مکیان گفتند ما را علم نیست ** ما ندانستیم که آنجا کودکیست
Mekkeliler biz bilmiyoruz... Hatta orada bir çocuk olduğunu bile görmedik dediler.
ریخت چندان اشک و کرد او بس فغان ** که ازو گریان شدند آن دیگران
Halime öyle bir feryat edip ağlamaya başladı ki onun ağlamasını görüp başkaları da ağladılar!
سینه کوبان آن چنان بگریست خوش ** که اختران گریان شدند از گریهاش 935
Göğsünü döverek öyle yanık yanık ağlıyordu ki ağlamasına bakıp yıldızlar bile ağlamaya koyuldular!
حکایت آن پیر عرب کی دلالت کرد حلیمه را به استعانت به بتان
Halime’yi, yardım istemek üzere putlara götüren ihtiyar Arap
پیرمردی پیشش آمد با عصا ** کای حلیمه چه فتاد آخر ترا
Bu sırada ihtiyar bir adam, elindeki sopasını kaka kaka çıkageldi. Dedi ki: “A Halime, başına ne geldi senin?
که چنین آتش ز دل افروختی ** این جگرها را ز ماتم سوختی
Neden böyle ağlıyor, yasla ciğerler dağlıyorsun?”
گفت احمد را رضیعم معتمد ** پس بیاوردم که بسپارم به جد
Halime “Ben Ahmed’in inanılır, güvenilir sütninesiyim... Onu atasına teslim etmek üzere getirdim.
چون رسیدم در حطیم آوازها ** میرسید و میشنیدم از هوا
Fakat Hatîme gelince kulağıma havadan sesler gelmeye başladı.
من چو آن الحان شنیدم از هوا ** طفل را بنهادم آنجا زان صدا 940
Gökten gelen o sesleri duyunca çocuğu oraya bıraktım...
تا ببینم این ندا آواز کیست ** که ندایی بس لطیف و بس شهیست
Bu sözleri kim söylüyor, göreyim dedim... Çünkü pek lâtif, pek güzel bir sesti o.
نه از کسی دیدم بگرد خود نشان ** نه ندا می منقطع شد یک زمان
Ne etrafımda kimseyi gördüm, ne de bir an o ses kesildi.
چونک واگشتم ز حیرتهای دل ** طفل را آنجا ندیدم وای دل
Şaşırıp kaldım, şaşkınlıkla şuraya buraya giderken bir de baktım ki çocuk, koyduğum yerde yok... Eyvahlar olsun, yazık oldu bana!”
گفتش ای فرزند تو انده مدار ** که نمایم مر ترا یک شهریار
İhtiyar, “Meraklanma, kederlenme... Ben sana bir padişah göstereyim.
که بگوید گر بخواهد حال طفل ** او بداند منزل و ترحال طفل 945
O sana çocuğun ne olduğunu, nereye gittiğini, nerede bulunduğunu söyler” dedi.
پس حلیمه گفت ای جانم فدا ** مر ترا ای شیخ خوب خوشندا
Halime, canım feda olsun sana ey güzel yüzlü, tatlı sözlü ihtiyar!
هین مرا بنمای آن شاه نظر ** کش بود از حال طفل من خبر
Hadi, hemen bana o yüce bakışlı padişahı göster de çocuğun halinden haber alayım, dedi.
برد او را پیش عزی کین صنم ** هست در اخبار غیبی مغتنم
İhtiyar, Halime’yi Uzza’nın yanına götürdü... Dedi ki: “Bu put, kayıpları haber vermede tecrübe edilmiştir.
ما هزاران گم شده زو یافتیم ** چون به خدمت سوی او بشتافتیم
Biz, ona tapı kılarak vardık mı binlerce kaybımızı bulmuştur.”
پیر کرد او را سجود و گفت زود ** ای خداوند عرب ای بحر جود 950
İhtiyar, puta secde edip derhal “Ey Arabın velinimeti, ey cömertlik denizi!
گفت ای عزی تو بس اکرامها ** کردهای تا رستهایم از دامها
Ey uzza! Sen bize nice lütuflarda bulundun da biz tuzaklardan kurtulduk.
بر عرب حقست از اکرام تو ** فرض گشته تا عرب شد رام تو
Lütufların yüzünden Arap’ta hakkın var... Arab’ın sana ram olması farz olmuştur.
این حلیمهی سعدی از اومید تو ** آمد اندر ظل شاخ بید تو
Sad kabilesinden olan Halime, derdine derman olacağını umarak senin gölgene gelip sığındı.
که ازو فرزند طفلی گم شدست ** نام آن کودک محمد آمدست
Onun bir küçük çocuğu kaybolmuş... Adı Muhammed’miş!” dedi.
چون محمد گفت آن جمله بتان ** سرنگون گشت و ساجد آن زمان 955
Arap, Muhammed der demez derhal bütün putlar yere kapandılar, secde ettiler.
که برو ای پیر این چه جست و جوست ** آن محمد را که عزل ما ازوست
“A ihtiyar, Muhammed’i ne çeşit arayış bu? Biz onun yüzünden işten kalacak, hor hakir olacağız!
ما نگون و سنگسار آییم ازو ** ما کساد و بیعیار آییم ازو
Biz onun yüzünden yüz üstü düşeceğiz, taşlanacağız... Onun yüzünden kârımıza kesat gelecek, ayarımız mahvolacak!
آن خیالاتی که دیدندی ز ما ** وقت فترت گاه گاه اهل هوا
Fetret zamanında hevâ ve heves ehlinin arada bir bizden gördükleri o hayaller,
گم شود چون بارگاه او رسید ** آب آمد مر تیمم را درید
Onun devri gelince yok olacak... Su görününce teyemmümün hükmü kalmayacak!
دور شو ای پیر فتنه کم فروز ** هین ز رشک احمدی ما را مسوز 960
A ihtiyar, uzaklaş bizden sınama ateşini alevlendirme; Ahmed’in kıskançlığıyla bizi yakma!
دور شو بهر خدا ای پیر تو ** تا نسوزی ز آتش تقدیر تو
Allah aşkına uzaklaş ey ihtiyar... Uzaklaş da takdir ateşi, seni de bizimle beraber yakmasın!
این چه دم اژدها افشردنست ** هیچ دانی چه خبر آوردنست
Biliyor musun ki bu, âdeta ejderhanın kuyruğunu sıkmaktır... hiç biliyor musun, bu ne çeşit haber getiriştir?
زین خبر جوشد دل دریا و کان ** زین خبر لرزان شود هفت آسمان
Bu haberden denizin de yüreği coşar, madenin de... Bu haberden yedi kat gök bile tir tir titrer!” dediler.
چون شنید از سنگها پیر این سخن ** پس عصا انداخت آن پیر کهن
O güngörmüş, yaş yaşamış ihtiyar, taşlardan bu sözleri duyunca sopasını yere attı.
پس ز لرزه و خوف و بیم آن ندا ** پیر دندانها به هم بر میزدی 965
Titremeye başladı... o seslerden korkmuştu; dişleri takır takır birbirine vuruyordu.
آنچنان که اندر زمستان مرد عور ** او همی لرزید و میگفت ای ثبور
Kışın çıplak adamın titremesi gibi titremekte “Eyvahlar olsun, helâk olduk” demekteydi.
چون در آن حالت بدید او پیر را ** زان عجب گم کرد زن تدبیر را
Halime ihtiyarın bu halini görünce büsbütün şaşırdı, ne yapacağını unuttu.
گفت پیر اگر چه من در محنتم ** حیرت اندر حیرت اندر حیرتم
Dedi ki: “A ihtiyar, ben de mihnetteyim ama şimdi temelli şaşırdım kaldım!
ساعتی بادم خطیبی میکند ** ساعتی سنگم ادیبی میکند
An olur rüzgâr bana hatiplik eder, zaman gelir taşlar edep öğretir!
باد با حرفم سخنها میدهد ** سنگ و کوهم فهم اشیا میدهد 970
Rüzgâr, bana söz söyler... Taş ve dağ, eşyanın hakikatini anlatır!
گاه طفلم را ربوده غیبیان ** غیبیان سبز پر آسمان
Gâh olur gayb erleri, gökyüzünün yeşil kanatlı melekleri çocuğumu kaparlar!
از کی نالم با کی گویم این گله ** من شدم سودایی اکنون صد دله
Kime ağlayıp sızlanayım... Kime şikâyet edeyim? Yüzlerce gönülle sevdalara kapılanlara döndüm şimdi.
غیرتش از شرح غیبم لب ببست ** این قدر گویم که طفلم گم شدست
O çocuğun gayreti, gayb sırlarını söyletmiyor, ağzımı yumuyor benim... Şu kadar söyleyeyim: Çocuğum kayboldu!
گر بگویم چیز دیگر من کنون ** خلق بندندم به زنجیر جنون
Fakat şimdi başka bir şey söylesem halk, beni delirdi sanır, zincirlere vurur!”
گفت پیرش کای حلیمه شاد باش ** سجدهی شکر آر و رو را کم خراش 975
İhtiyar dedi ki: “Halime, şad ol... Şükür secdesine kapan, yüzünü pek yırtma.
غم مخور یاوه نگردد او ز تو ** بلک عالم یاوه گردد اندرو
Gam yeme... O kaybolmaz, belki bütün âlem onda kaybolur!
هر زمان از رشک غیرت پیش و پس ** صد هزاران پاسبانست و حرس
Her an onun önünde, ardında yüzbinlerce gözcü bekçi var; onu korurlar.
آن ندیدی کان بتان ذو فنون ** چون شدند از نام طفلت سرنگون
Görmedin mi? O hünerli putlar, çocuğun adını duyunca nasıl yerlere kapandılar, secde ettiler!
این عجب قرنیست بر روی زمین ** پیر گشتم من ندیدم جنس این
Bu devir yeryüzünde acayip bir devir... Ben ihtiyarladım gittim de buna benzer bir şey görmedim.
زین رسالت سنگها چون ناله داشت ** تا چه خواهد بر گنه کاران گماشت 980
Bu haberden taşlar nasıl feryada geldiler? Bilmem artık suçlulara neler olur?
سنگ بیجرمست در معبودیش ** تو نهای مضطر که بنده بودیش
Taşa biz mabut diyoruz, mabut oluşta onun bir suçu yok... Sen de ona kul olmaya mecbur değilsin!
او که مضطر این چنین ترسان شدست ** تا که بر مجرم چهها خواهند بست
(Fakat ona sen mabut diyorsun, o da bunu reddediyor, kabul etmeye mecbur.) O, mecburken bu derecede korkarsa artık suçluya neler olacak, bir düşün!
خبر یافتن جد مصطفی عبدالمطلب از گم کردن حلیمه محمد را علیهالسلام و طالب شدن او گرد شهر و نالیدن او بر در کعبه و از حق درخواستن و یافتن او محمد را علیهالسلام
Mustafa’nın ceddi Abdülmuttalib’in Halime’nin Muhammed aleyhisselâm’ı kaybettiğini, şehrin etrafında dönüp dolaşarak aradığını ve Kâbe’de ağlayıp sızladığını, Allah’tan Muhammed aleyhisselâm’ı bulmayı niyaz ettiğini duyması