-
بدهم این زر را بدین تکلیفکش ** تا دو سه روزک شود از قوت خوش
- Şu oduncuya bağışlayayım da o da iki üç günceğiz rızık derdinden kurtulsun!
-
خود ضمیرم را همیدانست او ** زانک سمعش داشت نور از شمع هو
- Oduncu içinden geçeni anlıyormuş meğerse... Çünkü kulağı, Allah nuruyla nurlanmış!
-
بود پیشش سر هر اندیشهای ** چون چراغی در درون شیشهای 695
- Her düşünce, ona göre bir şişe içindeki kandil gibi. Hepsini görüyormuş!
-
هیچ پنهان مینشد از وی ضمیر ** بود بر مضمون دلها او امیر
- İçten geçen ondan saklanamıyor... O, bütün gönüllerden geçenlere emîr kesilmiş!
-
پس همی منگید با خود زیر لب ** در جواب فکرتم آن بوالعجب
- O sırrına şaşılacak er, benim bu düşünceme karşı ağzının içinden söylenip durmaktaydı.
-
که چنین اندیشی از بهر ملوک ** کیف تلقی الرزق ان لم یرزقوک
- Padişahlar hakkında böyle düşünüyorsun ha... Onlar, sana rızık vermeseler nasıl rızıklanacaksın ki demekteydi.
-
من نمیکردم سخن را فهم لیک ** بر دلم میزد عتابش نیک نیک
- Ben sözünü anlayamıyordum ama azarlanması gönlüme iyice aksediyordu.
-
سوی من آمد به هیبت همچو شیر ** تنگ هیزم را ز خود بنهاد زیر 700
- Derken aslan gibi heybetle önüme geldi, sırtındaki odun demetini yere bıraktı.
-
پرتو حالی که او هیزم نهاد ** لرزه بر هر هفت عضو من فتاد
- Odunları yere korken halindeki heybetten yedi azami bir titremedir aldı!
-
گفت یا رب گر ترا خاصان هیاند ** که مبارکدعوت و فرخپیاند
- Dedi ki: Yarabbi, senin duaları kutlu izleri yomlu has kulların varsa,
-
لطف تو خواهم که میناگر شود ** این زمان این تنگ هیزم زر شود
- Onların hürmetine lütfunun bir sanat göstermesini diliyorum... şimdicek bu odun yığını altın olsun!
-
در زمان دیدم که زر شد هیزمش ** همچو آتش بر زمین میتافت خوش
- Bunu der demez bir de gördüm ki odunlar altın olmuş, yeryüzünde ateş gibi parlayıp duruyorlar!
-
من در آن بیخود شدم تا دیرگه ** چونک با خویش آمدم من از وله 705
- Ben bunu görünce kendimden geçtim... bir hayli zaman baygın kaldım. O şaşkınlığım geçip kendime gelince,
-
بعد از آن گفت ای خداگر آن کبار ** بس غیورند و گریزان ز اشتهار
- Dedi ki: Allah’ın o ulular, gayret sahibi ve şöhretten kaçar kişilerse,
-
باز این را بند هیزم ساز زود ** بیتوقف هم بر آن حالی که بود
- Onların hürmetine yine bu altını hemen odun yap, eski haline getiriver!
-
در زمان هیزم شد آن اغصان زر ** مست شد در کار او عقل و نظر
- Bu söz üzerine derhal o altın dallar, yine odun oldu... o erin işini görünce akıl da sarhoş oldu, kendisinden geçti. Bakış da!
-
بعد از آن برداشت هیزم را و رفت ** سوی شهر از پیش من او تیز و تفت
- Ondan sonra odunlarını yükleyip yürüdü... Hızlı hızlı önümden şehre gitti!
-
خواستم تا در پی آن شه روم ** پرسم از وی مشکلات و بشنوم 710
- O padişahtan, ardından gidip müşküllerini sormak, sözünü duymak istedim ama,
-
بسته کرد آن هیبت او مر مرا ** پیش خاصان ره نباشد عامه را
- Heybeti mâni oldu gidemedim... Bayağı kişilerin has erlere varmasına yol yok!
-
ور کسی را ره شود گو سر فشان ** کان بود از رحمت و از جذبشان
- Eğer biri can- beş vererek yol bulursa bu da onların rahmeti ve cezbesiyle olur.
-
پس غنیمت دار آن توفیق را ** چون بیابی صحبت صدیق را
- Şu halde o tevfike erişmeyi ganimet bil... Eğer bir doğru erin sohbetini bulduysan bunu fırsat say!
-
نه چو آن ابله که یابد قرب شاه ** سهل و آسان در فتد آن دم ز راه
- Padişaha yakın olduğu, padişahın yakınlığına erdiği halde bu kutluluğu değersiz görüp yolundan olan ahmağa benzeme!
-
چون ز قربانی دهندش بیشتر ** پس بگوید ران گاوست این مگر 715
- Ahmak kurbanlık koyundan bol ve iyi bir parça verdiler mi “Bu, galiba öküz budu” der.
-
نیست این از ران گاو ای مفتری ** ران گاوت مینماید از خری
- A iftiracı, bu öküz budu değil... Fakat eşekliğinden sana öküz budu görünmede.
-
بذل شاهانهست این بی رشوتی ** بخشش محضست این از رحمتی
- Bu rüşvetsiz verilen padişah ihsanı... Bu rahmet yüzünden verilen hususi bir ihsan!
-
تحریض سلیمان علیهالسلام مر رسولان را بر تعجیل به هجرت بلقیس بهر ایمان
- Süleyman aleyhisselâm’ın Belkis’in imana gelmesi için elçilerin tez gitmesini emretmesi ve onları teşviki
-
همچنان که شه سلیمان در نبرد ** جذب خیل و لشکر بلقیس کرد
- Süleyman Peygamber de savaşacağı yerde Belkıs’ın adamlarını ve askerini kendisine çekti.
-
که بیایید ای عزیزان زود زود ** که برآمد موجها از بحر جود
- Ey azizler dedi, çabucak gelin... Çünkü cömertlik denizi dalgalanmaya başladı.
-
سوی ساحل میفشاند بیخطر ** جوش موجش هر زمانی صد گهر 720
- 720.Köpüren dalgaları, her an kıyıya zararsız, ziyansız, yüzlerce inci atar!
-
الصلا گفتیم ای اهل رشاد ** کین زمان رضوان در جنت گشاد
- Ey doğru yolu bulanlar, salâ dedim size... Rıdvan, şimdicek cennet kapısını açtı.
-
پس سلیمان گفت ای پیکان روید ** سوی بلقیس و بدین دین بگروید
- Süleyman dedi ki: “Ey elçiler, gidin, Belkıs’a varın, onu bu dine inandırın!
-
پس بگوییدش بیا اینجا تمام ** زود که ان الله یدعوا بالسلام
- Deyin ki: Hep buraya gelin... Çabuk şüphe yok ki Allah, sizi esenlik yurduna çağırtmada!
-
هین بیا ای طالب دولت شتاب ** که فتوحست این زمان و فتح باب
- Ey devlet isteyen, tez buraya gel... Bu zaman, feyiz zamanı, kapıların açıldığı çağ!
-
ای که تو طالب نهای تو هم بیا ** تا طلب یابی ازین یار وفا 725
- Ey dilemeyen sen de gel... Sen de gel de bu vefalı sevgiliden dilek sahibi olasın!
-
سبب هجرت ابراهیم ادهم قدس الله سره و ترک ملک خراسان
- Allah sırrını kutlasın, İbrahim Edhemin ülkesinden göçmesindeki sebep ve Horasan saltanatını terk etmesi
-
ملک برهم زن تو ادهموار زود ** تا بیابی همچو او ملک خلود
- Sen de Edhem gibi devlet ve saltanatı hemencecik terk et de ebedi bir saltanata eriş!
-
خفته بود آن شه شبانه بر سریر ** حارسان بر بام اندر دار و گیر
- İbrahim Edhem, geceleyin tahtında uyumaktaydı. Gözcüler, bekçiler de damda gürültü edip duruyorlardı.
-
قصد شه از حارسان آن هم نبود ** که کند زان دفع دزدان و رنود
- Padişah, bekçilerin hırsızları ve kötü kişileri defetmelerini istemiyordu.
-
او همی دانست که آن کو عادلست ** فارغست از واقعه آمن دلست
- Çünkü kendisinin adâlet sahibi olduğunu, kendisine hiçbir kötülük gelmeyeceğini biliyordu, gönlü emindi.
-
عدل باشد پاسبان گامها ** نه به شب چوبکزنان بر بامها 730
- Muratları, dilekleri koruyan adalettir... Geceleyin damlarda sopalarını kakıp gezen bekçiler değil!
-
لیک بد مقصودش از بانگ رباب ** همچو مشتاقان خیال آن خطاب
- Fakat padişahın, rebap sesini dinlemeden maksadı, iştiyaklar çekenler gibi Allah hitabını hayal etmekti.
-
نالهی سرنا و تهدید دهل ** چیزکی ماند بدان ناقور کل
- Zurna ve davul sesleri, bir parçacık o külli nefirin, kıyamet gününde çalınacak olan Sur’un sesine benzer.
-
پس حکیمان گفتهاند این لحنها ** از دوار چرخ بگرفتیم ما
- Hakîmler, bu musiki nağmelerini göklerin dönüşünden aldık demişlerdir.
-
بانگ گردشهای چرخست این که خلق ** میسرایندش به طنبور و به حلق
- Halkın tamburla çaldığı, ağızla söylediği bu şarkılar, nağmeler, hep göğün hareketinden alınmadır.
-
مومنان گویند که آثار بهشت ** نغز گردانید هر آواز زشت 735
- Müminler derler ki cennetin tesiriyle bütün kötü ve çirkin sesler de latif olur.
-
ما همه اجزای آدم بودهایم ** در بهشت آن لحنها بشنودهایم
- Biz hepimiz Âdem’in cüz’üleriydik... Cennette o nağmeleri dinledik, duyduk!
-
گرچه بر ما ریخت آب و گل شکی ** یادمان آمد از آنها چیزکی
- Gerçi suyla toprak, bize bir şüphe verdi ama yine o nağmeleri birazcık hatırlıyoruz.
-
لیک چون آمیخت با خاک کرب ** کی دهند این زیر و آن بم آن طرب
- Fakat musibet toprağıyla karıştıktan sonra bu zir ve bem perdeleri, nereden o nağmeleri verecek?
-
آب چون آمیخت با بول و کمیز ** گشت ز آمیزش مزاجش تلخ و تیز
- Su, sidik ve pislikle karışınca bozulur, mizacı acı ve sert bir hale gelir.
-
چیزکی از آب هستش در جسد ** بول گیرش آتشی را میکشد 740
- İnsanın cesedinde de birazcık su vardır... Sen onu sidik bile saysan yine ateşi söndürür ya!
-
گر نجس شد آب این طبعش بماند ** که آتش غم را به طبع خود نشاند
- Su, pis bile olsa yine tabiatı bakidir... O tabiatla gam ateşini söndürür!
-
پس غدای عاشقان آمد سماع ** که درو باشد خیال اجتماع
- İş bu yüzden güzel sesi dinlemek âşıklara gıdadır... Çünkü güzel ses dinlemede kalp huzuru ve Allah ile birleşme zevki vardır.