-
ایها السالون قوموا واعشقوا ** ذاک ریح یوسف فاستنشقوا 850
- Ey! Yüreklerinde âşık derdi olmayanlar, kalkın âşık olun... İşte Yusuf’un kokusu gelmekte, hemen koklayın, o kokuyu alın!
-
منطقالطیر سلیمانی بیا ** بانگ هر مرغی که آید میسرا
- Ey Süleyman’a mensup kuşdili, gel! Hangi kuşun sesi gelirse ona göre nağmeler düz!
-
چون به مرغانت فرستادست حق ** لحن هر مرغی بدادستت سبق
- Allah sesini kuşlara göndermiştir... Her kuşun nağmesini sana öğretmiştir!
-
مرغ جبری را زبان جبر گو ** مرغ پر اشکسته را از صبر گو
- Cebrî olan kuşa cebir dilince söyle... Kanadı kırılmış olana sabırdan bahset!
-
مرغ صابر را تو خوش دار و معاف ** مرغ عنقا را بخوان اوصاف قاف
- Sabreden kuşu hoş gör, affet... Anka’ya Kaf dağının vasıflarını oku!
-
مر کبوتر را حذر فرما ز باز ** باز را از حلم گو و احتراز 855
- Güvercine doğandan korunmasını emret... Doğana hilmi anlat, can yakmadan çekinmesini söyle!
-
وان خفاشی را که ماند او بینوا ** میکنش با نور جفت و آشنا
- Çaresiz kalan, nurdan mahrum olan yarasayı nura eş et, nura aşina kıl!
-
کبک جنگی را بیاموزان تو صلح ** مر خروسان را نما اشراط صبح
- Savaşan kekliğe sulh öğret... Horozlara sabah çağının alâmetlerini göster!
-
همچنان میرو ز هدهد تا عقاب ** ره نما والله اعلم بالصواب
- Hüthütten karakuşa kadar bütün kuşlara böylece yol göster... Allah, doğruyu daha iyi bilir!
-
آزاد شدن بلقیس از ملک و مست شدن او از شوق ایمان و التفات همت او از همهی ملک منقطع شدن وقت هجرت الا از تخت
- Belkıs’ın saltanattan kurtuluşu, iman şevkiyle mest oluşu, memleketinden hareket esnasında tahtından başka her şeyden vaz geçişi
-
چون سلیمان سوی مرغان سبا ** یک صفیری کرد بست آن جمله را
- Süleyman, Sebe’deki kuşlara bir ıslık çalınca hepsini kendisine bend etti.
-
جز مگر مرغی که بد بیجان و پر ** یا چو ماهی گنگ بود از اصل کر 860
- Ancak canı ve kanadı olmayan yahut balık gibi aslından sağır ve dilsiz olan müstesna!
-
نی غلط گفتم که کر گر سر نهد ** پیش وحی کبریا سمعش دهد
- Hayır... yanlış söyledim, sağır bile Allah vahyine karşı baş koyup secde etse Allah ona duygu ihsan eder.
-
چونک بلقیس از دل و جان عزم کرد ** بر زمان رفته هم افسوس خورد
- Belkıs, canla, gönülle Süleyman’a gitmeyi kurdu... Geçmiş zamanlarına açıklandı!
-
ترک مال و ملک کرد او آن چنان ** که بترک نام و ننگ آن عاشقان
- Âşıkların adı sanı, arı namusu terk ettikleri gibi o da malını, mülkünü terk etti.
-
آن غلامان و کنیزان بناز ** پیش چشمش همچو پوسیده پیاز
- O nazlı nazenin kölelerle cariyeler, gözüne porsumuş, kokmuş, çürümüş soğan gibi görünmeye başladı.
-
باغها و قصرها و آب رود ** پیش چشم از عشق گلحن مینمود 865
- Bağlar, köşkler, ırmaklar, aşk yüzünden gözüne külhan gibi görünüyordu.
-
عشق در هنگام استیلا و خشم ** زشت گرداند لطیفان را به چشم
- Aşk, kızıştı da akın etti mi bütün güzeller, göze çirkin görünür.
-
هر زمرد را نماید گندنا ** غیرت عشق این بود معنی لا
- Aşk gayreti, zümrüdü bile insanın gözüne pırasa kadar adi gösterir... İşte “Lâ”nın manası budur.
-
لااله الا هو اینست ای پناه ** که نماید مه ترا دیگ سیاه
- Ey sığınacak yer arayan, “Lâ ilâhe illâ Hû” budur... Ay bile sana kararmış çömlek gibi görünür!
-
هیچ مال و هیچ مخزن هیچ رخت ** می دریغش نامد الا جز که تخت
- Belkıs da hiçbir mala hiçbir hazineye, hiçbir değerli şeye ehemmiyet vermiyordu... Yalnız tahtından geçememişti.
-
پس سلیمان از دلش آگاه شد ** کز دل او تا دل او راه شد 870
- Süleyman, Belkıs’ın gönlündekini anladı... Çünkü Süleyman’ın gönlünden Belkıs’ın gönlüne yol olmuştu!
-
آن کسی که بانگ موران بشنود ** هم فغان سر دوران بشنود
- Karıncaların sesini bile duyan, elbette uzaktakilerin feryadını da duyar.
-
آنک گوید راز قالت نملة ** هم بداند راز این طاق کهن
- “Bir karınca dedi ki” sırrını söyleyen, bu köhne kemerin, bu eski dünyanın sırrını da bilir.
-
دید از دورش که آن تسلیم کیش ** تلخش آمد فرقت آن تخت خویش
- Uzaktan gördü ki o kendisini bile teslim eden Belkıs’a, yalnız tahtından ayrılmak acı geliyor!
-
گر بگویم آن سبب گردد دراز ** که چرا بودش به تخت آن عشق و ساز
- Bunun sebebini söylesem, tahtına neden bu kadar âşıktı... Anlatmaya kalkışsam söz uzar.
-
گرچه این کلک قلم خود بیحسیست ** نیست جنس کاتب او را مونسیست 875
- (Belkıs, tahtla aynı cinsten değildi... Doğru, fakat) bu kalem de duygusuzdur, kâtiple aynı cinsten değildir ama ona munistir, eştir, arkadaştır.
-
همچنین هر آلت پیشهوری ** هست بیجان مونس جانوری
- Her sanatın aleti de böyle cansızdır ama canlı olan sanatkârın munisidir.
-
این سبب را من معین گفتمی ** گر نبودی چشم فهمت را نمی
- Anlayış gözünde nem olmasaydı bu sebebi daha açık anlatırdım!
-
از بزرگی تخت کز حد میفزود ** نقل کردن تخت را امکان نبود
- Taht haddinden fazla büyüktü; nakledilmesine imkân yoktu.
-
خرده کاری بود و تفریقش خطر ** همچو اوصال بدن با همدگر
- Pek ince sanatlıydı... Beden gibi eczası, tamamı ile birbirine bitişmişti... Ayrılıp götürülmesi de mümkün değildi, kırılabilirdi.
-
پس سلیمان گفت گر چه فیالاخیر ** سرد خواهد شد برو تاج و سریر 880
- Süleyman dedi ki: Sonunda tahttan da, taçtan da soğuyacak ya!
-
چون ز وحدت جان برون آرد سری ** جسم را با فر او نبود فری
- Can, birlik âlemine ulaşır, o âlemden baş gösterirse birliğin nuruna karşı bedenin nuru kalmaz artık.
-
چون برآید گوهر از قعر بحار ** بنگری اندر کف و خاشاک خوار
- İnci, denizin dibinden çıktı mı denizdeki köpüklerle çer çöpü hor hakir görürsün!
-
سر بر آرد آفتاب با شرر ** دم عقرب را کی سازد مستقر
- Nurlar saçan güneş doğdu, baş gösterdi mi artık akrebin kuyruğunda kim yurt tutmak ister?
-
لیک خود با این همه بر نقد حال ** جست باید تخت او را انتقال
- Fakat bütün bunlarla beraber yine de onun tahtını getirtmek lâzım.
-
تا نگردد خسته هنگام لقا ** کودکانه حاجتش گردد روا 885
- Getirtmeli de buluştuğu vakit üzülmesin... Çocukça dileği yerine gelmiş olsun.
-
هست بر ما سهل و او را بس عزیز ** تا بود بر خوان حوران دیو نیز
- O taht bizce adi bir şey ama onca pek aziz... Ne yapalım, hurilerin sofrasında birde şeytan bulunsun!
-
عبرت جانش شود آن تخت ناز ** همچو دلق و چارقی پیش ایاز
- Hem o nazlı tahtı, sonradan Eyaz’a hırkasıyla çarığı nasıl ibret olduysa ona da ibret olur!
-
تا بداند در چه بود آن مبتلا ** از کجاها در رسید او تا کجا
- Bu tahta bakar da neye tutulduğunu, nereden nereye geldiğini, ne haldeyken ne hale büründüğünü bilir, anlar!
-
خاک را و نطفه را و مضغه را ** پیش چشم ما همیدارد خدا
- Allah da toprağı, meniyi ve et parçasını daima bizim gözümüz önünde tutmuyor mu?
-
کز کجا آوردمت ای بدنیت ** که از آن آید همی خفریقیت 890
- A kötü niyetli bak... Seni ne halden ne hale getirdim? Şimdi onlardan nefret ediyorsun değil mi?
-
تو بر آن عاشق بدی در دور آن ** منکر این فضل بودی آن زمان
- Sen o devirlerde o toprağa, meniye, et parçasına âşıktın... O zamanlar bu kerem ve ihsanı inkâr ediyordun!
-
این کرم چون دفع آن انکار تست ** که میان خاک میکردی نخست
- Önce toprak halindeyken ( ben nereden akıl ve ruh sahibi olacağım diye) inkârda bulunuyordun ya... bu kerem ve ihsan, o inkârını gidermek içindir.
-
حجت انکار شد انشار تو ** از دوا بدتر شد این بیمار تو
- Canlanman, evvelki inkârına karşı reddedilmez bir delildir... Şu hastalığın dermandan da beter oldu ya!
-
خاک را تصویر این کار از کجا ** نطفه را خصمی و انکار از کجا
- Toprağın bu işi yapmasına imkân mı var... Meni, düşmanlıkta bulunur, inkâra düşer mi hiç?
-
چون در آن دم بیدل و بیسر بدی ** فکرت و انکار را منکر بدی 895
- O zamanlar gönülsüz ve ruhsuzdun... Bu yüzden düşünceyi de inkâr ediyordun, inkârı da!
-
از جمادی چونک انکارت برست ** هم ازین انکار حشرت شد درست
- Cemadken insan olacağını inkâr ederdin, şimdi de haşr olmayı inkâr etmede ayak diredin!
-
پس مثال تو چو آن حلقهزنیست ** کز درونش خواجه گوید خواجه نیست
- Sen şuna benzersin: Adam gelir, kapıyı döver de ev sahibi, içerden “Ev sahibi evde yok diye bağırır.
-
حلقهزن زین نیست دریابد که هست ** پس ز حلقه بر ندارد هیچ دست
- Kapıyı döven bu “Ev sahibi evde yok” sözünden anlar ve ev sahibi içerdedir... Halkadan elini çekmez!
-
پس هم انکارت مبین میکند ** کز جماد او حشر صد فن میکند
- Senin inkârın da Allah’ın cemad âleminden yüzlerce haşirde bulunduğunu, yüzlerce can yarattığını gösterir, belli eder!