English    Türkçe    فارسی   

4
388-437

  • چون درآمد عزم داودی به تنگ ** که بسازد مسجد اقصی به سنگ
  • Davut iyiden iyi taşla Mescid-i Aksâ’yı yapmaya niyetlendi, bu niyetle daraldı, bu işe girişmeyi iyice kurdu.
  • وحی کردش حق که ترک این بخوان ** که ز دستت برنیاید این مکان
  • Allah, “Bu işten vazgeç... Bu mescidi sen yapamazsın.
  • نیست در تقدیر ما آنک تو این ** مسجد اقصی بر آری ای گزین 390
  • Ey seçilmiş kişi, Mescid-i Aksâ’yı senin yapmanı biz takdir etmedik” diye kendisine vahiy etti.
  • گفت جرمم چیست ای دانای راز ** که مرا گویی که مسجد را مساز
  • Davut “Ey sırları bilen Allah, suçum nedir? Neden mescidi yapma diyorsun bana?” dedi.
  • گفت بی‌جرمی تو خونها کرده‌ای ** خون مظلومان بگردن برده‌ای
  • Allah dedi ki: “Suçsuzsun, suçun yok ama kanlara girmişsin... Mazlumların kanlarını boynuna almışsın!
  • که ز آواز تو خلقی بی‌شمار ** جان بدادند و شدند آن را شکار
  • Senin sesinden sayısız halk can verdi; sayısız halk, ona av oldu!
  • خون بسی رفتست بر آواز تو ** بر صدای خوب جان‌پرداز تو
  • Sesin bir hayli kana girmiş, canlar yakan güzel nağmelerin bir hayli adamı canından etmiştir!”
  • گفت مغلوب تو بودم مست تو ** دست من بر بسته بود از دست تو 395
  • Davut dedi ki: “Senin mağlûbundum, senin sarhoşundum... Elim, senin kuvvet ve kudretinle bağlıydı.
  • نه که هر مغلوب شه مرحوم بود ** نه که المغلوب کالمعدوم بود
  • Padişah mağlûp olana acınmaz mı? Mağlûp, âdeta yok demek değil midir?
  • گفت این مغلوب معدومیست کو ** جز به نسبت نیست معدوم ایقنوا
  • Allah buyurdu ki: Bu mağlûp, öyle bir yoktur ki vara nispetle zahiren yok olmuş değildir, iyice anlayın bunu!
  • این چنین معدوم کو از خویش رفت ** بهترین هستها افتاد و زفت
  • Bu çeşit yok olan, kendinden geçmiş, var olanların en iyisi, en ulusu olmuştur.
  • او به نسبت با صفات حق فناست ** در حقیقت در فنا او را بقاست
  • O, Allah sıfatlarına nispetle yoktur... Fakat hakikatte ona yoklukta bir varlık vardır.
  • جمله‌ی ارواح در تدبیر اوست ** جمله‌ی اشباح هم در تیر اوست 400
  • Bütün ruhlar onun tedbirindedir... Bütün cesetler onun hükmündedir.
  • آنک او مغلوب اندر لطف ماست ** نیست مضطر بلک مختار ولاست
  • Bizim lütfumuza mağlup olan iradesiz, ihtiyarsız ve âciz kalmış değildir; o, bizim sevgimizde ihtiyar sahibi olmuştur.
  • منتهای اختیار آنست خود ** که اختیارش گردد اینجا مفتقد
  • Zaten ihtiyar ve iradenin sonu da budur, yani insanın mevhum irade ve ihtiyarının bu makamda yok oluşudur.
  • اختیاری را نبودی چاشنی ** گر نگشتی آخر او محو از منی
  • Zaten nihayet o, mevhum varlıktan mahvolmasaydı hiçbir ihtiyar ve iradeden lezzet alamaz, zevk bulamazdı.
  • در جهان گر لقمه و گر شربتست ** لذت او فرع محو لذتست
  • Dünyada ister yenecek lokma olsun, ister içilecek bir şey... Onun lezzeti, lezzetten kesilmesinin fer’idir. (İnsan, yediği, içtiği şeylerin lezzetini kaybetmedikçe yiyeceği ve içeceği şeylerden lezzet alamaz. Maddi lezzetlerden kesilmedikçe manevi lezzeti bulamaz)
  • گرچه از لذات بی‌تاثیر شد ** لذتی بود او و لذت‌گیر شد 405
  • Lezzetten geçen gerçi bütün lezzetlere aldırış etmez bir hale gelir ama hakikatte kendisi lezzet kesilir, lezzetten hiç ayrılmaz olur!
  • شرح انما المؤمنون اخوة والعلماء کنفس واحدة خاصه اتحاد داود و سلیمان و سایر انبیا علیهم‌السلام کی اگر یکی ازیشان را منکر شوی ایمان به هیچ نبی درست نباشد و این علامت اتحادست کی یک خانه از هزاران خانه ویران کنی آن همه ویران شود و یک دیوار قایم نماند کی لانفرق بین احد منهم و العاقل یکفیه الاشارة این خود از اشارت گذشت
  • Söz, ancak budur: “İnsanlar kardeştir” ve “Âlimler, tek bir insan gibidir” hadislerinin şerhi, bilhassa Davud ve Süleyman Peygamberlerle diğer peygamberlerin -aleyhisselâm- birliği, birisini inkâr edenin, hiçbir peygambere iman etmemiş sayılacağı. Birlik alâmeti olarak o binlerce evden birini yıktın mı hepsinin yıkılmış ve bir duvarın bile ayakta kalmamış olacağı, Allah’ın “Biz onların arasından bir tanesini bile ayırt etmeyiz” demesi… Âkil kişiye bir işaret yeter, zaten bu, işareti de geçti ya!
  • گرچه بر ناید به جهد و زور تو ** لیک مسجد را برآرد پور تو
  • Bu iş senin zorunla, senin kuvvetinle olmayacak ama o mescidi, oğlun yapacak!
  • کرده‌ی او کرده‌ی تست ای حکیم ** مومنان را اتصالی دان قدیم
  • Ey hikmet sahibi, onun yaptığı senin yaptığındır... Evveline evvel olmayan bir zamandan beri inananlar, birbirlerinin aynıdır, birdir onlar!
  • مومنان معدود لیک ایمان یکی ** جسمشان معدود لیکن جان یکی
  • İnananlar sayılıdır, çoktur ama iman birdir... Cisimleri çoktur ama canları tektir.
  • غیرفهم و جان که در گاو و خرست ** آدمی را عقل و جانی دیگرست
  • İnsanda öküzün, eşeğin anlayışından ve canından başka bir akıl, başka bir can vardır.
  • باز غیرجان و عقل آدمی ** هست جانی در ولی آن دمی 410
  • O deme erişen, o makamda Allah velisi olan kişide de, insandaki candan, akıldan başka ve ayrı bir can ve akıl vardır.
  • جان حیوانی ندارد اتحاد ** تو مجو این اتحاد از روح باد
  • Hayvani canlarda birlik yoktur... Sen bu birliği rüzgârın ruhunda arama!
  • گر خورد این نان نگردد سیر آن ** ور کشد بار این نگردد او گران
  • Bu hayvani can, ekmek yese insani ruhun karnı doymaz; bu yük çekse o, sıkıntı çekmez!
  • بلک این شادی کند از مرگ او ** از حسد میرد چو بیند برگ او
  • Hatta onun ölümüyle bu hayvani ruh, neşelenir, sevinir... İnsani ruhun bir şey elde ettiğini görünce de hasedinden ölür!
  • جان گرگان و سگان هر یک جداست ** متحد جانهای شیران خداست
  • Kurtların, köpeklerin canı, hep ayrı ayrıdır. Bir olan Allah aslanlarının canlarıdır.
  • جمع گفتم جانهاشان من به اسم ** کان یکی جان صد بود نسبت به جسم 415
  • Canları diye cemi sırasıyla söyledim... Çünkü o bir tek can, cisme nispetle yüz olur!
  • هم‌چو آن یک نور خورشید سما ** صد بود نسبت بصحن خانه‌ها
  • Gökteki bir tek güneşin bir tek nuru da ev içlerine vurunca yüzlerce nur olur ya!
  • لیک یک باشد همه انوارشان ** چونک برگیری تو دیوار از میان
  • Fakat ortadan duvarları kaldırdın mı hepsinin de nuru bir olur.
  • چون نماند خانه‌ها را قاعده ** مومنان مانند نفس واحده
  • Evlerin temelleri kalmadı mı müminler bir tek insana döner, bu sır meydana çıkar.
  • فرق و اشکالات آید زین مقال ** زانک نبود مثل این باشد مثال
  • Bu sözden farklar belirir, müşküller doğar... Çünkü hakikatte buna benzemez bu iş ki; bu bir misaldir.
  • فرقها بی‌حد بود از شخص شیر ** تا به شخص آدمی‌زاد دلیر 420
  • Aslanla yiğit bir Âdemoğlu arasında sonsuz farklar vardır.
  • لیک در وقت مثال ای خوش‌نظر ** اتحاد از روی جانبازی نگر
  • Fakat ey hoş gün gören kişi misal getirildiği zaman aradaki birlik, yiğitlik ve canla başla oynama bakımındandır.
  • کان دلیر آخر مثال شیر بود ** نیست مثل شیر در جمله‌ی حدود
  • Çünkü o yiğit, her bakımdan aslanın misli değildir, nihayet yiğitlik bakımından aslana benzer.
  • متحد نقشی ندارد این سرا ** تا که مثلی وا نمایم من ترا
  • Bu âlemde her bakımdan bir olan bir nakış, bir suret yoktur ki sana mislini göstereyim.
  • هم مثال ناقصی دست آورم ** تا ز حیرانی خرد را وا خرم
  • Aklı, şaşkınlıktan kurtarayım diye yine nakış bir misale el atayım:
  • شب بهر خانه چراغی می‌نهند ** تا به نور آن ز ظلمت می‌رهند 425
  • Geceleyin her eve bir kandil, bir mum korlar ve onun ışığıyla karanlıktan kurtulurlar ya...
  • آن چراغ این تن بود نورش چو جان ** هست محتاج فتیل و این و آن
  • O kandil, bu tene benzer, nuru da cana. Kandil, fitile, şuna buna muhtaçtır.
  • آن چراغ شش فتیله‌ی این حواس ** جملگی بر خواب و خور دارد اساس
  • Bu duyguların o altı fitilli kandili, umumiyetle uykuya, yemeye, içmeye dayanır... O kandilin temeli, bunlardır.
  • بی‌خور و بی‌خواب نزید نیم دم ** با خور و با خواب نزید نیز هم
  • Yiyip içmeden, yatıp uyumadan yarım nefeslik bir zaman bile yaşayamaz... Fakat yiyip yatmakla da yaşayamaz!
  • بی‌فتیل و روغنش نبود بقا ** با فتیل و روغن او هم بی‌وفا
  • Fitili, yağı olmadıkça bakası yoktur; fakat fitille, yağla da vefası yoktur.
  • زانک نور علتی‌اش مرگ‌جوست ** چون زید که روز روشن مرگ اوست 430
  • Çünkü sebebe bağlı olan, sebepsiz meydana gelmeyen ışığı, ölümü arar durur... Nasıl yaşayabilir ki aydın gün, onun ölümüdür.
  • جمله حسهای بشر هم بی‌بقاست ** زانک پیش نور روز حشر لاست
  • İnsanın bütün duygularının da bakası yoktur... Zira mahşer günü, hepsi de yok olur gider!
  • نور حس و جان بابایان ما ** نیست کلی فانی و لا چون گیا
  • Fakat atalarımızın duygu ve can ışığı, tamamı ile de ot gibi bitip ot gibi yitmez... Tamamı ile fani olmamıştır.
  • لیک مانند ستاره و ماهتاب ** جمله محوند از شعاع آفتاب
  • Yalnız güneşin nurunda yıldızların nuru ve ay ışığı mahvolur ve görünmez!
  • آنچنان که سوز و درد زخم کیک ** محو گردد چون در آید مار الیک
  • Pirenin ısırmasından meydana gelen yanış, dert ve zahmet, yılan ısırınca mahvolur ya!
  • آنچنان که عور اندر آب جست ** تا در آب از زخم زنبوران برست 435
  • Çıplak adam arıların sokmasından kurtulmak için suya atlar ya!
  • می‌کند زنبور بر بالا طواف ** چون بر آرد سر ندارندش معاف
  • Arılar adamın tepesinde dolaşır dururlar... Başını bir çıkardı mı hiç affetmezler, hemen sokarlar!
  • آب ذکر حق و زنبور این زمان ** هست یاد آن فلانه وان فلان
  • Allah’ı anış sudur, zamanede şu kadının, bu erkeğin anılışı da arı!