نیست آن جنبش که در اصبع تراست ** پیش اصبع یا پسش یا چپ و راست
Parmağındaki hareket, parmağının önünden, ardından, sağından, solundan değildir. (T.M.)
وقت خواب و مرگ از وی میرود ** وقت بیداری قرینش میشود
Uyku ve ölüm halinde, o hareket parmaktan gider... Uyanınca, yine avdet eder. (T.M.)
از چه ره میآید اندر اصبعت ** که اصبعت بی او ندارد منفعت3690
O hareket, parmağına hangi yoldan geliyor? Nitekim o olmasa, parmağının faydası kalmaz. (T.M.)
نور چشم و مردمک در دیدهات ** از چه ره آمد به غیر شش جهت
Gözünde ve gözbebeğinde olan görüş nuru, altı cihetten de gelmiyor. Fakat hangi yolla geliyor? (T.M.)
عالم خلقست با سوی و جهات ** بیجهت دان عالم امر و صفات
Halk âlemi, cihetlidir; emir ve sıfatlar âlemi ise, bila cihettir. (T.M.)
بیجهت دان عالم امر ای صنم ** بیجهتتر باشد آمر لاجرم
Güzelim! Emir âlemini cihetsiz bil! Emir âlemi cihetsiz olunca, onun sahibi bulunan Cenab-ı Hakk, elbette cihetten münezzehtir. (T.M.)
بیجهت بد عقل و علام البیان ** عقلتر از عقل و جانتر هم ز جان
Akıl, âlem-i emirden bulunduğu cihetle, cihetsiz olunca, Alam-ül Beyan olan Allah, akıldan üstün akıl, candan üstün candır. (T.M.)
بیتعلق نیست مخلوقی بدو ** آن تعلق هست بیچون ای عمو3695
Hiçbir mahluk, ona alakasız değildir. Lakin bu alaka, keyfiyetsizdir. (T.M.)
زانک فصل و وصل نبود در روان ** غیر فصل و وصل نندیشد گمان
Zira ruhta ne kavuşma vardır, ne ayrılma... Fakat zan, ayrılmak ve kavuşmaktan başka bir şey bilmez! (T.M.)
غیر فصل و وصل پی بر از دلیل ** لیک پی بردن بننشاند غلیل
Ayrılma ve kavuşmadan başka bir delil ara. Lakin kavuşma ile ayrılmadan başka delil aramak, hastayı teskin eylemez. (T.M.)
پی پیاپی میبر ار دوری ز اصل ** تا رگ مردیت آرد سوی وصل
Asıldan uzaksan, yakınlığa doğru daima iz ara ki, sendeki erlik damarı, seni vuslata götürsün. (T.M.)
این تعلق را خرد چون ره برد ** بستهی فصلست و وصلست این خرد
Bu manevî alakayı, akıl nasıl anlayabilir? Çünkü o, ayrılığa ve bitişik olmaya bağlıdır. (T.M.)
زین وصیت کرد ما را مصطفی ** بحث کم جویید در ذات خدا3700
Bundan dolayı, Hz. Mustafa s.a.v. “Allah’ın zatına dair mübahase etmeyin” diye, bize vasiyet etmiştir. (T.M.)
آنک در ذاتش تفکر کردنیست ** در حقیقت آن نظر در ذات نیست
Zatı ve mahiyeti ile tefekkür edilebilen şeylere karşı olan bakış ve görüş, Hakk’ın zatına olamaz ve göremez. (T.M.)
هست آن پندار او زیرا به راه ** صد هزاران پرده آمد تا اله
Çünkü düşünenin zannı ve düşüncesi, ancak yola taalluk eder. O zan ve düşünce ile Zat-ı ilahî arasında ise, yüzbinlerce perde vardır. (T.M.)
هر یکی در پردهای موصول خوست ** وهم او آنست که آن خود عین هوست
Herkes bir perde ile örtülmüştür. “Hakk’ın hakikatine vasıl oldum” zannı, kendi vehmidir. (T.M.)
پس پیمبر دفع کرد این وهم از او ** تا نباشد در غلط سوداپز او
Bu yüzden, anlayışın idraki yanılmasın diye, Hz. Peygamber (T.M.)
وانکه اندر وهم او ترک ادب ** بیادب را سرنگونی داد رب3705
Vehminde edepsizlik bulunan kimseyi, Rabbin hışmı baş aşağı (T.M.)
سرنگونی آن بود کو سوی زیر ** میرود پندارد او کو هست چیر
Baş aşağı oluş, aşağılara doğru gitmektir. Hâlbuki böyle olan kimse, kendisini yükseliyorum zanneder. (T.M.)
زانک حد مست باشد این چنین ** کو نداند آسمان را از زمین
در عجبهااش به فکر اندر روید ** از عظیمی وز مهابت گم شوید
Allah’ın şaşılacak kudretini ve garip mahlukatını düşünün de, yüceliği karşısında, kendinizi kaybedin! (T.M.)
چون ز صنعش ریش و سبلت گم کند ** حد خود داند ز صانع تن زند
Cenab-ı Hakk’ın kemal sıfatını düşünen kimse, sakalını, bıyığını kaybeder. (T.M.)
جز که لا احصی نگوید او ز جان ** کز شمار و حد برونست آن بیان3710
O kimse, candan ve gönülden: “Ben seni övemem” demekten başka bir şey yapamaz. Çünkü Zat-ı ilahînin beyanı, sayıdan ve hesaptan ötedir. (T.M.)
رفتن ذوالقرنین به کوه قاف و درخواست کردن کی ای کوه قاف از عظمت صفت حق ما را بگو و گفتن کوه قاف کی صفت عظمت او در گفت نیاید کی پیش آنها ادراکها فدا شود و لابه کردن ذوالقرنین کی از صنایعش کی در خاطر داری و بر تو گفتن آن آسانتر بود بگوی
Zülkarneyn'in Kafdağına gitmesi ve "Ey Kafdağı, bize Allah'nın ululuğundan bahset" demesi, dağın da "Onun ululuğu söze gelmez.. o ululuk karşısında anlayışlar yok olur" diye cevap vermesi, Zülkarneyn'in "Bari hatırında olan ve sence söylemesi kolay bulunan Allah sanatlarından bahset" diye yalvarması.
رفت ذوالقرنین سوی کوه قاف ** دید او را کز زمرد بود صاف
Zülkarneyn, Kaf dağına gitti... o dağın saf zümrütten olduğunu gördü.
گرد عالم حلقه گشته او محیط ** ماند حیران اندر آن خلق بسیط
Bütün âlemi halka gibi çepeçevre çevirmişti... Zülkarneyn, o dağı görüp şaşırdı.
گفت تو کوهی دگرها چیستند ** که به پیش عظم تو بازیستند
Dedi ki: Sen dağsan öbür dağlar ne? Onlar senin yanında bir oyuncak âdeta!
گفت رگهای مناند آن کوهها ** مثل من نبوند در حسن و بها
Kaf dağı dedi ki: O dağlar, benim damarlarımdır... onlar, güzellikte, alımda bana eş olmazlar.
من به هر شهری رگی دارم نهان ** بر عروقم بسته اطراف جهان3715
Benim her şehirde gizli bir damarım vardır... âlemin çevresi damarlarıma bağlıdır.
حق چو خواهد زلزلهی شهری مرا ** گوید او من بر جهانم عرق را
Allah, bir şehirde yer deprentisi yapmak isterse bana söyler, ben oraya varan damarı oynatırım.
پس بجنبانم من آن رگ را بقهر ** که بدان رگ متصل گشتست شهر
O şehre ulaşan damarı kahırla oynattım mı orada yer deprenir.
چون بگوید بس شود ساکن رگم ** ساکنم وز روی فعل اندر تگم
Allah yeter deyince damarım yatışır... durur görünürüm ama daima işteyim ben!
همچو مرهم ساکن و بس کارکن ** چون خرد ساکن وزو جنبان سخن
Merhem gibi dururum ama hayli iş görürüm... akıl gibi hani; o da durur ama söz, ondan doğar, harekete gelir.
نزد آنکس که نداند عقلش این ** زلزله هست از بخارات زمین3720
Fakat bunu aklı kavramayana göre yer deprentisi yerdeki buharlardan olur.
موری بر کاغذ میرفت نبشتن قلم دید قلم را ستودن گرفت موری دیگر کی چشم تیزتر بود گفت ستایش انگشتان را کن کی آن هنر ازیشان میبینم موری دگر کی از هر دو چشم روشنتر بود گفت من بازو را ستایم کی انگشتان فرع بازواند الی آخره
Bir karınca, kağıtta giderken kalemin yazı yazdığını görüp kalemi öğmeğe başladı. Gözü keskin olan başka bir karınca, ben görüyorum dedi.. bu hüner parmaklardan;parmakları öğ. Gözü ikisinden de daha iyi gören bir başka karınca dedi ki: Ben,kolu öğerim; çünkü parmaklar, kolun fer'idir saire..
مورکی بر کاغذی دید او قلم ** گفت با مور دگر این راز هم
Bir karıncacık, kâğıt üstünde kalemi gördü; bu sırrı bir başka karıncaya söyledi.
که عجایب نقشها آن کلک کرد ** همچو ریحان و چو سوسنزار و ورد
Dedi ki: O kalem, kağıdı fesleğen, süsen ve gül bahçesi haline getirdi... acayip şekiller yaptı.
گفت آن مور اصبعست آن پیشهور ** وین قلم در فعل فرعست و اثر
O karınca, o sanatı yapan parmaklardır... şu kalem, yaptığı işte parmaklara tabidir, parmakların fer-i ve eseridir dedi.
گفت آن مور سوم کز بازوست ** که اصبع لاغر ز زورش نقش بست
Üçüncü karınca dedi ki: Hayır... onları yapan koldur. Arık parmaklar, onun kuvvetiyle o nakışları çizdi.
همچنین میرفت بالا تا یکی ** مهتر موران فطن بود اندکی3725
Böylece her biri bahiste ileriye doğru gitti. Nihayet birazcık anlayışı olan ve karıncaların ulusu bulunan bir karınca,
گفت کز صورت مبینید این هنر ** که به خواب و مرگ گردد بیخبر
Dedi ki: Bu hüneri, suret yapıyor sanmayın, öyle görmeyin! Suret, uykuda ve ölümde bundan bihaberdir.
صورت آمد چون لباس و چون عصا ** جز به عقل و جان نجنبد نقشها
Suret elbise ve sopa gibidir... bu nakışları, akıldan, candan başka bir şey yapamaz!
بیخبر بود او که آن عقل و فاد ** بی ز تقلیب خدا باشد جماد
Halbuki o da, akılla canın, Allahnın döndürüp hareket ettirmesi olmazsa cansız bir şeyden ibaret olduğunu bilmiyordu.
یک زمان از وی عنایت بر کند ** عقل زیرک ابلهیها میکند
Allah, akıldan bir an inayeti kesti mi zeka sahibi olan akıl, aptallılar yapar.
چونش گویا یافت ذوالقرنین گفت ** چونک کوه قاف در نطق سفت3730
Zülkarneyn, Kafdağı'nın konuştuğunu, söz incilerini deldiğini görünce,
کای سخنگوی خبیر رازدان ** از صفات حق بکن با من بیان
Dedi ki: Ey sırları bilen ve her şeyden haberi olan, söz söyleyen dağ, bana Allah sanatlarından bahset.
گفت رو کان وصف از آن هایلترست ** که بیان بر وی تواند برد دست
Kaf dağı dedi ki: Yürü... Allah sanatları söylenebilmekten söze gelmekten çok üstündür.
یا قلم را زهره باشد که به سر ** بر نویسد بر صحایف زان خبر
Yahut kalemin ne haddi vardır ki sayfalara o sanatların nişânesini yazabilsin!
گفت کمتر داستانی باز گو ** از عجبهای حق ای حبر نکو
Zülkarneyn, ona ait küçük bir hikâye olsun söyle... Allahnın şaşılacak kudretlerinden bahset ey iyi huylu âlim dedi.
گفت اینک دشت سیصدساله راه ** کوههای برف پر کردست شاه3735
Kaf dağı dedi ki: "İşte sana üç yüz yıllık yol olan şu ova. Padişah, onu kar dağlarıyla doldurmuştur.
کوه بر که بیشمار و بیعدد ** میرسد در هر زمان برفش مدد
Dağ, dağın üstüne sayısız olarak yığılmıştır... daha da her zaman oraya kar yağıp durmada!
کوه برفی میزند بر دیگری ** میرساند برف سردی تا ثری
Bir kar dağının üstüne başka bir kar dağı yığılıp durmada... karın soğukluğu, ta yerin dibine kadar işlemede!