • عقل تو از بس که آمد خیره‌سر ** هست عذرت از گناه تو بتر 365
  • Senin aklın şaşmış, pek sersemlemişsin... özrün günahından beter!
  • آنک او افراشت سقف آسمان ** تو چه دانی کردن او را امتحان
  • Gök kubbeyi yücelteni sınamak ha! Sen, bunu ne bilirsin ki?
  • ای ندانسته تو شر و خیر را ** امتحان خود را کن آنگه غیر را
  • A hayrı, şerri bilmeyen, sen kendini sına, başkasını değil!
  • امتحان خود چو کردی ای فلان ** فارغ آیی ز امتحان دیگران
  • Kendini sınadın mı başkalarını sınamadanvazgeçersin.
  • چون بدانستی که شکردانه‌ای ** پس بدانی کاهل شکرخانه‌ای
  • Şeker parçası olduğunu bildin mi, şeker yapılan ve satılan yere layık olduğunu da bilirsin.
  • پس بدان بی‌امتحانی که اله ** شکری نفرستدت ناجایگاه 370
  • Sınamaksızın şunu bil ki Allah, yersiz, zamansız şeker göndermez sana.
  • این بدان بی‌امتحان از علم شاه ** چون سری نفرستدت در پایگاه
  • Sınamaksızın şunu bil ki eğer başsan Allah, seni ayakkabı konan yere göndermez!
  • هیچ عاقل افکند در ثمین ** در میان مستراحی پر چمین
  • Akıllı kişi, hiç değerli bir inciyi abdes hane de sidik gölcüğüne atar mı?
  • زانک گندم را حکیم آگهی ** هیچ نفرستد به انبار کهی
  • Anlayışlı hâkim bile buğdayı saman ambarına göndermez.
  • شیخ را که پیشوا و رهبرست ** گر مریدی امتحان کرد او خرست
  • Mürit, önden giden, kılavuz olan şeyhi sınamaya kalkışırsa eşektir.
  • امتحانش گر کنی در راه دین ** هم تو گردی ممتحن ای بی‌یقین 375
  • Din yolunda onu sınamaya kalkıştın mı a hakikatten haberi olmayan, sen sınanmış olursun...
  • جرات و جهلت شود عریان و فاش ** او برهنه کی شود زان افتتاش
  • Senin cüretin, senin bilgisizliğin çırçıplak olur, âleme yayılır... Yoksa o, bu araştırmayla nereden anlaşılır; nasıl meydana çıkar?
  • گر بیاید ذره سنجد کوه را ** بر درد زان که ترازوش ای فتی
  • A yiğidim, bir zerre, kalkar da dağı tartmağa girişirse terazisi parçalanır gider!
  • کز قیاس خود ترازو می‌تند ** مرد حق را در ترازو می‌کند
  • Onlarda kendi akıllarınca bir terazi düzenler de Allah erini o teraziyle tartmağa kalkarlar!
  • چون نگنجد او به میزان خرد ** پس ترازوی خرد را بر درد
  • Hâlbuki o, akıl terazisine bile sığmaz... Akıl terazisini bile kırar, parçalar!
  • امتحان هم‌چون تصرف دان درو ** تو تصرف بر چنان شاهی مجو 380
  • Onu sınamak, ona emrine göre hükmetmek gibidir... Öyle bir padişaha buyruk buyurtmaya kalkışma sakın!
  • چه تصرف کرد خواهد نقشها ** بر چنان نقاش بهر ابتلا
  • Hiç ressamlar, öyle bir ressamı sınayabilir, öyle bir ressama hüküm yürütebilir mi?
  • امتحانی گر بدانست و بدید ** نی که هم نقاش آن بر وی کشید
  • Eğer ressama bir sınama belirdiyse, ressam bir sınama bilgisine sahip olsaydı onu da çizen yine o ressam değil midir?
  • چه قدر باشد خود این صورت که بست ** پیش صورتها که در علم ویست
  • Artık o ressamın bilgisindeki suretlere nazaran bu ressamın çizdiği suret nedir ki?
  • وسوسه‌ی این امتحان چون آمدت ** بخت بد دان کمد و گردن زدت
  • Sana bir sınama vesvesesi geldi mi onu kötü talih bil... Gelip çatmış, boynunu vurmuştur!
  • چون چنین وسواس دیدی زود زود ** با خدا گرد و در آ اندر سجود 385
  • Böyle bir vesveseye uğradın mı çabucacık Allah’a dön secdeye var...
  • سجده گه را تر کن از اشک روان ** کای خدا تو وا رهانم زین گمان
  • Secde yerini gözyaşlarınla ısla... Ey Allah, beni bu şüpheden kurtar de!
  • آن زمان کت امتحان مطلوب شد ** مسجد دین تو پر خروب شد
  • Sınamayı diledin mi işte o zaman din mescidin keçiboynuzuyla dolu demektir!
  • قصه‌ی مسجد اقصی و خروب و عزم کردن داود علیه‌السلام پیش از سلیمان علیه‌السلام بر بنای آن مسجد
  • Mescid-i Aksa ve keçiboynuzu, Davut aleyhisselâm’ın, Süleyman aleyhisselâm’dan önce o mescidi yapmaya niyetlenmesi
  • چون درآمد عزم داودی به تنگ ** که بسازد مسجد اقصی به سنگ
  • Davut iyiden iyi taşla Mescid-i Aksâ’yı yapmaya niyetlendi, bu niyetle daraldı, bu işe girişmeyi iyice kurdu.
  • وحی کردش حق که ترک این بخوان ** که ز دستت برنیاید این مکان
  • Allah, “Bu işten vazgeç... Bu mescidi sen yapamazsın.
  • نیست در تقدیر ما آنک تو این ** مسجد اقصی بر آری ای گزین 390
  • Ey seçilmiş kişi, Mescid-i Aksâ’yı senin yapmanı biz takdir etmedik” diye kendisine vahiy etti.
  • گفت جرمم چیست ای دانای راز ** که مرا گویی که مسجد را مساز
  • Davut “Ey sırları bilen Allah, suçum nedir? Neden mescidi yapma diyorsun bana?” dedi.
  • گفت بی‌جرمی تو خونها کرده‌ای ** خون مظلومان بگردن برده‌ای
  • Allah dedi ki: “Suçsuzsun, suçun yok ama kanlara girmişsin... Mazlumların kanlarını boynuna almışsın!
  • که ز آواز تو خلقی بی‌شمار ** جان بدادند و شدند آن را شکار
  • Senin sesinden sayısız halk can verdi; sayısız halk, ona av oldu!
  • خون بسی رفتست بر آواز تو ** بر صدای خوب جان‌پرداز تو
  • Sesin bir hayli kana girmiş, canlar yakan güzel nağmelerin bir hayli adamı canından etmiştir!”
  • گفت مغلوب تو بودم مست تو ** دست من بر بسته بود از دست تو 395
  • Davut dedi ki: “Senin mağlûbundum, senin sarhoşundum... Elim, senin kuvvet ve kudretinle bağlıydı.
  • نه که هر مغلوب شه مرحوم بود ** نه که المغلوب کالمعدوم بود
  • Padişah mağlûp olana acınmaz mı? Mağlûp, âdeta yok demek değil midir?
  • گفت این مغلوب معدومیست کو ** جز به نسبت نیست معدوم ایقنوا
  • Allah buyurdu ki: Bu mağlûp, öyle bir yoktur ki vara nispetle zahiren yok olmuş değildir, iyice anlayın bunu!
  • این چنین معدوم کو از خویش رفت ** بهترین هستها افتاد و زفت
  • Bu çeşit yok olan, kendinden geçmiş, var olanların en iyisi, en ulusu olmuştur.
  • او به نسبت با صفات حق فناست ** در حقیقت در فنا او را بقاست
  • O, Allah sıfatlarına nispetle yoktur... Fakat hakikatte ona yoklukta bir varlık vardır.
  • جمله‌ی ارواح در تدبیر اوست ** جمله‌ی اشباح هم در تیر اوست 400
  • Bütün ruhlar onun tedbirindedir... Bütün cesetler onun hükmündedir.
  • آنک او مغلوب اندر لطف ماست ** نیست مضطر بلک مختار ولاست
  • Bizim lütfumuza mağlup olan iradesiz, ihtiyarsız ve âciz kalmış değildir; o, bizim sevgimizde ihtiyar sahibi olmuştur.
  • منتهای اختیار آنست خود ** که اختیارش گردد اینجا مفتقد
  • Zaten ihtiyar ve iradenin sonu da budur, yani insanın mevhum irade ve ihtiyarının bu makamda yok oluşudur.
  • اختیاری را نبودی چاشنی ** گر نگشتی آخر او محو از منی
  • Zaten nihayet o, mevhum varlıktan mahvolmasaydı hiçbir ihtiyar ve iradeden lezzet alamaz, zevk bulamazdı.
  • در جهان گر لقمه و گر شربتست ** لذت او فرع محو لذتست
  • Dünyada ister yenecek lokma olsun, ister içilecek bir şey... Onun lezzeti, lezzetten kesilmesinin fer’idir. (İnsan, yediği, içtiği şeylerin lezzetini kaybetmedikçe yiyeceği ve içeceği şeylerden lezzet alamaz. Maddi lezzetlerden kesilmedikçe manevi lezzeti bulamaz)
  • گرچه از لذات بی‌تاثیر شد ** لذتی بود او و لذت‌گیر شد 405
  • Lezzetten geçen gerçi bütün lezzetlere aldırış etmez bir hale gelir ama hakikatte kendisi lezzet kesilir, lezzetten hiç ayrılmaz olur!
  • شرح انما المؤمنون اخوة والعلماء کنفس واحدة خاصه اتحاد داود و سلیمان و سایر انبیا علیهم‌السلام کی اگر یکی ازیشان را منکر شوی ایمان به هیچ نبی درست نباشد و این علامت اتحادست کی یک خانه از هزاران خانه ویران کنی آن همه ویران شود و یک دیوار قایم نماند کی لانفرق بین احد منهم و العاقل یکفیه الاشارة این خود از اشارت گذشت
  • Söz, ancak budur: “İnsanlar kardeştir” ve “Âlimler, tek bir insan gibidir” hadislerinin şerhi, bilhassa Davud ve Süleyman Peygamberlerle diğer peygamberlerin -aleyhisselâm- birliği, birisini inkâr edenin, hiçbir peygambere iman etmemiş sayılacağı. Birlik alâmeti olarak o binlerce evden birini yıktın mı hepsinin yıkılmış ve bir duvarın bile ayakta kalmamış olacağı, Allah’ın “Biz onların arasından bir tanesini bile ayırt etmeyiz” demesi… Âkil kişiye bir işaret yeter, zaten bu, işareti de geçti ya!
  • گرچه بر ناید به جهد و زور تو ** لیک مسجد را برآرد پور تو
  • Bu iş senin zorunla, senin kuvvetinle olmayacak ama o mescidi, oğlun yapacak!
  • کرده‌ی او کرده‌ی تست ای حکیم ** مومنان را اتصالی دان قدیم
  • Ey hikmet sahibi, onun yaptığı senin yaptığındır... Evveline evvel olmayan bir zamandan beri inananlar, birbirlerinin aynıdır, birdir onlar!
  • مومنان معدود لیک ایمان یکی ** جسمشان معدود لیکن جان یکی
  • İnananlar sayılıdır, çoktur ama iman birdir... Cisimleri çoktur ama canları tektir.
  • غیرفهم و جان که در گاو و خرست ** آدمی را عقل و جانی دیگرست
  • İnsanda öküzün, eşeğin anlayışından ve canından başka bir akıl, başka bir can vardır.
  • باز غیرجان و عقل آدمی ** هست جانی در ولی آن دمی 410
  • O deme erişen, o makamda Allah velisi olan kişide de, insandaki candan, akıldan başka ve ayrı bir can ve akıl vardır.
  • جان حیوانی ندارد اتحاد ** تو مجو این اتحاد از روح باد
  • Hayvani canlarda birlik yoktur... Sen bu birliği rüzgârın ruhunda arama!
  • گر خورد این نان نگردد سیر آن ** ور کشد بار این نگردد او گران
  • Bu hayvani can, ekmek yese insani ruhun karnı doymaz; bu yük çekse o, sıkıntı çekmez!
  • بلک این شادی کند از مرگ او ** از حسد میرد چو بیند برگ او
  • Hatta onun ölümüyle bu hayvani ruh, neşelenir, sevinir... İnsani ruhun bir şey elde ettiğini görünce de hasedinden ölür!