سنگ بیحمال آینده شده ** وان در و دیوارها زنده شده
Taş, hammalsız geliyordu... o kapı, o duvarlar, âdeta canlıydı.
حق همیگوید که دیوار بهشت ** نیست چون دیوارها بیجان و زشت
Allah daima der ki: Cennetin duvarları, bu duvarlar gibi cansız ve çirkin değildir.
چون در و دیوار تن با آگهیست ** زنده باشد خانه چون شاهنشهیست
Ten kapısı, ten duvarı gibi uyanıktır... Cennet evi de diridir; çünkü padişahlar padişahına mensuptur orası!
هم درخت و میوه هم آب زلال ** با بهشتی در حدیث و در مقال
Ağaç da cennet ehliyle konuşur, söz söyler, meyve de, akan duru sular da!
زانک جنت را نه ز آلت بستهاند ** بلک از اعمال و نیت بستهاند475
Çünkü cenneti aletle yapmamışlardır ki... Orası amellerden, niyetlerden yapılmadır.
این بنا ز آب و گل مرده بدست ** وان بنا از طاعت زنده شدست
Bu yapı ölü sudan, ölü topraktan yapılmıştır; o yapı diri ibadetlerle kurulmuştur.
این به اصل خویش ماند پرخلل ** وان به اصل خود که علمست و عمل
Bu aslına benzer, dağınıklıklarla doludur... O da aslı olan ilme, amele benzer!
هم سریر و قصر و هم تاج و ثیاب ** با بهشتی در سال و در جواب
Oradaki taht da, köşk de, taç da, elbise de cennet ehline sorular sorar, cevaplar verir!
فرش بیفراش پیچیده شود ** خانه بیمکناس روبیده شود
Döşemesi, döşeyen olmaksızın döşenmiştir... O ev, süpürgesiz süpürülmüş, temizlenmiştir!
خانهی دل بین ز غم ژولیده شد ** بیکناس از توبهای روبیده شد480
Gönül evine bak! Gamla tozlandı mı süpürgeci olmaksızın tövbeyle süpürülür, arınır.
تخت او سیار بیحمال شد ** حلقه و در مطرب و قوال شد
O yurdun tahtı, kimse taşıyıp götürmeksizin gider yürür... Kapı halkası da güzel seslerle şarkılar söyler, çalgılar çalar, kapı da!
هست در دل زندگی دارالخلود ** در زبانم چون نمیآید چه سود
Gönülde de o ebediyet yurdu olan cennetin diriliği var... Fakat ne fayda, dilime gelmiyor ki, söyleyemiyorum ki!
چون سلیمان در شدی هر بامداد ** مسجد اندر بهر ارشاد عباد
Süleyman her sabah çağı halkı irşad için mescide girdi mi,
پند دادی گه بگفت و لحن و ساز ** گه به فعل اعنی رکوعی یا نماز
Gâh sözle, gâh nameyle, sazla gâh işle, yani rükû ederek yahut namaz kılarak halka öğüt verirdi.
پند فعلی خلق را جذابتر ** که رسد در جان هر باگوش و کر485
İşle olan öğüt, halkı daha ziyade çeker... Çünkü bu öğüdü sağırların bile can kulakları duyar!
اندر آن وهم امیری کم بود ** در حشم تاثیر آن محکم بود
Sonra bu öğüt de emirlik vehmi de az olur... Bu yüzden halka adamakıllı tesir eder!
قصهی آغاز خلافت عثمان رضی الله عنه و خطبهی وی در بیان آنک ناصح فعال به فعل به از ناصح قوال به قول
Allah razı olsun, Osman’ın ilk halifeliğindeki hutbesi, işe öğüt veren, sözle öğüt verenden yeğdir.
قصهی عثمان که بر منبر برفت ** چون خلافت یافت بشتابید تفت
Osman, halife olur olmaz hemen koşup minbere çıktı.
منبر مهتر که سهپایه بدست ** رفت بوبکر و دوم پایه نشست
Ulular ulusu peygamberin minberi üç basamaktı. Ebubekir, minbere çıkınca ikinci basamağa,
بر سوم پایه عمر در دور خویش ** از برای حرمت اسلام و کیش
Ömer de zamanında İslam’a ve dine saygısı dolayısıyla üçüncü basamağa oturmuştu.
دور عثمان آمد او بالای تخت ** بر شد و بنشست آن محمودبخت490
Osman’ın devri gelince o üst basamağa çıktı, o bahtı kutlu, oraya oturdu.
پس سالش کرد شخصی بوالفضول ** که آن دو ننشستند بر جای رسول
Herzevekilin biri ona sordu: “İlk iki halife, Peygamberin yerine oturmadılar.
پس تو چون جستی ازیشان برتری ** چون برتبت تو ازیشان کمتری
Sen nasıl oldu da onlardan üstün olmaya kalkışıyorsun? Hâlbuki mertebe bakımından onlardan aşağısın sen.”
گفت اگر پایهی سوم را بسپرم ** وهم آید که مثال عمرم
Osman dedi ki: “Üçüncü basamağa otursaydım beni Ömer’e benziyorum sanırlardı.
بر دوم پایه شوم من جایجو ** گویی بوبکرست و این هم مثل او
İkinci basamağa otursaydım diyebilirlerdi ki bu Ebubekir’e benziyor, onun misli!
هست این بالا مقام مصطفی ** وهم مثلی نیست با آن شه مرا495
Bu üst basamak, Mustafa’nın makamı... O padişaha benzememe zaten imkânı yok.
بعد از آن بر جای خطبه آن ودود ** تا به قرب عصر لبخاموش بود
Ondan sonra o merhametli halife, hutbe okuyacak yerde ta ikindiye yakın bir zamana kadar sustu kaldı.
زهره نه کس را که گوید هین بخوان ** یا برون آید ز مسجد آن زمان
Kimsede, hadi okusana diyecek bir kudret de yoktu, mescitten çıkıp gidecek kudret de!
هیبتی بنشسته بد بر خاص و عام ** پر شده نور خدا آن صحن و بام
Halkın ileri olanlarına da bir heybet çökmüştü, bayağılarına da. Mescidin içi, damı nurla dolmuştu!
هر که بینا ناظر نورش بدی ** کور زان خورشید هم گرم آمدی
Can gözü açık olanlar o nuru görüyorlardı... Bırak onları, körler bile o nurla hararete gelmiş coşmuşlardı!
پس ز گرمی فهم کردی چشم کور ** که بر آمد آفتابی بیفتور500
Körün gözü, güneşin doğduğunu hararetinden anlar.
لیک این گرمی گشاید دیده را ** تا ببیند عین هر بشنیده را
Fakat bu hararet, her duyulanın hakikati görülsün diye gözü açar...
گرمیش را ضجرتی و حالتی ** زان تبش دل را گشادی فسحتی
Ve hararetinde bir sıkıntı bir hal vardır... Hakiki güneşin hararetiyle gönlü açar, gönle bir ferahlık, bir genişlik verir!
کور چون شد گرم از نور قدم ** از فرح گوید که من بینا شدم
Kör, evveline evvel olmayan Allah nuruyla hararetlendi mi ferahından, ben görüyorum, gözlerim açıldı benim der.
سخت خوش مستی ولی ای بوالحسن ** پارهای راهست تا بینا شدن
Güzelim, adamakıllı ve hoş bir sarhoşluktur bu... Yalnız can gözünün açılması için aşılacak az bir yol vardır.
این نصیب کور باشد ز آفتاب ** صد چنین والله اعلم بالصواب505
Bu körün güneşten nasibidir... Allah doğrusunu daha iyi bilir ya... Bunun gibi belki yüzlerce nasibi de var!
وآنک او آن نور را بینا بود ** شرح او کی کار بوسینا بود
O nuru gören kişinin ahvalini anlatmak, hiç Ebu Ali Sina’nın harcı mıdır?
ور شود صد تو که باشد این زبان ** که بجنباند به کف پردهی عیان
Yüz kat kuvvetli bile olsa bu dil, kim oluyor ki eliyle görüş perdesini oynatmaya kalkışıyor?
وای بر وی گر بساید پرده را ** تیغ اللهی کند دستش جدا
Perdeye elini sürerse vay ona... Allah kılıcı elini kesiverir!
دست چه بود خود سرش را بر کند ** آن سری کز جهل سرها میکند
Hatta el de nedir ki? Bilgisizliğinden serkeşlik eden başı bile keser, koparır!
این به تقدیر سخن گفتم ترا ** ورنه خود دستش کجا و آن کجا510
Bunu söz olsun diye söyledim... Yoksa onun eli nerede, o nerede?
خاله را خایه بدی خالو شدی ** این به تقدیر آمدست ار او بدی
Hani derler ya... Teyzenin tenasül aleti olsaydı dayı olurdu, işte bu sözde onun gibi!
از زبان تا چشم کو پاک از شکست ** صد هزاران ساله گویم اندکست
Dilden, sınıklıktan arınan göze... Söylenen nakledile gelen sözden görülen, bilinen hakikate yüz binlerce yıllık yol var desem yine de az söylemiş olurum!
هین مشو نومید نور از آسمان ** حق چو خواهد میرسد در یک زمان
Fakat kendine gel, sakın gökyüzünün nurundan ümit kesme... Allah dilerse o nur, bir anda sana erişiverir!
صد اثر در کانها از اختران ** میرساند قدرتش در هر زمان
Mesela yıldızların madenlere yüzlerce tesiri vardır... Allah kudreti onu, madenlere her an ulaştırmadadır.
اختر گردون ظلم را ناسخست ** اختر حق در صفاتش راسخست515
Gökyüzünde bir yıldız olan güneş, karanlıkları giderir... Allah güneşiyse Allah sıfatlarında daimidir.
چرخ پانصد ساله راه ای مستعین ** در اثر نزدیک آمد با زمین
Ey yardım isteyen, güneşin tesiri, beş yüzyıllık yola olan gökten yeryüzüne geliverdi ya!
سه هزاران سال و پانصد تا زحل ** دم بدم خاصیتش آرد عمل
Zuhale üç yüz bin beş yüz yıllık, hatta daha da nice fazla bir yol var... Fakat tesiri, anbean görünüp durmada!
در همش آرد چو سایه در ایاب ** طول سایه چیست پیش آفتاب
Dilerse Allah, güneş doğunca gölgenin dürülüp kaybolduğu gibi onun da tesirini dürer kaybeder... Güneşe karşı gölgenin ne değeri olabilir?
وز نفوس پاک اختروش مدد ** سوی اخترهای گردون میرسد
Yıldız gibi tertemiz ruhlar, gökyüzündeki yıldızlara feyiz verir, yardım eder!
ظاهر آن اختران قوام ما ** باطن ما گشته قوام سما520
Görünüşte o yıldızlar, bizim varlığımıza, sağlığımıza sebeptir ama hakikatte bizim batınımız, bizim içyüzümüz, gökyüzünün durmasına, varlığına sebeptir!
در بیان آنک حکما گویند آدمی عالم صغریست و حکمای اللهی گویند آدمی عالم کبریست زیرا آن علم حکما بر صورت آدمی مقصور بود و علم این حکما در حقیقت حقیقت آدمی موصول بود
Hûkemâ, insan küçük âlemdir derler, fakat Allah hakîmleri insan büyük âlemdir demişlerdir. Çünkü hûkemânın bilgisi, insanın suretine aittir, bu hakîmlerin bilgisiyse hakikatte insanın hakikatine ulaşmıştır.