هیچ مال و هیچ مخزن هیچ رخت ** می دریغش نامد الا جز که تخت
Belkıs da hiçbir mala hiçbir hazineye, hiçbir değerli şeye ehemmiyet vermiyordu... Yalnız tahtından geçememişti.
پس سلیمان از دلش آگاه شد ** کز دل او تا دل او راه شد870
Süleyman, Belkıs’ın gönlündekini anladı... Çünkü Süleyman’ın gönlünden Belkıs’ın gönlüne yol olmuştu!
آن کسی که بانگ موران بشنود ** هم فغان سر دوران بشنود
Karıncaların sesini bile duyan, elbette uzaktakilerin feryadını da duyar.
آنک گوید راز قالت نملة ** هم بداند راز این طاق کهن
“Bir karınca dedi ki” sırrını söyleyen, bu köhne kemerin, bu eski dünyanın sırrını da bilir.
دید از دورش که آن تسلیم کیش ** تلخش آمد فرقت آن تخت خویش
Uzaktan gördü ki o kendisini bile teslim eden Belkıs’a, yalnız tahtından ayrılmak acı geliyor!
گر بگویم آن سبب گردد دراز ** که چرا بودش به تخت آن عشق و ساز
Bunun sebebini söylesem, tahtına neden bu kadar âşıktı... Anlatmaya kalkışsam söz uzar.
گرچه این کلک قلم خود بیحسیست ** نیست جنس کاتب او را مونسیست875
(Belkıs, tahtla aynı cinsten değildi... Doğru, fakat) bu kalem de duygusuzdur, kâtiple aynı cinsten değildir ama ona munistir, eştir, arkadaştır.
همچنین هر آلت پیشهوری ** هست بیجان مونس جانوری
Her sanatın aleti de böyle cansızdır ama canlı olan sanatkârın munisidir.
این سبب را من معین گفتمی ** گر نبودی چشم فهمت را نمی
Anlayış gözünde nem olmasaydı bu sebebi daha açık anlatırdım!
از بزرگی تخت کز حد میفزود ** نقل کردن تخت را امکان نبود
Taht haddinden fazla büyüktü; nakledilmesine imkân yoktu.
خرده کاری بود و تفریقش خطر ** همچو اوصال بدن با همدگر
Pek ince sanatlıydı... Beden gibi eczası, tamamı ile birbirine bitişmişti... Ayrılıp götürülmesi de mümkün değildi, kırılabilirdi.
پس سلیمان گفت گر چه فیالاخیر ** سرد خواهد شد برو تاج و سریر880
Süleyman dedi ki: Sonunda tahttan da, taçtan da soğuyacak ya!
چون ز وحدت جان برون آرد سری ** جسم را با فر او نبود فری
Can, birlik âlemine ulaşır, o âlemden baş gösterirse birliğin nuruna karşı bedenin nuru kalmaz artık.
چون برآید گوهر از قعر بحار ** بنگری اندر کف و خاشاک خوار
İnci, denizin dibinden çıktı mı denizdeki köpüklerle çer çöpü hor hakir görürsün!
سر بر آرد آفتاب با شرر ** دم عقرب را کی سازد مستقر
Nurlar saçan güneş doğdu, baş gösterdi mi artık akrebin kuyruğunda kim yurt tutmak ister?
لیک خود با این همه بر نقد حال ** جست باید تخت او را انتقال
Fakat bütün bunlarla beraber yine de onun tahtını getirtmek lâzım.
تا نگردد خسته هنگام لقا ** کودکانه حاجتش گردد روا885
Getirtmeli de buluştuğu vakit üzülmesin... Çocukça dileği yerine gelmiş olsun.
هست بر ما سهل و او را بس عزیز ** تا بود بر خوان حوران دیو نیز
O taht bizce adi bir şey ama onca pek aziz... Ne yapalım, hurilerin sofrasında birde şeytan bulunsun!
عبرت جانش شود آن تخت ناز ** همچو دلق و چارقی پیش ایاز
Hem o nazlı tahtı, sonradan Eyaz’a hırkasıyla çarığı nasıl ibret olduysa ona da ibret olur!
تا بداند در چه بود آن مبتلا ** از کجاها در رسید او تا کجا
Bu tahta bakar da neye tutulduğunu, nereden nereye geldiğini, ne haldeyken ne hale büründüğünü bilir, anlar!
خاک را و نطفه را و مضغه را ** پیش چشم ما همیدارد خدا
Allah da toprağı, meniyi ve et parçasını daima bizim gözümüz önünde tutmuyor mu?
کز کجا آوردمت ای بدنیت ** که از آن آید همی خفریقیت890
A kötü niyetli bak... Seni ne halden ne hale getirdim? Şimdi onlardan nefret ediyorsun değil mi?
تو بر آن عاشق بدی در دور آن ** منکر این فضل بودی آن زمان
Sen o devirlerde o toprağa, meniye, et parçasına âşıktın... O zamanlar bu kerem ve ihsanı inkâr ediyordun!
این کرم چون دفع آن انکار تست ** که میان خاک میکردی نخست
Önce toprak halindeyken ( ben nereden akıl ve ruh sahibi olacağım diye) inkârda bulunuyordun ya... bu kerem ve ihsan, o inkârını gidermek içindir.
حجت انکار شد انشار تو ** از دوا بدتر شد این بیمار تو
Canlanman, evvelki inkârına karşı reddedilmez bir delildir... Şu hastalığın dermandan da beter oldu ya!
خاک را تصویر این کار از کجا ** نطفه را خصمی و انکار از کجا
Toprağın bu işi yapmasına imkân mı var... Meni, düşmanlıkta bulunur, inkâra düşer mi hiç?
چون در آن دم بیدل و بیسر بدی ** فکرت و انکار را منکر بدی895
O zamanlar gönülsüz ve ruhsuzdun... Bu yüzden düşünceyi de inkâr ediyordun, inkârı da!
از جمادی چونک انکارت برست ** هم ازین انکار حشرت شد درست
Cemadken insan olacağını inkâr ederdin, şimdi de haşr olmayı inkâr etmede ayak diredin!
پس مثال تو چو آن حلقهزنیست ** کز درونش خواجه گوید خواجه نیست
Sen şuna benzersin: Adam gelir, kapıyı döver de ev sahibi, içerden “Ev sahibi evde yok diye bağırır.
حلقهزن زین نیست دریابد که هست ** پس ز حلقه بر ندارد هیچ دست
Kapıyı döven bu “Ev sahibi evde yok” sözünden anlar ve ev sahibi içerdedir... Halkadan elini çekmez!
پس هم انکارت مبین میکند ** کز جماد او حشر صد فن میکند
Senin inkârın da Allah’ın cemad âleminden yüzlerce haşirde bulunduğunu, yüzlerce can yarattığını gösterir, belli eder!
چند صنعت رفت ای انکار تا ** آب و گل انکار زاد از هل اتی900
Su ve toprağın “Hel etâ”dan inkâr doğurmasına dek, (insanın aslî maddesi bile yokken nihayet sudan, topraktan meni haline gelip duygu ve görgü sahibi olmasına kadar) nice sıfatlar düzüldü, koşuldu!
آب وگل میگفت خود انکار نیست ** بانگ میزد بیخبر که اخبار نیست
İşte su ve toprak (yani insan) da (inkârda bulunuyor ama hakikatte) inkâr etmemekte... Yalnız o ev sahibi gibi “o haber veren içerde yok” diye bağırmakta!
من بگویم شرح این از صد طریق ** لیک خاطر لغزد از گفت دقیق
Bunu yüz türlü açar, anlatırım ama ince sözlerden insanın aklı sürçer... Onun için vazgeçiyorum!
چاره کردن سلیمان علیهالسلام در احضار تخت بلقیس از سبا
Süleyman aleyhisselâm’ın Belkıs’ın tahtını Sebe’den getirtmeye bir çare bulması
گفت عفریتی که تختش را به فن ** حاضر آرم تا تو زین مجلس شدن
Bir ifrit dedi ki: Sen daha yerinden kalkmadan ben, tahtını getiririm.
گفت آصف من به اسم اعظمش ** حاضر آرم پیش تو در یک دمش
Asaf da “İsm-i âzam kudretiyle ben, bir anda bu tahtı buraya getiririm” dedi.
گرچه عفریت اوستاد سحر بود ** لیک آن از نفخ آصف رو نمود905
İfrit, sihirde üstattı ama o taht, Asaf’ın nefesiyle geldi.
حاضر آمد تخت بلقیس آن زمان ** لیک ز آصف نه از فن عفریتیان
گفت حمدالله برین و صد چنین ** که بدیدستم ز رب العالمین
Süleyman, Allah’a hamd olsun dedi... Bu nimeti de âlemlerin Rabi’nin lütfuyla gördüm, bunun gibi yüzlercesini de!
پس نظر کرد آن سلیمان سوی تخت ** گفت آری گولگیری ای درخت
Sonra tahta baktı da dedi ki: Evet sen ahmakları aldatabilirsin ey ağaç!
پیش چوب و پیش سنگ نقش کند ** ای بسا گولان که سرها مینهند
Nakşedilmiş, bezenmiş tahta ve taş önünde nice aptallar baş kor, secde eder!
ساجد و مسجود از جان بیخبر ** دیده از جان جنبشی واندک اثر910
Secde edenin de canından haberi yoktur, secde edilenin de... Ancak canından bir hareket ve azıcık bir eser görmüştür, işte o kadar!
دیده در وقتی که شد حیران و دنگ ** که سخن گفت و اشارت کرد سنگ
Şaşırıp kaldığı sıralarda taşın söz söylediğini, işarette bulunduğunu görmüşte büsbütün hayretlere dalmıştır!
نرد خدمت چون بنا موضع بباخت ** شیر سنگین را شقی شیری شناخت
O kötü kişi, ibadet tavlasını yerinde oynamamıştır da bu yüzden taştan aslanı sahici aslan sanmıştır.
از کرم شیر حقیقی کرد جود ** استخوانی سوی سگ انداخت زود
Hakiki aslan da, kereminden cömertlik etmiş, hemencecik köpeğin önüne bir kemik fırlatıp atmış...
گفت گرچه نیست آن سگ بر قوام ** لیک ما را استخوان لطفیست عام
O köpek, doğru özlü değil ama bizim kemik verişimiz umumî bir lütûftur, demiştir!
قصهی یاری خواستن حلیمه از بتان چون عقیب فطام مصطفی را علیهالسلام گم کرد و لرزیدن و سجدهی بتان و گواهی دادن ایشان بر عظمت کار مصطفی صلیالله علیه و سلم
Halime’nin Mustafa aleyhisselâm’ı sütten kesince kaybetmesi ve putlardan yardım istemesi, putların titreyip secdeye kapanmaları, Mustafa sallallahu aleyhi vesellem’in ululuğuna şahadet etmeleri
قصهی راز حلیمه گویمت ** تا زداید داستان او غمت915
Sana Halime’nin gizli hikâyesini söyleyeyim de gönlünden gam gitsin!
مصطفی را چون ز شیر او باز کرد ** بر کفش برداشت چون ریحان و ورد
Mustafa’yı sütten kesince fesleğen ve gül gibi elini alıp bağrına basarak...
میگریزانیدش از هر نیک و بد ** تا سپارد آن شهنشه را به جد
Her iyi ve kötüden kaçırıp esirgeyerek o padişahlar padişahını atasına teslim etmek üzere Mekke’ye geldi.
چون همی آورد امانت را ز بیم ** شد به کعبه و آمد او اندر حطیم
O emaneti, zayi etmeden korkarak Kâbe’ye geldi, Hatîm’e girdi.