-
گفت نتوانی و طاقت نبودت ** حس ضعیفست و تنک سخت آیدت
- Cebrail dedi ki: "Takatın yoktur göremezsin... duygu zayıftır, pek yufkadır!"
-
گفت بنما تا ببیند این جسد ** تا چد حد حس نازکست و بیمدد
- Peygamber "Görün bakayım da bu beden, duygunun ne derece zayıf ve kuvvetsiz olduğunu anlasın" dedi.
-
آدمی را هست حس تن سقیم ** لیک در باطن یکی خلقی عظیم
- İnsanın bedenine Ait duygusu noksandır. Fakat içinde pek ulu, güzel bir huy vardır.
-
بر مثال سنگ و آهن این تنه ** لیک هست او در صفت آتشزنه 3760
- İnsanın bedeni ile ruhu taşla demire benzer. Fakat bu taşla demir, sıfat ve eser bakımından bir çakmaktır.
-
سنگ وآهن مولد ایجاد نار ** زاد آتش بر دو والد قهربار
- Ateş, taşla demirden doğar... doğar da bu iki babaya kahırlar yağdırır!
-
باز آتش دستکار وصف تن ** هست قاهر بر تن او و شعلهزن
- Ateş, bedene ait bir sıfattır... fakat bedeni kahreder, alevler çıkarır!
-
باز در تن شعله ابراهیموار ** که ازو مقهور گردد برج نار
- Öyle olduğu halde yine bedende öyle bir ışık vardır ki ışık, İbrahim gibi ateş burcunu kahreder!
-
لاجرم گفت آن رسول ذو فنون ** رمز نحن الاخرون السابقون
- Hâsılı o bilgili peygamber "Biz, ileri gidenlerin artta gelenleriyiz" remzini söyledi.
-
ظاهر این دو بسندانی زبون ** در صفت از کان آهنها فزون 3765
- Görünüşte bu ikisi de bir örse zebundur ama sıfat ve tesir bakımından demir madenlerinden bile üstündür.
-
پس به صورت آدمی فرع جهان ** وز صفت اصل جهان این را بدان
- İşte insan da görünüşte cihanın fer'i dir... fakat sıfat bakımından insanı, cihanın, aslı bil!
-
ظاهرش را پشهای آرد به چرخ ** باطنش باشد محیط هفت چرخ
- İnsan zâhiren bir sivri sineğin tesiriyle mustarip olur; fakat içyüzü, yedi kat göğü bile kaplamıştır.
-
چونک کرد الحاح بنمود اندکی ** هیبتی که که شود زومند کی
- Peygamber, Cebrail'in asli suretiyle görünmesine ısrar edince Cebrail, birazcık göründü... fakat öyle heybetliydi ki dağ bile görse paramparça olurdu.
-
شهپری بگرفته شرق و غرب را ** از مهابت گشت بیهش مصطفی
- Bir kanadı doğuydu, batıyı kaplayıverdi... Mustafa, görünce heybetinden kendinden geçti.
-
چون ز بیم و ترس بیهوشش بدید ** جبرئیل آمد در آغوشش کشید 3770
- Cebrail Mustafa'yı korkusundan baygın bir halde görünce kucakladı, bağrına bastı.
-
آن مهابت قسمت بیگانگان ** وین تجمش دوستان را رایگان
- O heybet, yabancıların nasibi... bu lûtufsa dostların kısmeti!
-
هست شاهان را زمان بر نشست ** هول سرهنگان و صارمها به دست
- Padişahlar, tahtlarına, oturdular mı çevrelerinde ellerinde kılıçları bulunan heybetli çavuşlar bulunur.
-
دور باش و نیزه و شمشیرها ** که بلرزند از مهابت شیرها
- Bu çavuşlarda sopalar, mızraklar, kılıçlar vardır... aslanlar bile onları görse heybetlerinden titrerler.
-
بانگ چاوشان و آن چوگانها ** که شود سست از نهیبش جانها
- Çavuşların seslerinden, çevgânlarından canlar ürker, heybetlerinden herkes korkar!
-
این برای خاص وعام رهگذر ** که کندشان از شهنشاهی خبر 3775
- Fakat bu yoldaki alelâde, yahut ileri gelen halka, padişahlar padişahından haber vermek içindir.
-
از برای عام باشد این شکوه ** تا کلاه کبر ننهند آن گروه
- Bu heybet, halk ululanmasın, kimse başına ululuk külâhını giymesin diyedir, halka bir gösteriştir.
-
تا من و ماهای ایشان بشکند ** نفس خودبین فتنه و شر کم کند
- Bu suretle onların benliğinin kırılması, kendini görüp beğenen nefsin, az fesatta bulunması, az kötülük etmesi istenir.
-
شهر از آن آمن شود کان شهریار ** دارد اندر قهر زخم و گیر و دار
- Padişahın kahır zamanı kudreti ve gazabı bulunduğu bu suretle halka bildirilmiş olur da şehir emniyette kalır.
-
پس بمیرد آن هوسها در نفوس ** هیبت شه مانع آید زان نحوس
- Böyle nefislerdeki kötülük hevesleri ölür... padişahın heybeti, o kötülüklere mâni olur.
-
باز چون آید به سوی بزم خاص ** کی بود آنجا مهابت یا قصاص 3780
- Fakat padişah hususi meclislere geldi mi orada heybet mi kalır, kısas mı?
-
حلم در حلمست و رحمتها به جوش ** نشنوی از غیر چنگ و ناخروش
- Padişah orada pek halimdir; merhametleri coşar... âlemde ancak çenkle neyin coşkunluğunu işitirsin.
-
طبل و کوس هول باشد وقت جنگ ** وقت عشرت با خواص آواز چنگ
- Savaş zamanında heybetli davullar, kösler çalınır... işret zamanında da ileri gelenlerle konuşulur, çenk sesi duyulur.
-
هست دیوان محاسب عام را ** وان پری رویان حریف جام را
- Halka soru, hesap divanı... peri yüzlü güzellere de şarap kadehi!
-
آن زره وآن خود مر چالیشراست ** وین حریر و رود مر تعریشراست
- O zırh, o tulga savaşta giyilir... bu ipekli kumaşlarla çalgı padişahın sayvanında giyilip çalınır.
-
این سخن پایان ندارد ای جواد ** ختم کن والله اعلم بالرشاد 3785
- Ey cömert er, bu sözün sonu yoktur... Allah, doğruyu daha iyi bilir ya, bitir artık bu sözü!
-
اندر احمد آن حسی کو غاربست ** خفته این دم زیر خاک یثربست
- Hazreti Ahmet'teki o batmış olan duygu, şimdi Medine topraklarında uyumakta...
-
وآن عظیم الخلق او کان صفدرست ** بیتغیر مقعد صدق اندرست
- Saflar yaran o ulu huysa hiç değişmemiş... doğruluk makamında!
-
جای تغییرات اوصاف تنست ** روح باقی آفتابی روشنست
- Değişenler bedene ait sıfatlar... baki olan ruhsa apaydın bir güneş.
-
بی ز تغییری که لا شرقیة ** بی ز تبدیلی که لا غربیة
- O hiç değişmez, hiç başka bir hale gelmez... çünkü ne doğudandır ne batıdan!
-
آفتاب از ذره کی مدهوش شد ** شمع از پروانه کی بیهوش شد 3790
- Hiç güneş zerreden kendini kaybeder mi? Hiç ışık pervaneye bakıp da kendinden geçer mi?
-
جسم احمد را تعلق بد بدآن ** این تغیر آن تن باشد بدان
- Hazreti Ahmet'in bedeninin o yüce ruhla alâkası vardı... bu değişme, bil ki bedene ait bir haldir.
-
همچو رنجوری و همچون خواب و درد ** جان ازین اوصاف باشد پاک و فرد
- Hastalık gibi, uyku ve ağrı gibi... can bu sıfatlardan arıdır.
-
خود نتانم ور بگويم وصف جان ** زلزله افتد در اين كون و مكان
- Anlatamam... yoksa canın vasfına bir girişsem bu dünyaya da deprenti düşer, oluş âlemine de!
-
روبهش گر یک دمی آشفته بود ** شیر جان مانا که آن دم خفته بود
- Onun tilkisi bir an perişan olduysa can aslanı o anda uykuda olmalı herhalde.
-
خفته بود آن شیر کز خوابست پاک ** اینت شیر نرمسار سهمناک 3795
- Uykudan münezzeh olan o aslan uykudaydı. İşte sana hem yumuşak ve hilm, hem de korkunç ve heybetli bir aslan!
-
خفته سازد شیر خود را آنچنان ** که تمامش مرده دانند این سگان
- Aslan kendini öylece uyur gösterir... bütün bu köpekler de sahiden uyuyor, hatta ölmüş sanırlar!
-
ورنه در عالم کرا زهره بدی ** که ربودی از ضعیفی تربدی
- Yoksa âlemde kimin ne kudreti olurdu ki bir zayıftan en ehemmiyetsiz şeyi bile çalıp çırpsın!
-
کف احمد زان نظر مخدوش گشت ** بحر او از مهر کف پرجوش گشت
- Cebrail'e baktı da Hazreti Ahmet'in ancak köpüğü yaralandı... denizi köpük sevgisiyle coştu, köpürdü.
-
مه همه کفست معطی نورپاش ** ماه را گر کف نباشد گو مباش
- Ay, baştan başa eldir, avuçtur, vericidir, nurlar saçar. Ayın eli, avucu yoksa ne zararı var ki? Varsın olmasın!
-
احمد ار بگشاید آن پر جلیل ** تا ابد بیهوش ماند جبرئیل 3800
- Hazreti Ahmet eğer o ulu ve yüce kanadını açarsa Cebrail, ebedi olarak kendisinden geçip gider.
-
چون گذشت احمد ز سدره و مرصدش ** وز مقام جبرئیل و از حدش
- Ahmet, sidreden ve Cebrail'in gözetme yerinden, makamından sınırından geçince,
-
گفت او را هین بپر اندر پیم ** گفت رو رو من حریف تو نیم
- Cebrail'e "Hadi ardımca uç" dedi. Cebrail dedi ki: "Yürü, yürü ben senin eşin, eşitin değilim!"
-
باز گفت او را بیا ای پردهسوز ** من باوج خود نرفتستم هنوز
- Hazreti Ahmet tekrar "Ey perdeleri yakan, gel... ben daha kendi yüce makamıma gitmedim ki" dedi.
-
گفت بیرون زین حد ای خوشفر من ** گر زنم پری بسوزد پر من
- Cebrail dedi ki: "A benim güzel nurlu arkadaşım, bir kanat çırpıp buradan ileriye geçsem kolum kanadım yanar!"
-
حیرت اندر حیرت آمد این قصص ** بیهشی خاصگان اندر اخص 3805
- Bu hikayeler hayret içinde hayrettir... Allah hasları, daha has olanların ahvalini görünce kendilerinden geçerler.
-
بیهشیها جمله اینجا بازیست ** چند جان داری که جان پردازیست
- Bütün kendinden geçişler, burada oyundan ibarettir... ne kadar canın var ki senin? Burası can verme makamıdır!