-
بهر این فرموده است آن ذو فنون ** رمز نحن اخرون السابقون
- O hünerler sahibi, onun için “Biz, sonda gelen, fakat en ileri giden ve öndölü alanlarız” buyurdu.
-
گر بصورت من ز آدم زادهام ** من به معنی جد جد افتادهام
- Suret bakımından ben Âdem’den doğmuşum ama hakikatte onun atasının atasıyım ben!
-
کز برای من بدش سجدهی ملک ** وز پی من رفت بر هفتم فلک
- Melekler, bana secde ettiler... Âdem, benim ardımdan yürüdü, yedinci kat göğün üstüne çıktı!
-
پس ز من زایید در معنی پدر ** پس ز میوه زاد در معنی شجر
- Hakikatte babam, benden doğdu... Ağaç, meyveden vücut buldu.
-
اول فکر آخر آمد در عمل ** خاصه فکری کو بود وصف ازل 530
- İlk düşünce, iş âleminde son olarak zuhur etti. Hele vasfa mazhar olan düşünce!
-
حاصل اندر یک زمان از آسمان ** میرود میآید ایدر کاروان
- Hâsılı bir an içinde gökten nice kervanlar gelmekte, göğe nice kervanlar gitmektedir!
-
نیست بر این کاروان این ره دراز ** کی مفازه زفت آید با مفاز
- Bu yol, bu kervana uzun gelmez... Ova, üstün gelen kişiye geniş gelir mi hiç?
-
دل به کعبه میرود در هر زمان ** جسم طبع دل بگیرد ز امتنان
- Gönül, her an Kâbe’ye gitmekte... Benden de Allah lütfuyla gönlün tabiatına bürünmekte!
-
این دراز و کوتهی مر جسم راست ** چه دراز و کوته آنجا که خداست
- Bu uzunluk, kısalık, bedene göredir... Allah’ın bulunduğu yerde uzunun, kısanın lâfı mı olur ?
-
چون خدا مر جسم را تبدیل کرد ** رفتنش بیفرسخ و بیمیل کرد 535
- Allah, cismi tebdil etti mi gayrı fersaha bile bakmadan yürür gider!
-
صد امیدست این زمان بردار گام ** عاشقانه ای فتی خل الکلام
- Ey yiğit lâfı bırak gayrı! Şimdi yüzlerce ümit var, hemen adım ata gör!
-
گرچه پلهی چشم بر هم میزنی ** در سفینه خفتهای ره میکنی
- Gözünü bir yumdun mu bakarsın ki gemide oturmuşsun, uyuyorsun... Öyle olduğu halde yol almadasın!
-
تفسیر این حدیث کی مثل امتی کمثل سفینة نوح من تمسک بها نجا و من تخلف عنها غرق
- ”Ümmetim, Nuh gemisine benzer... O gemiye giren kurtuldu, girmeyen boğuldu gitti” hadisinin tefsiri
-
بهر این فرمود پیغامبر که من ** همچو کشتیام به طوفان زمن
- Peygamber, bunun için “Ben; zamane tufanına gemi gibiyim;
-
ما و اصحابم چو آن کشتی نوح ** هر که دست اندر زند یابد فتوح
- Biz ve ashabım, Nuh’un gemisine benzeriz. Kim bu gemiye el atar, kim bu gemiye girerse kurtulur” buyurdu.
-
چونک با شیخی تو دور از زشتیی ** روز و شب سیاری و در کشتیی 540
- Şeyh beraber olunca kötülüklerden uzaksın... Gece gündüz gitmektesin; gemidesin.
-
در پناه جان جانبخشی توی ** کشتی اندر خفتهای ره میروی
- Canlar bağışlayan cana sığınmışsın... Gemiye girmiş, uyuyorsun; öyle olduğu halde yol almaktasın!
-
مسکل از پیغامبر ایام خویش ** تکیه کم کن بر فن و بر کام خویش
- Zamanın peygamberinden ayrılma... Kendi hünerine, kendi dileğine pek güvenme!
-
گرچه شیری چون روی ره بیدلیل ** خویشبین و در ضلالی و ذلیل
- Aslan bile olsan değil mi ki kılavuzsuz yol almaktasın; kendini görüyorsun, sapıksın, hor hakirsin.
-
هین مپر الا که با پرهای شیخ ** تا ببینی عون و لشکرهای شیخ
- Ancak şeyhin kanatlarıyla uçta şeyhin askerlerinin yardımını gör!
-
یک زمانی موج لطفش بال تست ** آتش قهرش دمی حمال تست 545
- Bir zaman olur, onun lütuf dalgaları, sana kanat kesilir; bir an gelir, kahır ateşi seni taşır, götürür!
-
قهر او را ضد لطفش کم شمر ** اتحاد هر دو بین اندر اثر
- Kahrını, lütfunun zıddı sayma pek... Tesir bakımından ikisinin de birliğini gör!
-
یک زمان چون خاک سبزت میکند ** یک زمان پر باد و گبزت میکند
- Bir zaman seni toprak gibi yeşertir... Bir zaman seni sevgilinin havasıyla doldurur, şişirir!
-
جسم عارف را دهد وصف جماد ** تا برو روید گل و نسرین شاد
- Ârifin bedenine cemad vasfını verir de orada neşeli güller, nesrinler bitirir!
-
لیک او بیند نبیند غیر او ** جز به مغز پاک ندهد خلد بو
- Fakat bunları o görür, başkası değil... Temiz içten başka hiçbir şey cennetin kokusunu alamaz!
-
مغز را خالی کن از انکار یار ** تا که ریحان یابد از گلزار یار 550
- İçini, sevgiyi inkârdan arıt da orada onun gül bahçesindeki reyhanlar bitsin!
-
تا بیابی بوی خلد از یار من ** چون محمد بوی رحمن از یمن
- İçini arıt da Muhammed’in Yemen ülkesinde Rahman kokusunu aldığı gibi sende benim sevgilimin ebedîlik kokusunu bul!
-
در صف معراجیان گر بیستی ** چون براقت بر کشاند نیستی
- Miraç edenlerin safında durursan yokluk, seni Burak gibi göklere yüceltir.
-
نه چو معراج زمینی تا قمر ** بلک چون معراج کلکی تا شکر
- Yere mensup ve ancak aya kadar yüceltebilecek miraç değildir bu... Kamışı, şekere ulaştıran miraca benzer!
-
نه چو معراج بخاری تا سما ** بل چو معراج جنینی تا نهی
- Bu miraç, buğunun göğe akması gibi bir miraç değildir... Ana karnındaki çocuğun bilgi ve irfan derecesine ulaşmasına benzer!
-
خوش براقی گشت خنگ نیستی ** سوی هستی آردت گر نیستی 555
- Yokluk küheylânı, ne de güzel bir buraktır... Yok olduysan seni varlık makamına götürür!
-
کوه و دریاها سمش مس میکند ** تا جهان حس را پس میکند
- Dağlar, denizler ancak tırnağına dokunabilir; o derece süratlidir... Duygu âlemini derhâl geride bırakıverir!
-
پا بکش در کشتی و میرو روان ** چون سوی معشوق جان جان روان
- Ayağını gemiye çekte can sevgilisine giden can gibi oturduğun yerde yürüye dur!
-
دست نه و پای نه رو تا قدم ** آن چنانک تاخت جانها از عدم
- Elsiz, ayaksız evveline evvel olmayan Allah’a kadar git... Canların, yoklukta elsiz ayaksız varlık âlemine koştukları gibi!
-
بردریدی در سخن پردهی قیاس ** گر نبودی سمع سامع را نعاس
- Duyan, gaflet uykusunda olmasaydı, can kulağı açık bulunsaydı sözde kıyas perdesini yırtardın ya!
-
ای فلک بر گفت او گوهر ببار ** از جهان او جهانا شرم دار 560
- Ey felek, onun sözlerine inciler saç... Ey cihan, onun cihanından utan!
-
گر بباری گوهرت صد تا شود ** جامدت بیننده و گویا شود
- Eğer inciler saçarsan incilerin yüz kat fazlalaşır... câmid cismin görür, sevilir bir hâle gelir.
-
پس نثاری کرده باشی بهر خود ** چونک هر سرمایهی تو صد شود
- O saçtığın incileri kendin için saçtın demektir... Çünkü her çeşit sermaye yüz misli artar!
-
قصهی هدیه فرستادن بلقیس از شهر سبا سوی سلیمان علیهالسلام
- Belkis’in Sebe şehrinden Süleyman aleyhisselâm’a hediye göndermesi
-
هدیهی بلقیس چل استر بدست ** بار آنها جمله خشت زر بدست
- Belkıs’ın hediyesi kırk katır yükü altın kerpiçti.
-
چون به صحرای سلیمانی رسید ** فرش آن را جمله زر پخته دید
- Hediyeleri getirenler, Süleyman’ın saray meydanına girince bir de gördüler ki yer, tamamı ile halis altınla döşenmiş!
-
بر سر زر تا چهل منزل براند ** تا که زر را در نظر آبی نماند 565
- Altın üstünde tam kırk konaklık yol aldılar... Artık altın gözlerine su gibi bile görünmüyordu, o kadar ehemmiyetsiz bir hale gelmişti.
-
بارها گفتند زر را وا بریم ** سوی مخزن ما چه بیگار اندریم
- Defalarca bu altınları, getirdiğimiz yere götürelim... Biz ne olmayacak iş yapıyoruz;
-
عرصهای کش خاک زر ده دهیست ** زر به هدیه بردن آنجا ابلهیست
- Toprağı bile halis altın olan bir yere hediye olarak altın götürmek aptallıktır dediler.
-
ای ببرده عقل هدیه تا اله ** عقل آنجا کمترست از خاک راه
- Ey Allah’a aklı hediye götüren, akıl, orada yoldaki topraktan da aşağıdır!
-
چون کساد هدیه آنجا شد پدید ** شرمساریشان همی واپس کشید
- Hediyenin makbule geçmeyeceğini anladıklarından utangaçlıkları, âdeta onları gerisin geriye itmekteydi!
-
باز گفتند ار کساد و ار روا ** چیست بر ما بنده فرمانیم ما 570
- Sonra yine dediler ki: İster makbule geçsin, ister geçmesin... Bize ne? Biz emir kuluyuz!
-
گر زر و گر خاک ما را بردنیست ** امر فرمانده به جا آوردنیست
- Altın olsun toprak olsun... Biz, götürmeye mecburuz... Buyruk verenin buyruğunu yerine getirmek mecburiyetindeyiz.
-
گر بفرمایند که واپس برید ** هم به فرمان تحفه را باز آورید
- Geri götürün derlerse yine fermana uyar, getirdiğimiz hediyeyi geri götürürüz!
-
خندهش آمد چون سلیمان آن بدید ** کز شما من کی طلب کردم ثرید
- Süleyman, hediye getirenleri ve getirdikleri hediyeyi görünce gülmeye başladı. “Ben, sizden tirit istedim mi ki?
-
من نمیگویم مرا هدیه دهید ** بلک گفتم لایق هدیه شوید
- Ben, bana hediye verin demedim; hediyeye layık olun dedim.
-
که مرا از غیب نادر هدیههاست ** که بشر آن را نیارد نیز خواست 575
- Bana gayb âleminden eşi görülmedik hediyeler gelmekte... Öyle hediyeler ki insan, onları istemeye niyetlense aklına bile getiremez!