English    Türkçe    فارسی   

4
727-776

  • خفته بود آن شه شبانه بر سریر ** حارسان بر بام اندر دار و گیر
  • İbrahim Edhem, geceleyin tahtında uyumaktaydı. Gözcüler, bekçiler de damda gürültü edip duruyorlardı.
  • قصد شه از حارسان آن هم نبود ** که کند زان دفع دزدان و رنود
  • Padişah, bekçilerin hırsızları ve kötü kişileri defetmelerini istemiyordu.
  • او همی دانست که آن کو عادلست ** فارغست از واقعه آمن دلست
  • Çünkü kendisinin adâlet sahibi olduğunu, kendisine hiçbir kötülük gelmeyeceğini biliyordu, gönlü emindi.
  • عدل باشد پاسبان گامها ** نه به شب چوبک‌زنان بر بامها 730
  • Muratları, dilekleri koruyan adalettir... Geceleyin damlarda sopalarını kakıp gezen bekçiler değil!
  • لیک بد مقصودش از بانگ رباب ** هم‌چو مشتاقان خیال آن خطاب
  • Fakat padişahın, rebap sesini dinlemeden maksadı, iştiyaklar çekenler gibi Allah hitabını hayal etmekti.
  • ناله‌ی سرنا و تهدید دهل ** چیزکی ماند بدان ناقور کل
  • Zurna ve davul sesleri, bir parçacık o külli nefirin, kıyamet gününde çalınacak olan Sur’un sesine benzer.
  • پس حکیمان گفته‌اند این لحنها ** از دوار چرخ بگرفتیم ما
  • Hakîmler, bu musiki nağmelerini göklerin dönüşünden aldık demişlerdir.
  • بانگ گردشهای چرخست این که خلق ** می‌سرایندش به طنبور و به حلق
  • Halkın tamburla çaldığı, ağızla söylediği bu şarkılar, nağmeler, hep göğün hareketinden alınmadır.
  • مومنان گویند که آثار بهشت ** نغز گردانید هر آواز زشت 735
  • Müminler derler ki cennetin tesiriyle bütün kötü ve çirkin sesler de latif olur.
  • ما همه اجزای آدم بوده‌ایم ** در بهشت آن لحنها بشنوده‌ایم
  • Biz hepimiz Âdem’in cüz’üleriydik... Cennette o nağmeleri dinledik, duyduk!
  • گرچه بر ما ریخت آب و گل شکی ** یادمان آمد از آنها چیزکی
  • Gerçi suyla toprak, bize bir şüphe verdi ama yine o nağmeleri birazcık hatırlıyoruz.
  • لیک چون آمیخت با خاک کرب ** کی دهند این زیر و آن بم آن طرب
  • Fakat musibet toprağıyla karıştıktan sonra bu zir ve bem perdeleri, nereden o nağmeleri verecek?
  • آب چون آمیخت با بول و کمیز ** گشت ز آمیزش مزاجش تلخ و تیز
  • Su, sidik ve pislikle karışınca bozulur, mizacı acı ve sert bir hale gelir.
  • چیزکی از آب هستش در جسد ** بول گیرش آتشی را می‌کشد 740
  • İnsanın cesedinde de birazcık su vardır... Sen onu sidik bile saysan yine ateşi söndürür ya!
  • گر نجس شد آب این طبعش بماند ** که آتش غم را به طبع خود نشاند
  • Su, pis bile olsa yine tabiatı bakidir... O tabiatla gam ateşini söndürür!
  • پس غدای عاشقان آمد سماع ** که درو باشد خیال اجتماع
  • İş bu yüzden güzel sesi dinlemek âşıklara gıdadır... Çünkü güzel ses dinlemede kalp huzuru ve Allah ile birleşme zevki vardır.
  • قوتی گیرد خیالات ضمیر ** بلک صورت گردد از بانگ و صفیر
  • Adamın içindeki hayâller kuvvetlenir, hatta hayaller, o güzel sesten, o güzel nağmeden suretlere bürünür.
  • آتش عشق از نواها گشت تیز ** آن چنان که آتش آن جوزریز
  • Suya ceviz atanın ateşi nasıl kuvvetlendiyse aşk ateşi de güzel seslerle kuvvet bulunur!
  • حکایت آن مرد تشنه کی از سر جوز بن جوز می‌ریخت در جوی آب کی در گو بود و به آب نمی‌رسید تا به افتادن جوز بانگ آب# بشنود و او را چو سماع خوش بانگ آب اندر طرب می‌آورد
  • Susuz adamın ceviz ağacına binip silkelemesi ve cevizlerin çukurdaki, erişemediği suya düşmesi, bu suretle suyun sesini duyup onunla zevklenmesi, neşelenmesi
  • در نغولی بود آب آن تشنه راند ** بر درخت جوز جوزی می‌فشاند 745
  • Su, pek derin yerdeydi... Susuzun biri suyun üst tarafında bulunan ceviz ağacına binmiş, ağacı silkeliyordu.
  • می‌فتاد از جوزبن جوز اندر آب ** بانگ می‌آمد همی دید او حباب
  • Ağaçtan cevizler, suya düştükçe suyun sesini dinliyor, sudan meydana gelen habbeleri seyrediyordu.
  • عاقلی گفتش که بگذار ای فتی ** جوزها خود تشنگی آرد ترا
  • Bir akıllı adam, bunu görüp dedi ki: Yiğidim bu cevizler, seni susatır!
  • بیشتر در آب می‌افتد ثمر ** آب در پستیست از تو دور در
  • Suya bir hayli ceviz düşüyor ama su derinde... Senden uzakta!
  • تا تو از بالا فرو آیی به زور ** آب جویش برده باشد تا به دور
  • Sen, yukarıdan aşağıya zahmetlerle ininceye kadar su da onları daha uzağa götürecek!
  • گفت قصدم زین فشاندن جوز نیست ** تیزتر بنگر برین ظاهر مه‌ایست 750
  • Adam dedi ki: Benim bu ağaç silkelemeden maksadım ceviz toplamak değil... Görünüşe bakma da maksadıma iyi dikkat et!
  • قصد من آنست که آید بانگ آب ** هم ببینم بر سر آب این حباب
  • Benim maksadım suyun sesini işitmek ve suda hâsıl olan şu habbeleri görmektir.
  • تشنه را خود شغل چه بود در جهان ** گرد پای حوض گشتن جاودان
  • Âlemde susuzun, daima havuzun çevresinde dönüp dolaşmaktan başka ne işi var?
  • گرد جو و گرد آب و بانگ آب ** هم‌چو حاجی طایف کعبه‌ی صواب
  • Hacının Kâbe’nin çevresini tavaf etmesi gibi o da ırmağın, suyun çevresinde dolanır, suyun sesini dinler durur!
  • هم‌چنان مقصود من زین مثنوی ** ای ضیاء الحق حسام‌الدین توی
  • İşte ey halk ziyası Hüsameddin, o susuzun maksadı gibi benim de bu Mesnevi’den maksadım sensin.
  • مثنوی اندر فروع و در اصول ** جمله آن تست کردستی قبول 755
  • Mesnevi, ferileri bakımından da, asılları bakımından da tamamı ile senindir... onu sen kabul etmişsindir.
  • در قبول آرند شاهان نیک و بد ** چون قبول آرند نبود بیش رد
  • Padişahlar, iyiyi de kabul ederler, kötüyü de... Bir şeyi kabul ettiler mi artık reddetmezler.
  • چون نهالی کاشتی آبش بده ** چون گشادش داده‌ای بگشا گره
  • Mademki bir fidan diktin, onu sula... Mademki açtın düğümleme!
  • قصدم از الفاظ او راز توست ** قصدم از انشایش آواز توست
  • Mesnevi’deki sözlerden maksadım senin sırrın, onu şiir halinde söylemedeki muradım senin sesindir.
  • پیش من آوازت آواز خداست ** عاشق از معشوق حاشا که جداست
  • Bence sesin, Allah sesidir... Âşık, haşa; sevgilisinden ayrılmaz.
  • اتصالی بی‌تکیف بی‌قیاس ** هست رب‌الناس را با جان ناس 760
  • Nâsın caniyle nâsın rabbi arasında keyfiyetsiz, kıyasa sığmaz bir ulaşma, bir birlik vardır.
  • لیک گفتم ناس من نسناس نی ** ناس غیر جان جان‌اشناس نی
  • Fakat nâs dedim, nesnas değil... nas canın canı olan Allah’a aşina olanlardır, başkaları değil!
  • ناس مردم باشد و کو مردمی ** تو سر مردم ندیدستی دمی
  • Nâs dediğim adamdır, adam nerede? Sen adamların başını, görmedin, kuyruksun sen!
  • ما رمیت اذ رمیت خوانده‌ای ** لیک جسمی در تجزی مانده‌ای
  • “Görünüşte o toprağı atan sen idin, hakikatte Allah idi” ayetini okumuşsun ama cisimden ibaretsin, cüz’ülerde kala kalmışsın!
  • ملک جسمت را چو بلقیس ای غبی ** ترک کن بهر سلیمان نبی
  • A ahmak, cisim ülkeni Belkıs gibi Süleyman Peygamber için terk et!
  • می‌کنم لا حول نه از گفت خویش ** بلک از وسواس آن اندیشه کیش 765
  • Lâhavle diyorum ama sözümden değil... O kötü düşüncelinin vesveselerinden lâhavle demekteyim!
  • کو خیالی می‌کند در گفت من ** در دل از وسواس و انکارات ظن
  • Çünkü o, benim sözlerime karşı hayallere düşmekte, gönlündeki vesveseler ve şüpheden doğan inkârlar yüzünden hayaller kurmaktadır.
  • می‌کنم لا حول یعنی چاره نیست ** چون ترا در دل بضدم گفتنیست
  • Lâhavle diyorum; yani çaresi yok... Çünkü senin gönlünde benim sözlerimin zıddı olan düşünceler ve sözler var!
  • چونک گفت من گرفتت در گلو ** من خمش کردم تو آن خود بگو
  • Sözlerim, boğazına tıkıldı kaldı, artık ben sustum... Hadi sen, sana lâyık olanı söyle bakalım!
  • آن یکی نایی خوش نی می‌زدست ** ناگهان از مقعدش بادی بجست
  • Güzel sesli bir neyzen ney çalarken ansızın aşağı tarafından bir yeldir çıktı!
  • نای را بر کون نهاد او که ز من ** گر تو بهتر می‌زنی بستان بزن 770
  • Neyzen neyi aşağı tarafına tutarak, hadi bakalım dedi... Benden iyi üfleyeceksen üfle!
  • ای مسلمان خود ادب اندر طلب ** نیست الا حمل از هر بی‌ادب
  • Ey Müslüman, edep nedir diye arar sorarsan bil ki edep, ancak her edepsizin edepsizliğine sabır ve tahammül etmektir.
  • هر که را بینی شکایت می‌کند ** که فلان کس راست طبع و خوی بد
  • Kimi falan adamın huyu kötü, tabiatı fena diye şikâyet eder görürsen,
  • این شکایت‌گر بدان که بدخو است ** که مر آن بدخوی را او بدگو است
  • Bil ki bu şikâyetçinin huyu kötüdür; kötüdür ki o kötü huylunun kötülüğünü söylüyor!
  • زانک خوش‌خو آن بود کو در خمول ** باشد از بدخو و بدطبعان حمول
  • Çünkü iyi huylu, kötü huylulara, fena tabiatlılara tahammül eden, onların kötülüğünü söylemeyen kişidir.
  • لیک در شیخ آن گله ز آمر خداست ** نه پی خشم و ممارات و هواست 775
  • Fakat şeyh, birisinin kötülüğünü söylerse bu, Allah emriyledir, kızgınlığa, heva ve hevese uymadan değil!
  • آن شکایت نیست هست اصلاح جان ** چون شکایت کردن پیغامبران
  • Onun şikâyeti, şikâyet değildir, onu ıslahtır... O şikâyet, peygamberlerin şikâyetine benzer.